Sektörün İlk Dijital Dergisi Çıktı
Hasan Kaçan: "canlandırdığım rolden çıkamıyorum, iyi ki Polat Alemdar'ı oynamıyorum"
"CANLANDIRDIĞIM ROLDEN ÇIKAMIYORUM, İYİ Kİ POLAT ALEMDAR'I OYNAMIYORUM"
Her ne kadar hayatımıza bir zamanların sevilen mahalle dizisi "Ekmek Teknesi"nin meşhur "Heredot Cevdet"i olarak girmiş olsa da aslında o çok tanınan bir karikatüristti. Öyle ki, o dönemin ünlü çocuk dergisi Doğan Kardeş, Hasan Kaçan'daki karikatür çizme yeteneğini henüz 16 yaşında bir lise öğrencisi iken keşfetmişti. Doğan Kardeş dergisinin, "Geleceğin Karitatüristi" olarak haberini yaptığı Hasan Kaçan, bu öngörüyü haklı çıkardı. Hatta, kendi tabiriyle," kırkından sonra" oyunculuğa başlayarak yeteneklerinin karikatür ile sınırlı olmadığını cümle aleme gösterdi.
Kendisi "çizgiyle olan maceramızı bitirdik" dese de, oyunculuğun çizdiği karakterin ete kemiğe bürünmesinden başka bir şey olmadığının farkında.
Karikatürist, oyuncu, senarist ve yapımcı Hasan Kaçan ile "mizahçı" bakış açısının farkını görebileceğiniz bir röportaj gerçekleştirdik. Kendine has üslubu ve tüm samimiyetiyle "Hasan Kaçan"ı ve sinema ve dizi sektörüne dair düşüncelerini konuştuk.
"18 YAŞIMDA GIRGIR'IN KADROLU KARİKATÜRİSTİ OLDUM"
BOSPHORUS: Bir zamanların kült mizah dergisi Gırgır ekolünden geliyorsunuz. Karikatüre başlama maceranızı anlatır mısınız?
HASAN KAÇAN: Ortaokul yıllarında başladı karikatüre olan ilgim. O zamanın bilinen sevilen çizerleri rahmetli Altan Erbulak ve Oğuz Aral gibi olsam diye hayal ederdim. Ortaokul ikinci sınıfta Gırgır Dergisi'ne gitmeye başladım. Amatör karikatürleri götürüp gösteriyordum. 18 yaşında da Gırgır'ın kadrolu karikatürcüsüydüm. Usta çırak ilişkisi içinde çalışırdık. O sırada akademiye de girdim. Grafik bölümünde okuyordum, böylece çizgiyle ilgili eğitim almış oldum. Devlet Güzel Sanatlar Akademisi'ydi o zamanlar, şimdi Mimar Sinan oldu. Mezun olamadım tabi. 12 Eylül zamanlarında doğru dürüst okula bile gidemedik. Çok ağır bir dönemdi o dönem. Evden okula gitmek bile problemdi. Okula aşağı yukarı bir yedi sene kadar devam ettik ama 3.sınıfta bırakmak zorunda kaldık. O dönemde Gırgır Dergisi'nde profesyonel çalışma hayatımız başlamıştı ve yaklaşık on beş sene sürdü. Sonrasında arkadaşlarımla Hıbır diye bir mizah dergisi çıkardım, o da altı sene sürdü. Sonra Ustura diye bir mizah dergisi çıkardım. O da 3 yıl kadar sürdü.
"SENARYODA YAZDIĞIM KAREKTERLERİ HALA ÇİZİYORUM"
BOSPHORUS: Sevilen ve tanınan bir karikatürist iken ne oldu da birden oyunculuğa başladınız?
