Taşaltın: 'Urfalı Rektörler Vardı da ne Oldu' Demek İstemiyorum!
Harran Üniversitesi'nin çiçeği burnunda rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, Urfalı olmadığı için kendisini eleştirenlere sitem etti.
Urfalı olmadığı için rektörlüğe seçilmesine sitem edenlere sitemle karşılık veren Rektör Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, "Araştırma görevlisinin Urfalı olmasını ben de isterim üç yıl yetiştirdikten sonra kaçmasın diye ama idare farklı bir şey. Şimdi geriye dönüp 'Urfalı rektörler vardı da ne oldu' diye sormak da istemiyorum" dedi.
Harran Üniversitesi'nin yeni rektörü Prof. Dr. Ramazan Taşaltın, rektörlük seçimlerinde hakkında çıkan 'Urfalı değil' sözlerine çok içerlenmiş. Eleştirilere kısmen hak verirken idarecilik konusundaki eleştirileri kabul etmiyor. "Makul bir gerekçesini açıklasalardı gerekirse çekilir yada gider hemşehrilik beraatı alırdım ama açıklayamadılar." diyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın onayından sonra görevine başlayan Rektör Taşaltın yeni kadrosunu kurmaya çalışıyor. 'Ben gariplerin temsilciyim' diyen Prof. Dr. Taşaltın; üniversitenin durumunu, önündeki bürokratik engelleri, üniversite hastanesinin son durumunu, üniversitenin akademik başarısını ve geleceğe dair hedeflerini Gazete İpekyol'a anlattı.
Hocam öncelikle yeni göreviniz hayırlı ve uğurlu olsun. Hemen şununla başlamak istiyorum. Urfalılar arasında 'neden burada bir hukuk fakültesi yok, Urfa'dan birçok insan hukuk okumak için Kıbrıs'a veya başka yerlere gitmek zorunda kalıyor' şeklinde bazı eleştirileri var. Yeni bir rektör olarak sizin hem hukuk fakültesi hem de başka yeni fakültelerle ilgili bir çalışmanız var mı?
Neden olmadığı sorusu bana ait değil. Bundan sonra hukuk fakültesi, diş hekimliği fakültesi acil ihtiyaçlar listesinde. Fakülte kurarsınız, YÖK'e bir dilekçe verirsiniz, YÖK de onaylar fakülte kurdunuz. Kurmak problem değil, işletmek problem. Hukuk fakültesi kuracaksınız, hocalar Urfa'ya gelirken tereddüt ediyorlar. Neden tereddüt ediyorlar? Bizim de problemimiz değil. Öğretmen de gelirken tereddütlü geliyor. Urfa'ya gelen bir pişman, giden iki pişman. Geliyorlar Urfa'yı da çok seviyorlar aslında. Gitmek istemeyen de çok. Fakat böyle bir algı var. İkincisi Türkiye'de üniversitelerin belli problemleri var. Şimdi biz üniversiteyi tırlara yüklesek Antep'i geçince bizim üniversitelerin giriş puanı biraz yükselecek. Adana'yı geçince biraz daha yükselecek. Ankara'ya varınca puan iki katına, İstanbul'a gidince daha da yükselecek. Niye? Aynı kalite. Bu da bir algı. Büyükşehirlerde daha iyi eğitim veriliyor şeklinde bir algı var. Bu algı da doğru değil. Bizim bu algıyı yıkmamız gerekiyor. Bir de Türkiye'nin eğitim problemi var. Lisenin eğitim problemi, üniversitenin eğitim problemi… Liseden gelen çocuk istediğimiz seviyede değil. Hocalarımızı motive etmemiz lazım. Bununla ilgili örneğin Osmanbey'de lojman meselesi var. Lojmanlara el attık şimdi. Hastane taşınacak. Eğer hastane tam kapasite çalışırsa bin 500 tane eleman çalışması lazım. Sadece elektrik, kalorifer, ısıtma ve soğutma için 150 kişi lazım. Maraş'ta, Adıyaman'da 120'yle çalıştırmışlar. Biz şu anda 70 kişi bulalım diye çalışıyoruz. İş ilanı verseniz bin 500 kişi çıkar. Bizde şöyle bir alışkanlık var: Devlet dairesine kapağı bir atalım gerisi kolay. Neden? İş yapmadan yatsanız da olur. Burada da ciddi bir problem var. Geçen gün sendikacılar geldi. Ben dedim ki, 'biz çalışmayan memuru işten atmak için mücadele vereceğiz diyor musunuz, böyle bir çalışmanız var mı.' Dediler 'yok'. Olamaz zaten. Böyle bir yapımız da var. Ne yapacağız? O zaman çalışan elemanı bulup çalıştıracağız.
