TBMM'de Bütçe Görüşmeleri... Namık Tan: "Ümmet Liderliği ya da Cihan Hâkimiyeti Söylemleri, İçinde Yaşadığı Dünyanın Gerçeklerini Tanımayan Bir...
CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, TBMM Genel Kurulu'nda; Avrupa Birliği'nin (AB) Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerini başlatma kararı vermesi ve Gürcistan'a adaylık statüsü tanınmasıyla ilgili "Ne acıdır ki, 1999’dan bu yana resmen AB adayı olan ülkemizden ise söz eden yok. Bilakis, AB ve Avrupa Konseyi’nde Türkiye’ye muhtemel yaptırımlar konuşuluyor" dedi. Tan ayrıca, "Laik Türkiye Cumhuriyeti’nin dış politikasının temel dayanağı, kurucumuz büyük Atatürk’ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesidir. Ümmet liderliği ya da cihan hâkimiyeti söylemleri, içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerini tanımayan bir anlayışın boş ve sakıncalı hülyalarıdır" ifadelerini kullandı.
CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, TBMM Genel Kurulu'nda; Avrupa Birliği'nin (AB) Ukrayna ve Moldova ile katılım müzakerelerini başlatma kararı vermesi ve Gürcistan'a adaylık statüsü tanınmasıyla ilgili "Ne acıdır ki, 1999'dan bu yana resmen AB adayı olan ülkemizden ise söz eden yok. Bilakis, AB ve Avrupa Konseyi'nde Türkiye'ye muhtemel yaptırımlar konuşuluyor" dedi. Tan ayrıca, "Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının temel dayanağı, kurucumuz büyük Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesidir. Ümmet liderliği ya da cihan hakimiyeti söylemleri, içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerini tanımayan bir anlayışın boş ve sakıncalı hülyalarıdır" ifadelerini kullandı.
TBMM Genel Kurulu'nda 2024 yılı bütçe görüşmeleri sürüyor. Dışişleri Bakanlığı bütçesi üzerine konuşan CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan, şunları söyledi:
"DIŞ POLİTİKA ERGENLİK HÜLYALARIMIZI GERÇEKLEŞTİRMEYE ÇALIŞTIĞIMIZ BİR ALAN DEĞİLDİR"
"Dış politikada da irrasyonel tutum ve davranışların bedeli ağır olur. Oysa diplomasi, mümkünü makulde aramak, makul çözümleri bulmaktır. Bunu yaparken de ulusal çıkarları en tavizsiz biçimde önde tutmak esastır. Dış politika, her inandığımızı doğru varsaydığımız, ergenlik hülyalarımızı yahut ideolojik saplantılarımızı deneme-yanılma yoluyla gerçekleştirmeye çalıştığımız bir alan değildir. Dış politikanın ayakları her zaman yere sağlam basmalı, tutarlı, öngörülü, öngörülebilir, sağduyulu olmalı, serüvencilikten kaçınılmalıdır. Her konuda en sert tepkiyi ilk veren olarak tribünlerden alkış almayı yeğleyen, sesi yüksek çıkınca daha ikna edici olacağını sanan, Cumhuriyet'in dış işlerini partili Cumhurbaşkanı'nın kişisel ilişkilerine ve ihtiraslarına kurban eden diplomasi makul olmaz, sonuç da alamaz.
Partili Cumhurbaşkanı'nın aldığı geniş virajla, dün Kaşıkçı cinayetinin faili dediğimiz Suudi Arabistan ile, 15 Temmuz'un sponsoru olmakla suçladığımız Birleşik Arap Emirlikleri ile, 'one minute' diye meydan okuduğumuz İsrail ile, 'katil' diye yaftaladığımız Esad'ın Suriye'siyle, 'darbeci' dediğimiz Sisi'nin Mısır'ıyla, kendi icadımız Mavi Vatan'a hasım Yunanistan ile, 'aklından zoru olmakla' itham ettiğimiz Macron'un Fransa'sıyla, Osmanlı'nın yıkıldığı günlerden bu yana Ortadoğu'daki her melanetin arkasında olduğunu iddia ettiğimiz İngiltere ile neredeyse her konuda kafa kafaya gelmeyi marifet saydığımız ABD ile işte bugün uzlaşı arar olduk.
