Taç ve Sarık Kültürü Sandukalarda Yaşıyor
Osmanlı içtimai hayatında kıyafetler büyük önem taşırdı.
Osmanlı içtimai hayatında kıyafetler büyük önem taşırdı. Yeşil'deki Türk İslam Eserleri Müzesi'nin bir bölümünü oluşturan taç ve sarıklar, günümüzde Osmanlı sultanları ve evliyaların türbelerindeki sandukalarda yaşıyor.
Kıyafetname ve tarikatlarde semboller konusunda makaleleri yayınlanan Numaniye Dergahı'nın son temsilcisi, Safiyüddin Erhan, bayram öncesinde Bursa'daki sandukalarda yer alan sarıkları kontrol edip yeniden sardı. İznikli Eşref Rumi hazretlerinin torunlarından olan Safiyüddin Erhan Osmanlı'da zaman içerisinde müesseseleşip, talim farklılıklarıyla çoğalan tarikatlerde, mürşitlerin ihdas ettikleri kıyafetlerden, mensubiyetlerin kolayca ayırt edildiğini söyledi. Erhan, Osmanlı'da cübbe, taç ve sarık sarma şekilleri ile kişilerin, birbirinden kolayca fark edilecek bir kıyafet zenginliğine ulaştığına işaret ederek, "Osmanlı'da giyim kültürünün, mensup olunan milliyetin örfüne göre aidiyet aksettirdiği gibi, tarikatlerde de, yolun adabına, disiplinine tabi olanlar, üstatlarının işaret buyurdukları kıyafetleri kullanırlardı. Tüm ahlaki tutumları ve tercihleri gibi, kıyafetleri de bunun dışında olmazdı. Bütün bu usul ve erkanın başında Nebi-yi Muhterem Efendimiz Hazretlerini gördüğümüz için O'na yakışan kıyafet ne ise kendilerine ancak onu yakıştırırlardı. Büyük veliler ve müritlerinin kıyafetleri halktan farklı değildi. Umumiyetle elbiseleri boldu ve sof tabir edilen yündendi. Sarık sarmanın Efendimiz'in sünneti olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla O'ndan gelen bu üsül, başta Osmanlı kültüründe olmak üzere bütün Müslümanlarca kullanıldı. Fakat ulemanın sarığı kendine göre oldu. Askeri erkanın da sarığı vardı. Muharebede miğfer giyer, sair zamanda bir başlığın üzerine destar sararlardı. Bir kaptan-ı deryanın muhteşem sarığı bütün ihtişamı ile hafızalardaki yerini koruyor" dedi.
Bugün birçok milletin ülkesinde geçmişteki kıyafetlerini sergilediği müzeleri olduğuna işaret eden Safiyüddin Erhan, "Biz de geçmişteki tasavvuf kültürünün birer parçası olan eşya ve kıyafetleri genişçe sergileme imkanımız olmadı. Genel müzeler içerisinde, dar bir alanda sergileme imkanı buluyoruz. Muhammed Rif'at Efendinin Risale-i Taciyye kitabında Allah-ü Teala Peygamber Efendimiz'e semadan nurdan tac ve hırka indirdiği belirtiliyor. Fakat bu tacın kaç terkli olduğunu kimse bilmez. Düğme vaz edilen taç altı veya oniki terklidir. Hadis-i şeriflerden sarık sarmanın şekillerini anlıyoruz. Muharebeye giderken büyük ve kırmızı sarık kullanmışlar. Bazıları kıyafeti giydiği zaman 'Oldum' kanaatine varabilir. Buna ham ervah derler. İbadet zayıflayınca insanlar mabetle uğraşır denirdi. Ama Osmanlı zamanında usul ve erkana titizlenenlerin sayısı çoktu. Esas gaye taç ü hırka değildir. İnsanın kalbinin şekillenmesidir. Kıyafet içerideki farkın dışa aksedişidir" diye konuştu.