Algı üzerinden gidersek, sadece Harran Üniversitesi değil, Türkiye'deki üniversitelerde üç şeyin eksik olduğu söyleniyor. Evrensellik, entelektüellik ve estetik. Harran Üniversitesi bu algıyı kırmak için nasıl bir yol izlemeli?
Üniversitenin bunu kırmakta birinci rolü üstlenmesi lazım. Tabi üniversite, bağımsız yapılırsa. Ben, sormadığınız soruya geleyim. İşte tenkit edildi, 'Urfalı, Urfalı değil.' Ben şöyle bir araştırdım. 'Urfalı değil' tenkiti nereden kaynaklandı? 'Urfalı bir hoca olsaydı eğitim çok iyi olacaktı, onun için biz rektör olarak Urfalı hoca istiyoruz' böyle bir şey yok. 'Urfalı hoca gelseydi hastanemiz daha iyi çalışacaktı, onun için biz Urfalı istiyoruz' böyle bir şey yok. 'Urfalı bir hoca gelseydi üniversite sanayi işbirliği çok iyiye gidecekti, Urfalı olmadığı için bu üniversite sanayi işbirliği geride kaldı, onun için kaybetti Urfa' böyle bir şey de yok. Peki, siz niye Urfalı istiyorsunuz? Sorunun cevabı yok. Amerika'daki üniversiteye dönelim şimdi. Amerika'da rektör gazete ilanıyla aranır. Birçok üniversitede gazete ilanıyla aranır. Mütevelli heyeti rektör adaylarını toplar, mülakat yapar. Birisini rektör olarak atadı. Orada önemli olan paradır. Senenin sonunda masaya yatırılır bütçe, rektörün karnesi çıkartılır. Hocalardan, memurlardan, öğrencilerden bir memnuniyet formu veya şikayet formu alınır, anket gibi. Bütçe rektöre şunu der, 'geçen yıl üniversitenin kârı 10 milyondu, bu sene 8'e düştü.' Hocalardan da memnuniyet pek yok. Öğrencilerden memnuniyet yok. 'Sayın rektörüm sen kendine yeni bir iş ara' denir. Biz de böyle bir sistem olmadığı için rektörler, 'idareye kapıyı bir attık mı, tamam.' Neden? Sorumluluk yok. Yetki ve sorumluluk eşit dağıtılmadığından. Urfalı, Urfalı değil, şu analiz yapılsaydı Urfalı rektör gelseydi, 'şu şu olacaktı' denseydi. Ben de sevinecektim. Ben, kendim çekilecektim veyahut Urfalılık beraat hemşerisi falan almayı düşünecektim artık. Sordular bu soruyu. Ben de dedim ki, 'ben Urfa'nın yüzde 80'inin garip kesimiyim, ben de gariplerin temsilcisiyim.' 'Neden Urfalı istediklerini açıklasınlar konuşalım' dedim. Şu ana kadar açıklayan olmadı.
Urfalı olmayan adaylar için 'sayılı günleri var, geçici projeler yapar, burada kalmaz' şeklinde eleştiriler de vardı.