HASAN KAÇAN: Karikatür işlerimiz devam ederken tesadüf Ekmek Teknesi'nin senaristliği çıktı. Oyunculuk düşüncemiz zaten yoktu. Ben senaryoda yazdığım karakterleri çiziyorum, hala da öyle yaparım. Yazdıktan sonra, benim kafamdaki karakter nasıl bir şey diye çizerim. Ekmek Teknesi'nde Herodot Cevdet'i hem çiziyordum hem de senaryoyu birlikte yazdığımız arkadaşlar Raci Şaşmaz'a, Bahadır Özdener'e ve Cüneyt Aysan'a anlatıyordum. Arkadaşlar bu anlatımlarımı beğenmiş olacaklar ki, Heredot Cevdet'i benim oynamamı istediler."İmkânı yok yapamam" dedim. Sonra onlar Osman Sınav'a gittiler, yapımcımız o oldu. Bir taraftan da Osman Hoca bize gol atmış oldu, ittiler beni kameraların önüne. Ben "olmadı" dedim. Sonra olmadı sandığımız şeyi Osman Hoca almış, dizinin içerisine koymuş. Bakamadık bile utancımızdan. İnsanlar yavaş yavaş onu sevmeye başladılar. Heredot Cevdet cins bir karakterdi. Enterasan delilikleri vardı. Halk kültürümüzdeki anlatıcılık geleneğini temsil ediyordu. Ben de çocukluğumda yaşadığım mahalledeki kıraathanelerde Heredot Cevdet'e benzer karakterler gördüm.
"CANLANDIRDIĞIM ROLDEN ÇIKAMIYORUM, İYİ Kİ POLAT ALEMDAR'I OYNAMIYORUM"
BOSPHORUS: Oynadığınız karakterleri oluşturma sürecinde nelerden faydalanıyorsunuz?
HASAN KAÇAN: Kendinizden yola çıkarsanız sadece Hasan Kaçan'dan bir şeyler katmış olursunuz o karaktere. Ama hayatınız boyunca beraber olduğunuz arkadaşınız, eşiniz, çevreniz, ananız, babanızdan da bir şeyler almışsınızdır farkında olmadan. Mesela bundan iki sezon önce Babam İçin adlı bir drama dizisinde oynadım. Rahmetli babamı düşünerek, onun karakterinden yola çıkarak tiplemeyi canlandırmaya çalıştım. Canlandırdığınız karaktere büründüğünüz zaman, kendiniz inandığınız zaman oluyor. Siz inanıyorsanız, sizi izleyenler de inanmak durumunda. Çünkü ortada hayal mahsulü bir şey var. Hayal mahsulünü ne kadar etkili bir şekilde, ne kadar üslubu size has olan bir şekilde canlandırırsanız o kadar gerçek oluyor. Sinemada da zaten bu işin sırrı gerçekliğine inandırmak. Ben sinema eğitimi de almadığım için ister istemez o kılığa bürünmek, kendimi öyle hissetmek zorunda kalıyorum. Belki daha profesyonel oyuncular anlık bir şekilde sıyrılıp rolden çıkabiliyordur ama ben çıkamıyorum. Uzun zaman rolümün tesiri altında kalıyorum. İyi ki Polat Alemdar filan olmamışız!
"KIRKIMDAN SONRA OYUNCU OLDUM"
BOSPHORUS: Belli bir yaştan sonra oyunculuğa soyunmuş ve başarılı olmuş sıra dışı bir örneksiniz. Alaylı olmak mı eğitimli olmak mı oyunculukta daha avantajlı?
HASAN KAÇAN: Bana göre her ikisinin de kendine göre avantajları vardır. Tabi ki bu işin eğitimini almış olmak mutlaka ki gerekiyor. Bizim durumumuz insanlara örnek olmamalı. Bizimki çok ekstradan kırk yaşından sonra olmuş olan bir şey. Kimin kırk yaşından sonra oyuncu olmak gibi bir düşüncesi olabilir ki? Benim de yoktu zaten. Dolayısıyla özel bir durum olduğu için örnekte olamaz, olmamalı da. Hedefi oyunculuk olan kimseler imkan bulursa mutlaka bu işin eğitimini almalı. Ondan sonra samimiyetini, gerçekliğini kendi yorumunu ortaya koymalı.