TACLARIN (BAŞLIKLARIN) ÖZELLİKLERİ
Safiyüddin Erhan'ın başlıklar hakkında verdiği bilgiler şu şekilde: Taçlar arasında farklı olarak Özbek taçları var. Belli bir kalınlıktaki arakiye cinsinden sert keçe gibi bir kumaşa bedahe dedeğimiz hendesi şekiller farklı renkte ipliklerle zikir eşliğinde işlenir. Özbek taçları dört dilime ayrılır. Kadiri Tarikatından bu dilimlerin her birine selvi nakşedilir. Serviden murat, mevt-i manevidir. (ölüm halini hatırlamak). Kadiri taçlarında rütbelerine göre güller bulunur. Tac-ı Şerifin nihayetlendiği yere bir kürk parçasını andıran müjgan vardır. Bu başlığı takan Kadiri dervişleri her zaman ayak ucuna bakarlar. Nakşi Özbek taçlarında yine dört dilimden her birine kandil işlenir. O da nur-i tevhide işarettir. Üç harfli TAÇ lafzında ta, tamamlığa, elif doğruluğa, cim, cemale işaret gelir. Taçların terklerinin adetli olmalarının da çok manaları vardır. Tek terkli olanlar Allah'ın tek olduğuna, on iki terkli olan ise kelime-i tevhiddeki harflerin adedine ve on iki imama işaret olup daha pek çok rivayet mevcuttur. Ayrıca 6 terkli Hacı Bayrami tacı, yedi terke çıkınca Eşrefi tacı olmuştur. Ama üzerindeki pul ve düğme kalkmıştır. Bir de Kadiri taçları üzerindeki güllerin manası vardır. Bu taçlar yeşildir ve gülün hikayesi şöyledir: Abdülkadir Geylani Hazretleri Bağdat'a gelince, eski şeyhler Bağdat meşayıhla doludur gayriye ihtiyaç yoktur kabilinden kendisine içi su dolu bir tas takdim etmiştir. Gavs Hazretleri de, kış vakti hırkaları içerisinden sanki dalından yeni koparılmış bir taze gül çıkarmış ve tasın içine bırakmıştır. Su taşmamış, gül suyun üzerinde muhafaza olmuştur. Bunun üzerine Kadiri taçlarının tepelerine gül nakşedilmiştir. Bağdat gülü yeşil cuha üzerindeki iç içe geçmiş üç beyaz daireden ibarettir. Eşref Rumi gülünün deve yünü keçe üzerine işlenmesi, Efendimizin, Veysel Karani Hazretlerine hediye ettikleri hırkanın kıymetine itibar edildiğinin sünnetidir. Büyük evliyaların sandukalarındaki tacı ile günlük hayattaki taclar arasında farklar vardır. Bunlar pamuk dolama olarak sarılır. Bu büyük heybet için sandukalara konulan sarıklar, Osmanlı'da günlük hayatta sarıklar günlük hayatta bu kadar büyük kullanılmazdı.
SARIKLAR NASIL SARILIRDI
Safiyüddin Erhan, sarık için kullanılan destarların tacı şerifin büyüklüğüne göre tercihen 4, 7, 12 metre uzunluğunda bir metrekareye kadar muhtelif endeki tülbentlerin 3-5 santim eninde katlanarak, bir cetvel halini almasıyla sarıldığını anlattı. Geniş cetvelleri küçük taçlara sarmak zordur. Hatta sarılmaz. Cetveli yani eni uzunluğundan maada, ne kadar dar olursa sarma kabiliyeti ve görünüşü daha güzel olur. Sarıklar, umumiyetle Cüneydi tarzda sarılırdı. Cüneydi destar tek hilallidir. Bazen bu disiplin dışına çıkarak üç hilalli yapmak da mümkündür. Sarık abdestli ve kıbleye dönük ve her devirde bir salavat okunarak sarılır. Mevlevi sikkeleri ise kafes-i Cüneydi tarzda sarılır. Peygamber Efendimiz, sarık ucunu ortadan arkaya bir karış sarkıtırdı. Destar ucunun aşağı bırakılmasına 'taylasan' denilir. Bu sarık ucunun sarkıtılmasının şekilleri ile alakalı da manalar vardır. - BURSA