Bu şu açıdan geçerli. Ben kendim de elektrik bölümüne araştırma görevlisi alırken soruyordum bunu. 'Urfalı mısın, değil misin?' Urfalı olmasını tercih ediyordum. Kaçıp gitmesin diye. Bu farklı bir şey. Buradan kaçıp gitmemesi için Urfalı olmasını ben de arzu ediyorum. Ben emek çekeceğim. Araştırma görevlisini üç sene yetiştireceğim. Tam yetiştirdikten sonra o çekip gidecek. İstanbul'dan gelmiş kaçacak adam. Ben, istemem tabi bunu. Fakat idare bundan farklı bir şey. Şimdi geriye dönüp 'Urfalı rektörler vardı da ne oldu' diye sormak da istemiyorum. Bilakis birçok Urfalı hocamız tarafından 'iyi ki, Urfalı olmadı, iyi ki, Urfalılık faktörünü devre dışı bıraktık' dediler. Bir örnek vereyim. Diyelim ki, siz bir market açtınız. Marketin müdürüne de 'benim kızla, oğlan burada çalışacak' dediniz. İlk anda güzel bir şey. Ertesi gün müdür geldi markette başladı. Oğlan saat 10'da geldi ortaya bir masa kurdu, kahvaltısını yaptı, çayını içti. Müdür dedi ki, akşamleyin market sahibine 'market böyle işlemez, market kar edecekse eğer senin kızınla oğlunun burada çalışmaması gerekiyor ya da çalışacaklarsa disipline uysunlar, siz zorluyorsunuz hem market kâr edecek hem de benim oğlanla kız burada çalışacak.' Müdür ne yapar? İstifasını verir, 'olmaz böyle bir şey' der. Burada da aynı şekilde siz rektör oluyorsunuz. Birilerinin kızı, birilerinin oğlu, birilerinin akrabası buraları işgal etmiş. 'Ben çalışacağım' diyorsunuz. 'Bunlarla çalışacaksın.' Söylemek istemiyorum ama neredeyse okuduğunu anlamayan memurlarımız var. Ne yapacağız bunları? Bunlar nasıl geldiler buraya? Ben getirmedim. Ben, Urfalı değilim. Bunu getiren Urfalı, memurumuz da Urfalı. Ben, kimseye hakaret etmek istemiyorum. Dağdaki çobanın şerefi, izzeti vardır. Mesleklerine göre insana kıymet verilmez. Bizim itikadımızda insanlar takvasına göre kıymetlenir. Fakat ehil olmayan birisine iş verdiğiniz zaman bu market gibi üniversitenin de batmasıdır.
Peki, ehliyet ve liyakat sahibi insanları nasıl bulacaksınız?
Şimdi Amerika'ya gidelim. Amerika nasıl Amerika olur. Hindistan'dan, Pakistan'dan, Çin'den her taraftan kaliteli adamları getirir koyar. Antep'te Karadeniz'den Ege'den işadamı getirmiş. 'Gel benim şehrimi kalkındır' demiş. Urfalı da 'illa Urfalı olacak' demiş. Peki, geldiğimiz nokta. Kaliteli olacaksanız, kaliteli adamı bulup burada çalıştıracaksanız... Bunun yolu da bu.
Yeni personel alma girişiminiz var mı?
Önümüzdeki günlerde ilana çıkacağız. Gelmek isteyen epey var. Urfa'yı sevenler var. Biz, onlara kapı açıyoruz. Esas kriter burada zaten. Yine Amerika'yı örnek vereyim. Amerika'ya hayran değiliz ama iyi yürüyen bir şirket varsa siz de 'bu şirkete bakarak yapayım' dersiniz. Türk, Yunan, Filistinli, İsrailli, Hindistanlı, Pakistanlı düşman ülkeler diyelim. Aynı laboratuvarda çalışır. Biz, Türkiye'de Senin fikrin benimkinden farklı, aykırı, ikimiz aynıyız ama fraksiyonumuz farklı. Ne yapalım? Gelin kavga edelim. Bir dakika ya. Biz, eğer iş üreteceksek kavgaya mahal kalmaz zaten. Biraz siyasete kayacak ama bizi kim kavga ettiriyor? O tarafa da bakmak lazım. Almanya'da ikinci dünya savaşından sonra Drezden Nehri kenarında Drezden şehrinde savaş bitmiş, Hitler intihar etmiş, üç gün falan geçmiş, hala İngilizler, Amerikalılar bombalıyorlar. Savaş bitti neyi bombalıyorsun? Kin, intikam… Fakat şu anda Suriye meselesinde İngiliz, Alman beraber. Irak meselesinde İngiliz, Alman beraber. Kongo meselesinde beraber. Biz niye düşman oluyoruz ya? Cahillik en büyük düşmanımız. Bizi cahil bırakarak birbirimize kırdırmak istiyorlar. Düşmanlar bir araya geliyorlar. Biz, hafif meselelerde bir araya gelemiyoruz.
