Şehrin Mimarları Buluşması
Başbakan Binali Yıldırım, "Medeniyetimizin izlerini taşıyan büyük şehirlerimize baktığımızda, İstanbul, Edirne, Bursa, Konya gibi şehirlerimizde maalesef imar rantıyla geçmişin değerlerinin büyük bir savaşım içinde olduğunu görüyoruz ama ne yazık ki geçmişimiz, medeniyetimiz imar rantına her...
Başbakan Binali Yıldırım, "Medeniyetimizin izlerini taşıyan büyük şehirlerimize baktığımızda, İstanbul, Edirne, Bursa, Konya gibi şehirlerimizde maalesef imar rantıyla geçmişin değerlerinin büyük bir savaşım içinde olduğunu görüyoruz ama ne yazık ki geçmişimiz, medeniyetimiz imar rantına her geçen gün yenik düşmekten kurtulamıyor. Belediyelerimizin, üzülerek söylemek isterim ki, meclislerinin gündemindeki dosyaların yüzde 85'i imar revizyonudur. İmar revizyonu konusunda da mecliste hiç kavga, gürültü olduğuna bugüne kadar şahit olmadım. Muhalefet-iktidar ayrımı hiç olmaz ve şehri çirkinleştirmekte adeta yarış haline girerler." dedi.
Yıldırım, Sepetçiler Kasrı'nda Şehrin Mimarları Buluşması etkinliğindeki konuşmasında, şehrin köken itibarıyla medeniyet anlamına geldiğini, insanların şehirleri meydana getirdiğini, şehirlerin insanların karakterini yansıttığı, duygu ve düşüncelerine tercüman olduğunu dile getirerek, "Dolayısıyla kendi elimizle medeniyetler inşa edebildiğimiz gibi kendi elimizle inşa edilmiş medeniyetleri de yok edebiliyoruz." diye konuştu.
Falih Rıfkı Atay'ın 1930'larda İstanbul için yazdığı "Kırmızı alevden daha korkunç bir canavarın, zevksizliğin, bilgisizliğin, kontrolsüzlüğün canavarlaştırdığı betonun bu sefer İstanbul'un bütün güzelliğini yalnız tahrip değil, yok ettiğini göreceksiniz. İstanbul şehri çirkinleştirilmektedir, artık ne alev ne de zelzele ile temizlenemeyecek tarzda çirkinleştirilmektedir. Cahil ve sanatsız beton canavarını çabuk sıkboğaz ediniz." ifadelerini aktaran Yıldırım, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"O tarihte böyle bir ahvali, durumu Falih Rıfkı Atay görmüş ise bugünkü halinden bahsetmek istemiyorum. Bu, aslında İstanbul şehrinin karşı karşıya olduğu tehlikeyi en açık şekilde ortaya koymaktadır. 'Marka şehirler', 'Yaşanacak şehirler' diyoruz. aslında biz de AK Parti olarak hükümet programlarımızda, seçim beyannamelerimizde bunu hep söyledik: 'Yaşanabilir, marka şehirler kuracağız.' Ancak böyle bir şehir kurmaktan önce devraldığımız medeniyeti korumak, onların zarar görmesini önlemek belki daha önemli. Medeniyetimizin izlerini taşıyan büyük şehirlerimize baktığımızda, İstanbul, Edirne, Bursa, Konya gibi şehirlerimizde maalesef imar rantıyla geçmişin değerlerinin büyük bir savaşım içinde olduğunu görüyoruz ama ne yazık ki geçmişimiz, medeniyetimiz imar rantına her geçen gün yenik düşmekten kurtulamıyor. Belediyelerimizin, üzülerek söylemek isterim ki, meclislerinin gündemindeki dosyaların yüzde 85'i imar revizyonudur. İmar revizyonu konusunda da mecliste hiç kavga, gürültü olduğuna bugüne kadar şahit olmadım. Muhalefet-iktidar ayrımı hiç olmaz ve şehri çirkinleştirmekte adeta yarış haline girerler."
Yıldırım, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ve uzun yıllar belediye başkanlığı yapan Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki de salondayken bir uyarıda bulunmak istediğini ifade ederek, "Uyarım, tavsiyem; artık kendi ellerimizle şehirlerimizi mahvetmekten, yok etmekten sakınalım, imar revizyonlarına ve dikey yapılaşmalara artık bir 'Dur' diyelim." dedi.