Biz karikatür çizerken o zamanlar karikatür okulu filan olmadığı için mecburen alaylıydık. Sadece resim okulları, akademiler vardı. Ustamız Oğuz Aral, "resmin gerçeğini yapmadan karikatürcü olunmaz. Önce resmi normal yapabileceksin, sağlıklı bir resim çizebileceksin. O sağlıklı resmi çizdikten sonra bozacaksın" derdi. Karikatür resmin bozulmuşu, abartılmışıdır. Burnu büyütürsün, kulağı büyütürsün, eli büyütürsün ya da büyütmezsin. Doğrusunu bilmeden resmi nasıl abartacaksın? Anatomi bilmeden insan vücudunun neresiyle oynayabileceksin?
Oyunculuğu meslek seçecek olan arkadaşların da önce doğrusunu bilmeleri sonra üsluplarını zaman içerisinde oturtmaları gerekiyor. Biz direk üslupla başladık. Bizimkisi şans, kader kısmet türünden. Bahçenin bir kenarında çıkan ayrık otu gibi bir şey.
BOSPHORUS: Çizerlikten oyunculuğa giden yolda neler değişti hayatınızda?
HASAN KAÇAN: Çizgi ile ilgili macerayı bitirdik. Mizah tabi ki sürüyor. Çizmiş olduğum karakter bu defa ete kemiğe bürünüyor. Eskisinden farklı olarak kâğıt üzerinde kalmıyor. En son yaptığımız, şu anda da TRT'de devam eden Gönül Hırsızı dizisinde bütün karakterleri tek tek çizdik. Ne giyecek, nasıl olacak hepsi belliydi. Ona göre cast çalışması yaptık.
O zaman yüzümüzü bilmiyorlardı şimdi yüzümüzü tanıyorlar. Eskiden otobüse oturduğum zaman "vay adama bak ne çizmiş" diye arkadan bizim hakkımızda konuştuklarını duyuyordum. Beğenip beğenmediğini, samimi olarak duyabiliyorduk. Şimdi bir Hasan ağabeylik durumu var. Tabi kırk yaşından sonra oyuncu olunca da insanların Hasan ağabeysi durumu oluyor. Ben "hayranlar" demek istemem, daha çok seven kitlesi diyelim bizi izleyenlere. O daha da hoş bir şey. Herkes kendi evinin, mahallesinin, sokağının Hasan ağabeysi gibi görüyor. Muhabbetleri de yaklaşmaları da öyle. İster istemez biz de öyle yaklaşıyoruz.
"BİZE MAHALLE AĞABEYİSİ OLMAK YAKIŞIYOR"
BOSPHORUS: Sizi hep sıcak Mahalle dizilerinde görüyoruz. Ekmek Teknesi'nin ardından Gönül Hırsızı'nda da mahallenin sıra dışı karakteri Pilot Nadir'i canlandırıyorsunuz. Sebebi nedir?
İster istemez zamanla bir üslup oluşturuyorsunuz. Çizdiğim karikatürlerde de aynı şekilde oluyordu. Gırgır döneminde yapmış olduğum Eşek Herif tiplemesi vardı, en çok beğenilen tiplemelerden birisiydi. Bir mahallede babasıyla birlikte yaşayan, mahallenin her türlü karakteriyle beraber maceraları olan bir tiplemeydi. Oradan kalkıyoruz dizilere geliyoruz, ister istemez aynı üslubu sürdürüyoruz. Üslup yakalamak kolay değil, o üslubu yakaladıktan sonra da "ben bundan sıkıldım başka bir şey yapayım" demekte maymun iştahlılık gibime geliyor. Bize mahalle ağabeysi olmak, mahalledeki hikâyeleri anlatmak yakışıyor. Bütün bu mahallede birlikte yaşam kültürünün azaldığı bir dönemde oradaki güzellikleri anlatan bir adamın olması da bir kayıp değildir herhalde.