Peki, bu kavgacı ortamı üniversiteden atabileceğinize inanıyor musunuz?
Gücümüz yettiğince. Karıncaya sormuşlar 'nereye' gidiyorsun? 'Hacca' demiş. 'Sen bu bacaklarla nasıl gideceksin' demişler. 'Olmazsa yolunda ölürüm' demiş. Dünyadaki tüm kötülükleri düzeltmek Don Kişotluk'tur. İslamiyet'te de yok öyle bir şey. Küfür de, İslamiyet de kıyamete kadar gidecektir. Bizim belli vazifelerimiz var. Nedir o? Üzerimize düşeni yapmak. Gerisi Allah'a kalmıştır.
Kendi yönetiminizi belirlerken en çok neye dikkat ediyorsunuz?
Ehliyet. Dört sene sonra bu üniversiteyi kim beş metre yükseğe çekecekse onlarla çalışacağız. Hedefimiz o. Kim gayretliyse, kim çalışkansa onlarla devam edeceğiz. Engellerimiz var mı? Engellerimiz çok. Urfa'da engeller daha çok. Bir memuru bir yerden bir yere almaya kalkıyorsunuz bir bakıyorsunuz o onun akrabası, o onun dayısı. Bir dakika ya. Urfa'daki 10 bin kişinin menfaati mi önemli, bir memurun menfaati mi önemli? Okuma yazma bilmeyen insan memur olarak alındıysa buraya ne yapacağız? Sendikacılarla görüştüm. Bunu da söyleyeyim. Bin liraya taşeron işçi çalışıyor. Peki, bunun günahı kimin? Hemen hükümete yükleniyor. A hükümeti gider, B gelir, C gelir. Bir şekilde bu sistem devam edecek. Sebep? Memur geliyor burada yatıyor 2 bin 500 lira maaş alıyor, buna kimse dokunamıyor. Yapılacak iş kalmış ortada ne yapılacak peki? Kim yapacak bu işi? Bu sistem yürüyecek. Hükümet yasa çıkarmış, 'sen bin liraya, bin 500 liraya işçi çalıştıracaksın' demiş. Ben bunların hiçbirini tasvip etmiyorum ama burada bin liranın günahı, 2 bin 500 lira alıp yatan memurda da var. Sendikacılara bunu söylediğimde şaşırdılar. 'Böyle şey mi olur' dediler. Bu kul hakkına da girer. Dün sokakta geziyordun, bugün torpille memur oldun. Bugün KPSS var hele şükür. O da yokken bir çocuğumuz sokağa çıktı 'memur haklarımız ezdirmeyiz.' Sen ne hak ettin? Tamam 30 yıl çalıştın bir emeklilik hakkı elde ettin de birisinin torpiliyle bir işe girmek bu hak mıdır?
Harran Üniversitesi'nde fiziki mekanlarda bir değişiklik olurken akademik başarıda pek ismi gündeme gelmiyor. Örneğin URAP verilerinde sürekli bir gerileme var. Bu akademik gerileme nasıl ilerlemeye dönüştürülebilir?
