Osmanlı, Kudüs'ü Almadan 100 Yıl Önce Bölgede Vakıf Kurdu"
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Osmanlı'nın Kudüs'ü yönetimi altına almadan 100 önce, bölgede vakıf eserleri kurduğunu belirterek, "Bölgedeki ilk vakıf henüz Osmanlı bölgede değilken 1432'de yapılan İsmihan Şah vakfıdır.
Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, Osmanlı'nın Kudüs'ü yönetimi altına almadan 100 önce, bölgede vakıf eserleri kurduğunu belirterek, "Bölgedeki ilk vakıf henüz Osmanlı bölgede değilken 1432'de yapılan İsmihan Şah vakfıdır. Osmanlı Devleti, bölgede üç dinin barış içerisinde yaşaması ve ibadetlerini yerine getirebilmeleri için özel gayret göstermiştir." dedi.
FSMVÜ Ses Sanat Edebiyat Düşünce Kulübü tarafından düzenlenen, Kudüs konulu sempozyumda konuşan Kurşun, üç semavi din için de kutsal olan Kudüs'ün İslam egemenliğinde özellikle de Osmanlı döneminde barış ve huzur içerisinde yaşadığını bildirdi.
"Kudüs'te üç tabakalı tarihi muhafaza edebilecek yegane unsur İslamiyet ve Müslümanlardır"
Kudüs'le ilgili olarak dünyada ve Türkiye'de bir kavram kargaşası bulunduğunu ifade eden Kurşun, şöyle konuştu:
"İslami gayretleri olduğunu iddia eden bir kısım Filistinliler dahil olmak üzere, tıpkı Yahudilerin yaptığı gibi; Yahudiler, Yahudi dönemi Filistin'inden söz ederken onlar da Memlüklüler öncesi hatta Beyt'ül Makdis dönemi üzerinden bir Kudüs yaratmaya çalışıyorlar. Özellikle Osmanlı döneminin Kudüs'ünü yok sayıyorlar. Bu parçalılık, aslında bugünkü sonucu doğurmuştur. Önce tarihte ve zihinlerde parçalanma meydana getirildi ve sonra da bugünkü sonucu ortaya çıkarttılar. Yahudiler burada her zaman var olmuştur ama idari olarak var oldukları dönem İslami dönemden çok daha uzun olmamıştır. Daha azdır. Metinlerde 2 bin-2 bin 500 yıllık bir iddiadan söz edilir. O iddia başka, fiilen orada olmak başka. 'Fiilen orada olmak aynı zamanda bugün bulunma hakkını size verebilirdi eğer' diye düşünüyorsak şunu bilmemiz gerekiyor ki; idari olarak en uzun dönem İslami döneme tekabül ediyor. Bugün bölgede barış isteniyorsa bu mutlak manada Müslümanlarla sağlanabilir. Çünkü Yahudiler Hristiyanlığı, Hristiyanlar da Yahudiliği reddediyor. Ancak İslamiyet, Müslüman olma şartı olarak hakiki Yahudilik ve Hristiyanlığı da benimsemeyi esas alıyor. Dolayısıyla Kudüs'te üç tabakalı tarihi muhafaza edebilecek yegane unsur, İslamiyet ve Müslümanlardır."
" Filistin'de toplam 2 bin vakıf kurulmuştur"
Osmanlıların Filistin topraklarına özel önem verdiğini dile getiren Kurşun, 1872 yılında Kudüs'ün bölgedeki gelişmeler de göz önünde bulundurularak doğrudan İstanbul'a bağlandığını aktardı.
Kudüs'ün kutsiyeti sebebiyle Osmanlılar döneminde çok sayıda eserler yapıldığını belirten Kurşun, "Filistin'de toplam 2 bin vakıf var. Bunların tamamı Kudüs'ün sur içerisinde yer alıyor. Camiler, medreseler, hanlar, hamamlar vardır. Bu kadar küçük bir mekanda bu kadar fazla eserin yapıldığı bir başka yer yoktur, ne Anadolu'da ne Balkanlarda ne de İstanbul'da sur içi bölgesinde. Osmanlı hanım sultanları ve padişahları, Kudüs'te pek çok vakıf tesis etmişlerdir. Bölgedeki ilk vakıf, henüz Osmanlı bölgede değilken 1432'de yapılan İsmihan Şah vakfıdır. Osmanlı bölgeyi yönetimi altına almadan 100 yıl önce burada vakıflar yapmıştır. Osmanlı Devleti, bölgede üç dinin barış içerisinde yaşaması ve ibadetlerini yerine getirebilmeleri için özel gayret göstermiştir." ifadelerini kullandı.
Kudüs'e Yahudi göçlerine de değinen Kurşun, işgal edildiği dönemde dahi bölgedeki Yahudi nüfusunun bütün göçlere rağmen yüzde 10'u geçmediğini kaydetti.
"Sezai Karakoç, cumhuriyet dönemindeki Müslüman entellektüelin bilinç parlayışıdır"
Prof. Dr. M. Fatih Andı ise 'Şiirin Vicdanındaki Kudüs Çığlığı' başlıklı konuşmasında şehirlerin bir toplumsal kimliği, manevi hayatı temsil ettiğini vurgulayarak, Kudüs'ün İslam medeniyetinin en önemli şehirlerinden olduğunu söyledi.
Türk şiirinde Sezai Karakoç'tan itibaren yoğun bir Kudüs ilgisinin kendisini gösterdiğini ifade ederek şunları kaydetti:
"Sezai Karakoç'a gelene kadar Mehmet Akif'te, Necip Fazıl'da ve devrin Müslüman hassasiyeti taşıyan birçok şair ve edebiyatçısında Kudüs'ü dile getirişin çok fazla olduğunu görmeyiz. Ben bunu şuna yoruyorum: Acısı o kadar sıcaktır ki ve o kadar üst üste gelen kayıplar vardır ki şair ve yazarlarımız şaşkın, mütehayyir şekilde kala kalmışlardır. Büyük acılara maruz kalan insanlar ağlamayı bile unuturlar ya, ben öyle olduğunu düşünüyorum Akif ve diğerlerinin. Necip Fazıl, düşüncesinin ve dergisinin adını Büyük Doğu koymuş olsa bile biliyoruz ki Necip Fazıl'ın ilgi odağı Anadolu coğrafyasıdır. En azından şiirlerinde bu coğrafyanın dışına çıkış söz konusu değildir. Sezai Karakoç'a gelince birden bire barajın bendi yıkılır. Sezai Karakoç, cumhuriyet dönemindeki Müslüman entellektüelin bilinç parlayışıdır. Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu ve genç şairlerde de Kudüs'le ilgili çok sayıda şiir ve değinme vardır."
Sempozyumda ayrıca Prof. Dr. Nihat Öztoprak, "Türk Edebiyatı'nda Kudüs Konusunu İşleyen Türler ve Örnek Eserler", Betül Ünlü, "Filistinli Karikatür Kahramanı Hanzala", gazeteci-yazar Ömer Lekesiz ise "Resimlerle Kudüs" başlıklı sunum gerçekleştirdiler.
Atik Valide Yerleşkesi'nde düzenlenen sempozyuma FSMVÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Duman, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.