Becerebildiğimizi tercih ediyoruz, dramdı filan yapamıyoruz. Komedi ya da tebessüm ettiren roller daha işime geliyor diyelim.
"GENÇ KOMEDYEN ARKADAŞLARIN HEPSİ ÇOK BAŞARILI"
-Bir oyuncu ve mizahçı olarak komedi dizileri ve komedyenler hakkında neler düşündüğünüzü merak ediyoruz. Mesela nelere gülüyorsunuz?
Bir sürü dizinin belirli yerlerine gülüyorum. Şuan da Türk Sinemasının lokomotifi olan isimlere baktığımız zaman hepsi çok başarılı. Hepsinin filmlerine gidiyorum. Ata Demirer de, Şahan Gökbakar da Cem Yılmaz da çok başarılı. Genelde olumsuz eleştiriler yaparlar. İşte filmde çok küfür var filan derler. O da toplumun belirli bir kesimini anlatıyor. Öteki başka bir şey anlatıyor. Düğün Dernek filminde oynayan genç arkadaşlar, şimdi Kardeş Payı isimli dizi yapıyorlar, onlar da çok başarılılar. Elimden geldiğince Kardeş Payı'nı takip etmeye çalışıyorum. Özellikle bizim mizahçılık dönemlerimizi katlayacak yetenekli arkadaşlarımız var. Onlara hayranlıkla bakıp takdir etmekten başka elimizden bir şey gelmez. Kötü konuşmak, eleştirmek kolay. Onların yaptığı işi yapabilmek, insanlara tebessüm ettirmek, belirli bir süreliğine de olsa mutlu edebilmek zor bir şey.
Son dönemde bakarsanız en çok iş yapan filmler, diziler hep komedi. İnsanlar bir biçimde hayatın ağır durumlarından belirli bir süreliğine de olsa çıkmak istiyorlar. Hayatımız hep böyle geçmez ki. İnsanlar birbirlerine espri yapmadan, şaka yapmadan hayat geçmez ki. Vardır öyle çok tatsız tutsuz sıkıcı bir şekilde geçen ömürler. Mahalleye baktığımızda esnafın bile birbirine şaka yapmadan geçirdiği bir gün yoktur. Biz onların hepsini yaşadık. Rahmetli babam dükkânı kapatıp cumaya gittiğinde kasabın gelip" Berber Ali rahmetli olmuştur, cenazesi şuradan kalkacaktır" diye tabela yapıştırıp bütün mahalleyi telaşa vermesi bir prodüksiyon, bir düşünce.
"İŞİN YAPIMCILIK TARAFINDAN KAÇTIK"
-Sizin bir de yapımcılık tarafınız var. Senaristlik ve oyunculukla birlikte yapımcılık nasıl gidiyor?
PANA Film'in ortaklığından iki yıl önce ayrıldım. Tekden Film'de proje ortaklığı yapıyorum. Yapımcılık tarafının insanın kreatif tarafından çok şey aldığını gördüm. İnsan bu işin kırtasiyesi ile bürokrasisi ile uğraşırken; aslında esprisinden, senaryosundan biraz uzaklaşmaya başlıyor. Ya birini yapmak lazım ya da diğerini. Dolayısıyla ben yazan tarafta olmayı daha çok tercih ettim. Bundan sonraki projelerde ne kadar ömrümüz varsa yazan tarafta olmayı tercih ediyoruz.
Ancak, İster istemez işin yapımcılık tarafında da oluyorsunuz. Yazıp çizdiğiniz şeyin kadrosunu da kendiniz kurmak istiyorsunuz. O kadroyu kurarken de zaten bir biçimde -diyelim ki iki yüz kişi ile görüşmüşseniz- zaten yapımcının yaptığını da yapmış oluyorsunuz. Ama parayla pulla uğraşmak insanı zihinsel üretim olarak zayıflatıyor. Dolayısıyla işin o tarafından biz kaçtık.