Türkiye'de akademik ilerleme, akademik girileme kriterlerinde bir çarpıklık var. Ölçme kriterlerimizde bir çarpıklık var. Ortaokulda öğrencilerimiz tam olarak ölçemediğimiz için TEOG veya SBS gibi sınavlar icat ediyoruz. Liselerde de tam olarak ölçemediğimiz için YGS, LGS gibi sınavlarla ölçmeye çalışıyoruz. Üniversitede de ölçemiyoruz. KPDS, ALES sınavlarını yapıyoruz. Ölçme sistemimizde problemimiz var. Üniversiteleri ölçemiyoruz. Bir hoca dersini iyi mi yapıyor, kötü mü yapıyor? Bunu ölçecek mekanizmamız yok. Dünyada bunun yerleşmiş kriterleri var. O kriterlere geçmeye kalksak 'dur' diyecekler. Orada problemimiz var. Kaliteyi yükseltme derken, şu anda ölçebildiğimiz kriter makale ölçme sayısı var. Bu bir kriter. Tam kriter mi, değil. Üniversitenin bir akademik tarafı vardır bir de eğitim tarafı vardır. Akademik taraf makaleyle ölçülebilir. Yani siz ne kadar bilimsel çalışma yaptınız bunun karşılığı makale sayısıyla ölçülür. Fakat eğitimde yaptığınız fedakarlığın bir ölçüsü yok. Şu andaki kriterlerimizde, doçentlik kriterlerinde, profesörlük kriterlerinde sadece akademik kriterler ölçüldüğü için hocalarımız bu yöne meylediliyor. Üniversitelerimizin kalitesi de bununla ölçülüyor. Bunda da bir yanlışlık var. Bir örnek vereyim. Bir altın fabrikası var. Hurda altın giriyor, hurda altın çıkıyor. Bir de gümüş fabrikası var. Hurda gümüş giriyor, işlenmiş gümüş çıkıyor. 'Hangi fabrika daha verimli' diye sorsak cevap 'gümüş fabrikası' olur. Neden? Çünkü hurda girdi, işlenmiş çıktı. Peki, 'hangisinin çıktısı daha değerli' desek, hurda altın daha değerli. Türkiye'nin ilk binine, 10 binine ODTÜ öğrenci alıyor. Aynı öğrenci Amerika'daki Stanford Üniversitesi'ne gitseydi 4 sene sonra ne çıkacaktı? Müteşebbis ruhlu bir mühendis çıkacaktı? ODTÜ'den ne çıkıyor? Kusura bakmayın protestocu çıkıyor? Burada problemimiz var. Diyeceksiniz 'zeki öğrenci'. 'Efendim ODTÜ iyi eğitim veriyor' hayır ODTÜ iyi eğitim vermiyor. İyi eğitim verseydi, Stanford Üniversitesi'ndeki gibi Türkiye'nin önünü açan müteşebbis ruhlu kişiler çıkardı.
Bu öğrencilerin geneli mi protestocu çıkıyor?
Hayır, onu demiyorum. Öğrencinin protestocu olması önemli değil. Üniversite müteşebbis ruhlu insan yetiştireceğine sokağa… Hiç okumamış kişi de şişe atabilir, molotof atmak için üniversite bitirmeye gerek yok. ODTÜ'lü birisi çıkıp molotof atıyorsa burada problem var. 'ODTÜ iyi eğitim veriyor' denemez. Fikir üretir, bilgi üretir, tenkit üretir, der ki, 'Türkiye'nin kurtuluşudur.' O ayrı. ODTÜ'nün iyi eğitim veriyor olmasının en büyük sebebi oraya Türkiye'nin seçkin öğrencilerinin gitmesidir. Hocaların çok iyi eğitim vermesi yüzde belki 5'tir, 10'dur. O, ODTÜ öğrencileri bize gelse, şu halimiz kast etmiyorum, biz biraz düzenleme yapsak, burayı da ODTÜ seviyesine çıkartır. Bizim öğrenciler oraya gitse ben başarılı öğrencilerin çıkacağına inanıyorum. Yapı olarak, zihin olarak problemimiz var. Çocuk buraya gelir gelmez birkaç fakültemiz hariç diğerlerinde 'zaten buradan adam çıkmaz ki' havası veriyorlar. Bu yanlış. Ben dedim ki, 'buradan adam çıkmaz diyen hoca varsa, o hocanın aldığı para haramdır.' İki, öyle bir öğrenci varsa burayı terk etsin. Eğitim problemlerimiz var. Örneğin benim bir tane oğlum var. Matematik dedin mi, fersah fersah kaçıyor. Ben, bu çocuğu matematikle ilgili bölüme, mühendisliğe 'git' desem, bu hem oğluma zulümdür hem de kendisi ezilir orada. Biz ne yapıyoruz? Ben kendim de mühendislikte olduğum için gelmemesi gereken öğrenciler var. Allah kimseyi israf etmez, mutlaka bir yeri var. Tamirciye giderseniz, tamirci için hiç kimse fark etmiyor. İşini yapıyor, çatır çatır pazarlığını yapıyor. Kendine güveni var. Bu tamircilik mesleği ikinci sınıf meslek mi? Birinci sınıf meslek. Oradaki tamirci hiç takmıyor. Vali de gelse takmaz. Niye? Bileğinin hakkıyla para kazanıyor. Biz de bileğinin hakkıyla para kazanan birinci sınıf mühendis yetiştirelim. Kendine güveni olmayan öğretmen, mühendis bu bizim hedefimiz değil.