Bu noktada Cumhur İttifakı temsilcisi milletvekillerine sormak istiyorum: Realizm veya pragmatizm diye pazarladığınız düpedüz oportünizm olmasın sakın?
"ATİNA BİLDİRGESİ MAVİ VATAN ANLATISININ RAF ÖMRÜNÜN DOLDUĞUNUN SESSİZ TESCİLİ OLDU"
Yürütmenin başı Erdoğan Atina'yı geçtiğimiz haftalarda ziyaret etti ve muhatabı Başbakan Miçotakis ile görüştü. Miçotakis'i daha önce de İstanbul'da Vahdettin Köşkü'nde ağırlamış, ikili konuları araya ABD'yi ve AB'yi karıştırmadan görüşmek için ikna etmeye çalışmıştı. Ardından, Miçotakis Washington'a gidip Kongre'ye hitap edince, Erdoğan 'Miçotakis diye biri benim için artık yok' demişti. Fakat dün 'yok' olan Miçotakis, bugün yeniden 'var' oldu. Erdoğan, Atina'ya gitmeden önce, Kathimerini gazetesine verdiği söyleşide, Yunanistan ile ilişkileri yersiz germekten başka işe yaramayan 'bir gece ansızın gelebiliriz' ifadesinden geri adım attı. Bu cümleyi 'Yunanistan'a değil terör örgütlerine yönelik' kullandığını iddia etti. Orada imzaladığı Atina Bildirgesi de Mavi Vatan anlatısının raf ömrünün dolduğunun sessiz tescili oldu.
"İKTİDAR, ELİ AKİDE ŞEKERİ KAVANOZU İÇİNDEKİ ÇOCUK GİBİ YAKALANDI"
Yokken var olan ikinci muhatap da İsrail başbakanı Netanyahu'ydu. 7 Ekim saldırısı olmasa, o hafta Enerji Bakanı Tel Aviv'de olacak, ardından Erdoğan İsrail'i ziyaret edecekti. Şimdi Netanyahu yeniden yok oldu. Üstelik Türkiye'deki iktidar, eli akide şekeri kavanozunun içindeki çocuk gibi yakalandı. Çünkü İsrail ordusunun termal içliğine kadar tüm ihtiyaçlarının ülkemizden gittiği; İsrail'in demirinin, çeliğinin, çimentosunun ana tedarikçisinin Türkiye olduğu ayan beyan ortaya çıktı.
Ama Dışişleri Bakanı Fidan'a sorarsanız, güya 'İsrail'le ilişkiler Filistin davasına zarar vermiyor'. Ticaret Bakanı Bolat'a sorarsanız ihracat İsrail'e değil, Filistin'e…Bu vesileyle, bu iki yüzlülüğünüzü Meclis kürsüsünde dile getirirken son nefesini veren değerli milletvekili arkadaşımız Hasan Bitmez'i rahmetle anıyorum.
"ANLAŞILAN NATO'YU KARADENİZ'DE HAVADA İSTİYOR AMA DENİZDE İSTEMİYORUZ"
75 yıldır NATO üyesi olduğumuzu; dış politika yapmanın ise kendi işi olmadığını unutan Deniz Kuvvetleri Komutanı çıktı, 'NATO'yu Karadeniz'de istemiyoruz' buyurdu. Birkaç hafta sonra bu defa Milli Savunma Bakanlığı, Hava Kuvvetleri'nin dört F-16 savaş uçağını, 71 personelle birlikte NATO görevi kapsamında Romanya'ya konuşlandırdığını gururla paylaştı. Anlaşılan, parçası olduğumuz ve milli savunmamızın da omurgası olan NATO'yu Karadeniz'de havada istiyor ama denizde istemiyoruz.
'Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu' dedirtecek bu gayri ciddi tutumları tek tek saymaya kalksam, değil on dakika saatler yetmez. Nitekim İsveç'in NATO üyeliği de böyle bir konudur. AB ile varılan sığınmacı anlaşması da böyle bir konudur. ABD'den F-16 alımı ve modernizasyonu müzakereleri tıkanınca Eurofighter savaş uçağı için Almanya'ya gitmek ve dosyanın kapağını bile açamadan dönmek böyle bir konudur. Hele, Almanya'dan dönüşte 'seçenek mi yok' diye sorup 'çok' diye kendi sorusuna yine kendi yanıt vererek ve o arada Pakistan-Çin ortak yapımı JF-17 olası alımını medyaya sızdırarak yeni bir S-400 faciasını çağrıştırmak akıl alır gibi değildir. Keza, kendi Milli Muharip Uçak projemiz için motoru İngiltere ile ortaklaşa üretmek üzere uzlaşı ararken, eğer duyumlarımız doğruysa, bu ülkeden çağ dışı kalmış firkateynleri ve küçük modüler nükleer reaktörleri bir paket halinde görüşmek de yanlıştır.
"GECİKMEDEN BU YOLU TUTUN VE HUKUK DEVLETİNE GERİ DÖNÜŞÜN BİR İŞARETİNİ VERİN"
Öte yandan, AİHM kararlarını, başta Demirtaş ve Kavala davaları olmak üzere uygulamaktan ısrarla kaçınmak, kurucularından olduğumuz Avrupa Konseyi'nin giderek dışına itilmemize yol açmıştır. Bu arada, geçtiğimiz hafta sonu AB, her ikisinin de toprakları kısmen Rusya işgalindeki Ukrayna ve Moldova ile katılma müzakerelerini başlatma kararı verirken, Gürcistan'a da adaylık statüsü tanıdı. Ne acıdır ki, 1999'dan bu yana resmen AB adayı olan ülkemizden ise söz eden yok. Bilakis, AB ve Avrupa Konseyi'nde Türkiye'ye muhtemel yaptırımlar konuşuluyor. Bunu da Mart'taki yerel seçim sonrasına ötelediler. Belli ki seçimler ertesinde demokratikleşme olabileceği ümidini taşıyorlar.
Geçtiğimiz günlerde AB Komisyonu Dışişleri Yüksek Temsilcisi Borrell'in Türkiye raporu paylaşıldı. Raporu, Dışişleri Bakanlığımız sessiz sedasız geçiştirmeye çalışırken Hazine Bakanlığı alkışladı. Bu rapor, üyelik müzakerelerine katkı sağlamasa bile şimdilik en azından iyi komşuluk için 'iyi-kötü' bir yol haritası ortaya koymakta. Gelin, gecikmeden bu yolu tutun ve hukuk devletine geri dönüşün hiç değilse bir işaretini verin.
"HAMAS'IN SİYASAL ÇÖZÜME HERHANGİ BİR KATKISI OLMUŞ MU?"
İsrail'in verdiği orantısız askeri yanıt iki ayı aşan bir süredir devam eden bir soykırıma evrildi. Bunu açıkça ifade ediyor, Gazze halkının canına kasteden ve onları yurtsuz bırakmayı amaçlayan her girişimi en sert biçimde kınıyoruz. Filistin sorununa askeri yöntemlerle çözüm bulunamayacağı belli. Hamas'ın Gazze'deki bunca yıkım ve kıyımın ardından hiç değilse bir marka olarak varlığını sürdüreceği de belli.
Bu noktada sormak lazım: Bugüne dek Hamas'ın siyasal çözüme herhangi bir katkısı olmuş mu? 2007'de Gazze'de yönetime zorla el koyup, Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerini bile işkenceyle, binaların çatısından atarak öldüren bir örgütten söz ediyoruz. Üstelik eğer hassasiyetiniz, Müslüman Kardeşler'den ziyade bütün Müslümanlara yönelikse, neden Gazze'nin onlarca misli sivil Müslümanın canice katledildiği Yemen'e; korkunç bir iç savaş yaşayan Sudan'a aynı hassasiyetle yaklaşmıyorsunuz?
Laik Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının temel dayanağı, kurucumuz büyük Atatürk'ün 'Yurtta barış, dünyada barış' ilkesidir. Ümmet liderliği ya da cihan hakimiyeti söylemleri, içinde yaşadığı dünyanın gerçeklerini tanımayan bir anlayışın boş ve sakıncalı hülyalarıdır."