Son dakika haberi: "Kıbrıs meselesinde asıl sorun toplumlar arasındaki güvensizlik"
Bir son dakika haberine göre KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın 10'uncu ölüm yıldönümü nedeniyle Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Kadıoğlu, Kıbrıs meselesi hakkında değerlendirmelerde bulundu.
KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın 10'uncu ölüm yıldönümü nedeniyle Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Kadıoğlu, Kıbrıs meselesi hakkında değerlendirmelerde bulundu. Yarım yüzyılı aşkın süredir çözümsüzlüğün devam ettiğini söyleyen Kadıoğlu, çözümsüzlüğün altında yatan en önemli sebebin iki toplum arasındaki güven eksikliği olduğunu belirtti.
Ada'nın hem kuzeyinde hem güneyinde çözümsüzlüğün nedeni olarak dış güçlerin suçlanmasının neredeyse bir Kıbrıs geleneği haline geldiğine dikkat çeken Altınbaş Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Pınar Kadıoğlu, özellikle Türkiye'nin siyasi tutumuna getirilen eleştirilerin yersiz olduğunu ifade ederek, Kıbrıs meselesinin dönem dönem iç siyaset malzemesi olarak kullanıldığının yadsınamayacağını fakat dış politika çerçevesinde, Türkiye Cumhuriyeti tutumunun hiçbir zaman uluslararası toplumun görüşlerinden farklılaşmadığına dikkat çekti.
Çözümsüzlüğün altında yatan en önemli sebebin iki toplum arasındaki güven eksikliği olduğunu ifade eden Dr. Pınar Kadıoğlu; geçmişte yaşanılan şiddet olaylarının tekrarlanmaması için, gruplar arasında karşılıklı güven ilişkisinin kurulması gerektiğini söyledi Kadıoğlu, yeni nesillerin barışçıl bir düzende yaşayabilmesi için, Kıbrıs'ta çatışma çözümünün ilk adımının toplumsal travmalarının iyileştirilmesine yönelik çalışmalar olması gerektiğini, ekonomik ve siyasal gelişim projelerinin ise eş zamanlı olarak ikinci etapta yürütülmesi gerektiğini ifade etti.
Kıbrıs meselesinde halen bir ilerleme kaydedilememesinin sebebini izlenen çatışma çözümü metotlarının işlevsizliği olduğunu belirten Dr. Pınar Kadıoğlu, "Bugün, Kıbrıs'ta ne federasyon ne konfederasyon ne de iki devlet bazlı çözüm önerileri destek buluyor. Yeni çözüm geliştirme çabaları, 'sürdürülebilir bir çözümsüzlük' fotoğrafı çizmenin ötesine gidemiyor" dedi.
Dr. Pınar Kadıoğlu, 1963 tarihinden beri süren uluslararası çabaların işlevsizliğini şu şekilde açıkladı:
"1990'lı yılların başında oluşturulan ve bugün hala devam eden sistemsel algı 'Uluslararası Çatışma Çözümü' uygulamalarının merkezine, pozitif barış olarak tanımladığımız çatışmaya sebep olan etkenlerin ortadan kaldırılmasını koyar. Bu bağlamda gerçekleştirilen uluslararası uygulamaları domine eden fikir, çatışma sonrası bölgelerde liberal ekonomik sisteme entegrasyon ve demokratikleşmenin çatışma etkenlerini ortadan kaldıracağıdır. Bu formülasyon, ne yazık ki, çatışma çözümü konusunda eksik ve yetersiz bir çerçeve oluşturmaktan öteye de gidememektedir, uzun süreli aktif çabalara rağmen, İsrail- Filistin, Kaşmir ve Kıbrıs meseleleri gibi sorunların günümüzde halen çözülememesi bunun en büyük kanıtıdır" şeklinde konuştu.
"SOSYO-PSİKOLOJİK ETKENLERİ GÖZDEN KAÇIRILIYOR"
Kıbrıs'ta çözümlenemeyen sosyo-psikolojik travmaların en büyük sorun olduğunu belirten Dr. Pınar Kadıoğlu, "Kıbrıs'ta sistematik ve etkin bir içe bakış çabası görülmemekte; güncel ve geleceğe dair siyasal algıların tamamı geçmişte yaşanan yıkıcı çatışmalar ve kayıpların etkisinde şekillemektedir. Bu durum adanın hem güneyinde hem de kuzeyinde geçerlidir" dedi.
Dr. Pınar Kadıoğlu, KKTC'nin yarım yüzyıla yakın bir dönemdir etkili olan ve mevcut siyasi durumunun oluşmasının temelini oluşturan algı çerçevesinin ancak yüzeysel ikiliklerden uzak, derin tarihsel bir analiz çerçevesinde anlaşılabileceğini belirtti. Kadıoğlu, "Bu kapsamda, Kıbrıslı Türklerin hangi tarihte adaya geldiği, kimlerle karşılaştıkları, hangi şartlarda nasıl yaşadıkları, siyasal değişimlerin toplumlara ve toplumsal-arası ilişkilere etkileri, çatışma ve çatışma sonrası toplumsal algıların dönüşümü gibi meselelerin incelenerek siyasi davranış analizleri yapılmalı" diye konuştu.
"KIBRIS'TA ANADOLU TÜRK VE YUNAN KÜLTÜRLERİNDEN FARKLI BİR KÜLTÜR OLUŞTU"
Kıbrıslı Türkler'in tarihinin, 1571 yılında Kıbrıs'ın fethiyle başladığını hatırlatan Dr. Pınar Kadıoğlu, geleneksel Osmanlı iskan politikası kapsamında Anadolu'dan Ada'ya gerçekleştirilen göçler sonucunda Kıbrıs'ta hem demografik çeşitliliğin arttığını hem de sosyo-ekonomik gelişmenin sağlandığın anlattı.