Bilimsel anlamda önünüzde duran bir proje var mı?
Bölgede öne çıkan iki önemli konu var. Biri ziraat, ikincisi ise tıp. Bu bölgede canlanması gereken fakültelerimizden bir tanesi ziraat. Ben, kendim mühendislikteyim. 'Sen kendin mühendisliktesin ziraatı ön plana çıkartıyorsunuz' derseniz, ziraat ön plana çıksa faydalı olur, daha doğrusu başarılı olur.
Örneğin güneş enerjisine yönelik çalışmalarınız vardı? Bunlarla ilgili çalışmalar ne yönde olacak?
Bizim GAP-YENEV projemiz var mühendislik fakültesinin. Ona hızlı bir şekilde destekleyip, güneş enerjisiyle ilgili bir bilgi havuzu oluşturmak birinci hedefimiz. Birisi gelip 'ben burada güneş enerjisiyle ilgili bir şeyler yapmak istiyorum' dediği zaman biz hemen önünde projelendirip, 'senin yapman gereken şudur' diyeceğimiz bir havuz oluşturmak. İleri safhada elektrik mühendisliği, makine mühendisliği destek sağlayabilirsek, GAP-YENEV'e büyük santraller oluşturmak. Şu anda örneğin hastanemiz var. Hastanemizin elektrik sarfiyatı, bu da bir garipliktir, Urfa gibi bir yerde gündüz vakti ışık yakmak zorunda kalacaksınız hastanede. Garip bir durum. 250 milyon sarf edilmiş şu ana kadar. Böyle bir mimari olmuş. Bunu yapanlar muhtemelen bilmiyorum ama beni 'Urfalı değildir' diye tenkit edenler gitsinler hastane müteahhitlerini bulsunlar. Acaba Urfalı mı değil mi, kim ihaleyi yapanlar, tutanlar? Urfalılar bulsunlar bir şunları. 250 milyon çıkmış, hastane olmamış. Gitsinler bulsunlar. Urfalı mı değil mi bunlar.
Yenişehir kampüsünde sadece tıp fakültesi öğrencileri eğitim görüyor. Eyyübiye kampüsünde ziraat fakültesi var. Öğrencilerin bütün aktivitelerin Osmanbey Kampüsünde yapıldığı yönünde eleştirileri var. Buna ne diyeceksiniz?
Aktivite Osmanbey'de de olmuyor. Saat 17.00'den sonra hayat duruyor Osmanbey'de. Fotokopi çekmek istedim iki yıl önce dolaştım, dolaştım en sonunda kendi bölümüme gittim. Her taraf kapalıydı. Ya da acıktınız simit alacaksınız diyelim. Nereden simit alacaksınız? Bu garabetler seneye inşallah bitecek.
Yeni hastanedeki son durum nedir?