"BEŞ GÜNDE SİNEMA KALİTESİNDE İŞLER ÇEKİLİYOR BU MEMLEKETTE"
-Senarist, oyuncu ve yapımcı olarak ülkemizdeki dizi sektörünü nasıl buluyorsunuz?
Önce sinemadan bahsetmek lazım. Neticede sinemanın devamı olarak diziler var. Sinema sektörü çok güzel bir yere geldi. Şunu anladık ki bizim insanımızın kendisinden olmayan hikâyeler umurunda olmuyor. Türk insanı tanıdığı, bildiği, kendi hayatı içerisinde olan hikâyeleri her zaman benimsiyor. Kurgu hikâyelere karşı bir antipatimiz var. Gerçek hikâyeleri, bu toprağın kokusunu siz insanlara verdiğiniz zaman insanlar koşa koşa gidiyorlar. On sene öncesindeki Türk Sinemasının durumu ile şimdiki Türk Sinemasını kıyaslayamayız bile. Bir "Düğün Dernek" filmini 7 milyon civarında bir seyircinin seyrettiğini düşünürsek bu çok güzel bir şey. Kurtlar Vadisi döneminde hatırlıyorum, Kurtlar Vadisi Irak filmini çektiğimiz zaman sinemacılarla konuştuğumuzda bize "öyle insanlar geliyor ki hayatlarında ilk defa sinemaya geliyorlar, çünkü o koltuğun üzerine dik oturuyorlar, nasıl oturulacağını bile bilmiyorlar" diyorlardı. Belli ki ilk defa sinema salonuna geliyorlar. Düşünün o insanlar yavaş yavaş sinemayı benimsediler ve hayatlarının parçası oldu.
Dizi sektörü de aynı şekilde sinemanın tv'de yansıması. Çok kaliteli işler yapılıyor. Aşırı derecede rekabet olduğu için bütün dizilerin teknik olarak üst düzeyde olması lazım. Genelde baktığımızda reji olarak, resim olarak, teknik anlamda hepsi çok üst düzeyde. Yetmiş seksen dizinin yapıldığı sezonda altı yedi dizinin hayatta kalıyor olması acımasız ama baktığınızda hepsi birbirinden kıymetli işler.
Bana soracak olursanız dizi sektörünün en büyük problemi vakit. 90 dakikalık dizinin, her hafta hem oyunculuk olarak hem senaryo olarak, reji olarak aynı kalitede aynı tempoda yapabilmek mucize gibi bir şey. Haftalık yayınlanıyor ama bölümü beş günde çekmek zorundasınız. Beş günde sinema kalitesinde işler çekiliyor bu memlekette. Bir sürü insan, özellikle set çalışanları bu işten çok yoruluyorlar. Herkes tabi ki neticede evine ekmek götürdüğü için mutludur. Düşünsenize adamın başladığı dizi 90 dakika da olsa 120 dakikada olsa eğer dördüncü bölümde yayından kalkmışsa "keşke 140 dakika olsaydı da işim devam etseydi der.
"OYUNCULARIN İŞ YÜKÜNDEN ŞİKAYET ETMEYE HAKKI YOK, DÜNYANIN PARASINI ALIYORLAR"
BOSPHORUS: Oyuncular iş yükünden şikayetçiler. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz?
HASAN KAÇAN: Oyuncuların sızlanması, ağlaması bana göre lüzumsuz geliyor. Çünkü zaten dünyanın parasını alıyor bu insanlar. O paranın karşılığı olarak da biraz ezileceksin kardeşim. Ezilmekten de kastım şu: Gene oyuncuyu set işçisi ile kıyaslayamazsın. Oyuncunun en büyük sıkıntısı beklemek. Sahne bekliyorsunuzdur, kimi zaman iki saat beklersiniz kimi zaman beş saat beklersiniz. En fazla beklemekten şikâyet edebilirsin. Aşırı derecede yorgunluktan şikâyet edemezsin. İşinin süresi belli, sahnen belli, sana ne kadar yazıldığı belli, en son şikâyet edecek olan kişiler bizleriz.