Bu tarih itibariyle Kıbrıslı Türklerin adadaki Helen ve Latin kökenli gruplarla ortak bir hayat sürdürdüklerini söyleyen Kadıoğlu, bunun sonucunda ise Ada'da sosyo-kültürel bir füzyon oluştuğunu, grupların kullandıkları dillerin benzeştiğini, yeme-içme gibi alışkanlıkları büyük ölçüde birbirinden etkilendiğini belirtti. 20nci yüzyılın ortalarına kadar devam eden bu etkileşimin, bugün Kıbrıs Türk kültürünün Anadolu kültüründen farklılıklar taşımasına neden olduğunu, aynı şekilde, Ada'daki Helen kültürünün de günümüz Yunan kültüründen farklılıklar taşıdığını vurguladı. Dr. Pınar Kadıoğlu, "Bugün ki Kıbrıslı Helen ve Kıbrıslı Türklerin ataları, Kıbrıs'ın İngiliz yönetimine geçmesine kadar geçen 300 yıllık Osmanlı egemenliğinde beraber aynı köylerde komşu olarak yaşamış, benzer sosyal ve ekonomik zorluklarla yüzleşmişlerdi. Bu nedenle; Kıbrıs'ın Müslüman ve Ortodoks Hristiyanları arasında yüksek bir sosyal etkileşim sağlandı ve iki grubun kültürleri birbirinden etkilendi" değerlendirmelerinde bulundu.
"TOPLUMLARARASI AYRIM, İNGİLİZ DÖNEMİNDE ORTAYA ÇIKTI"
Dr. Pınar Kadıoğlu, 1878 yılında başlayan ve 1960 yılına kadar süren Kıbrıs'ta İngiliz döneminde, gruplar arasında etnik bazda herhangi bir ayrımın ortaya çıkmadığını vurguladı. İngiliz yönetimi altında uygulanmaya konulan etnik kimlik tanımlamaları ve eğitim politikaları; farklı dinlere mensup fakat Kıbrıslı ortak kimliğini paylaşan bu grupların, kendilerini önce Mora ve sonra da Anadolu'daki dindaşları ile özleştirmelerine neden olduğunu dile getirdi. Sonrasındaki dönemlerde de Yunanistan ve Türkiye özelindeki siyasi gelişmelerin, bu özdeşleşme nedeniyle Ada'ya yansıdığını, 1950lerin sonunda radikal boyutlara ulaştığını belirtti.
"ÖZELLİKLE KIBRISLI TÜRKLER, ETNİK ŞİDDETE MARUZ KALDI"
1960 yılında Kıbrıs'ın; Türkiye, İngiltere ve Yunanistan'ın garantörlüklerinde, Türkçe ve Yunancanın resmi dil olarak kabul edildiği ve Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Helenlerin ortak yurdu olan bağımsız bir ülke olarak deklare edildiğini hatırlatan Dr. Pınar Kadıoğlu, "Gruplar arasında İngiliz döneminde ortaya çıkan siyasi ve toplumsal uyuşmazlıkların etkisiyle ülke, üç sene içinde kaosa sürüklendi. 1963, 1967 ve 1970lerin ilk yıllarında Ada'da, özellikle Kıbrıslı Türkler, ciddi kayıplar verdiler ve tanımlanamaz acılar yaşanmasına sebep olan etnik şiddete maruz kaldılar. 1974 yılında Türkiye'nin müdahalesi ile sona eren gruplar-arası şiddet; az nüfuslu bu küçük kara parçasında bugün dahi etkileri süren ciddi sosyo-psikolojik izler bıraktı" dedi.
"YAŞANAN ŞİDDET OLAYLARI TRAVMA YARATTI"
Dr. Pınar Kadıoğlu, yaşanan şiddet olaylarının tüm Ada halkında travma oluşturduğu, yüzyıllarca beraber yaşamış bu grupların birbirlerine bir daha asla güvenemeyeceklerine dair kesin bir kanaat oluştuğu tespitinde bulundu. Kıbrıs adasında iki toplumunda güvende hissedebilecekleri, ekonomik, siyasi ve sosyal anlamda eşitlik ilkelerine bağlı bir siyasi yapının oluşturulmasına dair, 1963 yılından beri sürdürülen çabaların sonuçsuz kalmasının temel nedeninin de bu toplumsal travma olduğunu dile getirdi. Dr. Pınar Kadıoğlu, "Birleşmiş Milletler özelinde yürütülen tüm çatışma çözümü programları; ekonomik gelişme ve demokratikleşme kriterleri üzerine yoğunlaşmıştır. Kıbrıs meselesi gibi sorunların yarım yüzyıla aşkın bir süredir bu formülasyonla çözülememesi ise, bu bakış açısında sorunlar olduğunu ortaya koyuyor. Bu anlamda ileri gidebilmenin tek yolu, tüm çatışmaların ekonomik veya siyasi olmaktan önce sosyal-insani meseleler olduğunu ve çözümlerin de öncelikle insan faktörü göz önüne alınarak formüle edilmesi gerektiğini kabul etmekten geçiyor" diye konuştu.
"ASIL MESELE ADADAKİ TOPLUMLARARASI GÜVEN EKSİKLİĞİDİR."
Asıl meselenin insan ve Ada'daki toplumlararası güven eksikliği olduğu tespitinde bulunan Dr. Pınar Kadıoğlu, Kıbrıs'ta sürdürebilir herhangi bir planın formüle edilmesi ve işlemesi için, öncelikle toplumsal travmaların neden olduğu pasifite, korku ve pesimizmin çözülmesi gerekli olduğunu, aksi halde Ada'da herhangi bir çözüm mümkün olmayacağını belirtti.