Hastane konumuz derin yaramız. Şimdi hastane için afiliasyon modelinde şansızlığımız şu. Sağlık Bakanlığı şöyle bir karar aldı. Baktı ki, üniversite hastaneleri çok zarar ediyor. İşletmeyi bilmiyor üniversiteler. Bu bir gerçek. Sağlık Bakanlığı da son bir atılım yaptı, iyi bir işletmecilik yapıyor. Yatırdığı paranın karşılığı olarak hizmet üretiyor Sağlık Bakanlığı. Bu durumda Sağlık Bakanlığı üniversite hastanesine 'siz işletemiyorsunuz, işletilemeyenleri ben işleteceğim' dedi. Türkiye'de böyle 25 tane hastaneyi Sağlık Bakanlığı kendisi işletmeye başladı. Sağlık Bakanlığı'na bu da pahalı geldi biraz. Burada da bir tereddüt oluştu. Maliyet çok fazla bu afiliye olan üniversite hastanelerinde. Bir durgunluğa geçti, o da tam bizim hastanenin afiliasyon olacağı zamana denk geldi. Sağlık Bakanlığı şu anda tereddütte. 'Afile yapayım mı, yapmayayım mı' diye tereddütte. Biz, bir yıl önce müracaat etseydik, işimiz tamamdı. Bir yıl sonra müracaat ettiğimiz için işimiz gecikiyor şu anda. Gecikti ama Sağlık Bakanlığı net bir şekilde 'hayır' demiş değil. Maliyede masrafların şişkinliği konusunda bir şikâyet olmuş. Biz de tekrar düşük bir maliyetle müracaat edeceğiz.
Afiliasyon olmazsa peki?
Afiliasyon olmazsa, global bütçe denilen bir şey var. O da şu: Sağlık Bakanlığı 'sen aylık 10 liralık fatura kesersen, ben sana 20 lira destek olacağım' diyor. Sen iyi işletmeye devam edersen ben senin iki katın veya iki buçuk katını sana yardım edeyim şeklinde. O modele geçeceğiz. Buna destek şart. Destek olmazsa şu andaki hastanemiz 9 bin metrekare, Osmanbey'deki hastane 110 bin metrekare. 11 kat fazla. Hemşire sayısı, temizlikçi sayısı, elektrik miktarı… Bunlar aşırı bir şekilde aşacağı için üniversitenin bunu normal bütçesinden karşılaması en azından ilk yıllarda mümkün değil. Hedefimiz şu: Sadece Urfa'dan değil de artık Mardin'den Ankara'ya giden hastaları da buraya getirmek. Şu anda hastanemize gelenler hocalarımızın adına geliyorlar. Hocalarımız tanınıyor, tutuluyor. Fakat hastane falan olmadığından… Taşınacağız 20 kilometre uzaklık problemimiz var. Kamu Hastaneler Birliğiyle bunu çözmeye çalışacağız.
Hastanenin açılmasıyla ilgili net bir tarih verebilir misiniz?
Sağlık Bakanlığındaki tereddüt olmasaydı belki açılmıştı. Tereddüt olunca biz, hemen ikinci bütçeyi vereceğiz. Maliye tarafı var. Hızlı bir şekilde olursa, biz de hızlı bir şekilde taşınmış olacağız. İki günde olacak bir taşınma değil. Ev taşınması gibi değil. Siz, hastaneyi kapatacaksınız bir müddet, öbür tarafı açacaksınız. Bir de taşınırken polikliniğe gelen kimse oraya gitmeyecek. 20 kilometre uzağa kim gider? Birden de taşınmak bizim işimize gelmiyor. Canlı bir hastane taşımak istiyoruz. Orada süper bir hastane açtınız, kimse gelmemiş ne anladım ben bu hastaneden? Belki 6 aya yayılabilir, belki bir yıla yayılabilir. Sadece mali şeyler değil, psikolojik şeyler de var. Hastaneyi taşıyınca hastayı da taşımak lazım. Ulaşımı sağlamak lazım. Ulaşım için şu anda körüklü otobüslerimiz gidiyor, Osmanbey'deki köprüden geçemiyorlar. O köprüyü planlayanlar da, yaptıranlar da, denetleyenler de, yarısı Urfalıdır. Neredeydiniz Urfalılar? Biz, kendimizi Urfalıların 10 sene, 20 sene rahatlayacakları şekilde planlıyoruz. Mahkeme kadıya mülk değil, biz burada ne hizmet verebilirsek hedefimiz o. Sen iyilik yap, denize at. Balık bilmezse Hâlık bilir. Bizim hedefimiz de bu.
(Kaynak: Gazeteipekyol)