Onun dışında tabi ki zaman içerisinde dizilerin 40 dakika, 45 dakika, 50 dakika gibi sürelere gelmesi hem hikâyelerin sağlıklı anlatılması açısından hem daha kaliteli işler çıkması açısından hem de insani çalışma şartları oluşması açısından tabi ki iyi olur. Zannediyorum zaman içerisinde böyle bir duruma gelinecek. 90 dakika zaten bir süre sonra da insanları sıkmaya başlıyor. Seyirci en güzel diziden bile kopuyor.
"SİNEMADA NE KADAR KENDİMİZ OLURSAK O KADAR BAŞARILI OLURUZ"
BOSPHORUS: Türk sinemasının dünyada henüz istenen seviyeye gelmediğini biliyoruz. Sizce neden?
HASAN KAÇAN: Dünya çapındaki sinemaya hâkim olan biz değiliz de ondan. Dünya çapındaki sinemaya hâkim olan Amerikalılar, dolayısıyla dünya çapındaki oyuncuları da ister istemez onlar çıkarıyorlar. Filmlerini bütün dünyaya satıyorlar. Bu teknik bir şey. Bollywood'a baktığınız zaman Hindistan'ın da dünya çapında oyuncuları var. Çin'e baktığınız zaman Çinliler'in de dünya çapında oyuncuları var. İran sineması da çok iyi, bir sürü ödülleri topluyor.
BOSPHORUS: Amerikan,İran,Çin ve Hindistan gibi başarılı ülkelerin yakaladığı başarıları yakalamak için ne yapılmalı?
NASAN KAÇAN: Ne kadar kendin olursan o kadar iyi bir seviyeye gelirsin. Başkasına benzemeye çalışmaktansa kendin olmaya çalışırsan o seviyeye gelmek için gereken süreyi kısaltırsın. Şimdiye kadar böyle değildi, hep yabancı sinemaya, yabancı filmlere benzemeye çalıştığımız için kötü oluyordu. İnsanlarımız o filmlere gitmiyorlardı. Zaten Türk sinemasının çöküşü de öyle oldu. Bu toplumdan uzak, bu toplumla alakası olmayan filmler çektiler. Şimdi insanımız ne zaman ki eşiyle, dostuyla, anasıyla, babasıyla toprağıyla barıştı, filmler birden bire başarı kazanmaya başladı. Sezon içerisinde yayınlanan filmlerden nereden bakarsanız üç beş tanesi dünya çapında film de olabilir, niye olmasın? Adam iyi pazarladığı için dünya çapında oluyor.
Şimdi baktığımızda diziler filan yabancı ülkelere satılıyor. Sinema filmlerini de yabancı ülkelere pazarlayabildiğimizde o zaman istediğimiz seviyeye gelebiliriz. Bu sektöre ticari anlamda ne zaman hakim olursak sinemamız da o zaman istediğimiz seviyeye gelir.
BOSPHORUS:Yeni projeleriniz var mı?
HASAN KAÇAN: Televizyon dünyasıyla ilgili yeni bir şeyler yapmak arzu ediyoruz, fakat çok yorucu olduğu için aslında ben bundan sonra senede bir ya da iki tane sinema filmi yapıp bizi izleyenlerle buluşmayı daha çok tercih ediyorum. Hem yorgunluk açısından hem de yaptığınız işin içinin daha dolu olması açısından sinemanın öyle bir avantajı, kalıcılığı var. Önümüzdeki dönemlerde daha çok sinema filmleriyle bir şeyler yapmak istiyorum. Dizilerden biraz uzaklaşalım diyorum ama tabi bu bizim arzumuz, hayat bizi nereye götürür bilemeyiz.