İmarsız yapılaşma konusuna değinen Yıldırım, İzmir'in yüzde 62'sinin imarsız, sağlıksız yapılardan oluştuğunu kaydetti.
"Mazimizin gereğini atimize taşımakta yeterince başarılı olamadık"
Başbakan Binali Yıldırım, bir arkadaşının anısını paylaşırken, şunları anlattı:
"Almanya'ya giden bir arkadaşımız, uzun yıllar orada çalıştıktan sonra çocukları oluyor, çocukları orada büyüyor. Çocuk sürekli babasından da İstanbul'u, İstanbul'un güzelliklerini dinliyor. Çocuk artık iyice sabırsızlanıyor, meraklanıyor, 'Baba, çok anlattın ben İstanbul'u görmek istiyorum' diyor. Babası da yıllık izninde çocuğunu İstanbul'a götürme sözü veriyor. Atatürk Havalimanı'nda iniyorlar, şehre doğru gelirken çocuk, merakla etrafa bakıyor. Babası, 'Nasıl evladım, İstanbul'u beğendin mi?' diye soruyor. Çocuk, gayet şaşkın bir şekilde 'Baba savaştan sonra gelsek daha iyi olmaz mıydı?' diyor. O filizi çıkmış kolonları, çatısız binaları görünce bütün hayalleri yok oluyor."
İnsanların böyle şehirlere layık olmadığını ifade eden Yıldırım, "Biz, dünyaya medeniyet nedir götürmüşüz, medeniyetleri buluşturmuşuz, maneviyatla geleceği, atiyle maziyi birleştirmişiz. Asırlarca insanlığa barış, kardeşlik öğütlemiş ve bu ortama hazırlamış ecdadın torunları olarak maalesef mazimizin gereğini atimize taşımakta yeterince başarılı olamadık." dedi.
Yıldırım, Fatih Sultan Mehmet'in "Asıl marifetin halkın kalbini, ruhunu, benliğini inşa edecek, insana huzur verecek şehirler imar etmektir" sözlerine atıf yaparak, "Şehirler de binalar da insanların karakterini ve ruh halini yansıtıyor. Eğer sorunlarını aşmış, zihninizde meseleleri çözmüş bir toplumsanız, ona göre şehirlerinizi de daha estetik, daha ruhu, kimliği olan binalardan oluşturuyorsunuz. Maalesef elimizde imkan olsa da bu estetiği, zarafeti, ruhu binalara veremiyoruz." diye konuştu.
Karadenizli bir müteahhidin İstanbul'da çok sayıda bina yaptığını, yaşı ilerleyince memleketinde hayır işi olarak hastane yapıp devlete bağışladığını, ancak katın biri kaçak olduğu için hastanenin açılamadığını anlatan Yıldırım, şunları kaydetti:
"7 kat izin almış, 8 kat yapmış. Alışkanlıktır ya belediyeden ruhsatı alırsınız 'Balkonu şöyle, girişi böyle, çatısı böyle', hepsinin tanımı vardır. Ondan sonra illa yaparken bir çıkıntı, bir değişiklik, 'Tavan arasına da bir kat daha sıkıştıralım' gibi şeytan dürtüyor ve orijinalliği bozuluyor."
Avusturalya'da şehir ve mahalle kurarken önce arazinin alındığını ve bir ada oluşturulduğunu, daha sonra yolların çizilerek altyapının yapıldığını ve ardından 'Ev yapılabilir' ilanı verildiğini dile getiren Yıldırım, "Şehircilik, mimari konusu Avrupa'da neden bu kadar daha düzenli bize göre? Bir kere izin, ruhsat verme işiyle sorumluluğu sınırlı tutmuyorlar. Her aşamasında, dış cephe boyası, balkonların demirlerinin işçiliğine varıncaya kadar her binanın bir mesulü var. Türkiye'deki aile hekimliği gibi belediyeler de bu işin sahibi kuruluşlar da her binaya bir sorumlu tayin ediyor, baştan sona hizmete girinceye kadar bunlardan mesul oluyor, bu konuda asla ve asla tolerans, müsamaha tanımıyorlar." diye konuştu.
(Sürecek)