Ömür boyu kanama korkusuyla yaşayan hemofili hastalarına gen terapisi umudu
KANIN pıhtılaşmasını sağlayan bazı maddelerin eksikliği nedeniyle her an kanama riski ile karşı karşıya kalan ve ömür boyu yüzlerce kez koruma iğneleri olmak zorunda kalan hemofili hastaları, gen terapisi sayesinde iğne olmaktan kurtuluyor.
KANIN pıhtılaşmasını sağlayan bazı maddelerin eksikliği nedeniyle her an kanama riski ile karşı karşıya kalan ve ömür boyu yüzlerce kez koruma iğneleri olmak zorunda kalan hemofili hastaları, gen terapisi sayesinde iğne olmaktan kurtuluyor. Dünyada ruhsat alan ancak Türkiye'de henüz iki yıl önce başlayan klinik araştırmalara dahil edilen 20 hasta, gen terapisi sayesinde hemofilisiz bir hayata kavuşuyor. İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü ve Kalıtsal Kanama Bozuklukları Birimi Başkanı Prof. Dr. Bülent Zülfikar, binlerce hemofili hastasına umut olan gen terapisini geçtiğimiz aylarda ilk kez İstanbul'da da bir hastaya uyguladıklarını kaydederek, önemli açıklamalarda bulundu.
Türkiye'de yaklaşık 80 bin kişi, kalıtsal kanama bozukluğu hastalıkları ile yaşıyor. Kanda pıhtılaşmayı sağlayan maddelerin üretilmesini sağlayan genin eksikliği ile oluşan kanama bozukluğu hastalıkları içerisinde ise hemofili ilk sıralarda yer alıyor. Hemofili hastaları, kanda pıhtılaşmayı sağlayan bazı maddelerin doğuştan eksikliği nedeniyle en ufak bir yaralanmada dahi kanama durmadığı için hayati tehlikeye girebiliyor. Bu hastalara pıhtılaşmayı sağlayan bu maddeler, enjeksiyon yoluyla dışarıdan veriliyor. Her yıl onlarca kez koruyucu ilaç almak için iğne olmak zorunda kalan hastaların yeni umudu gen terapisinde ise RNA'sı değiştirilen bir virüsün vücuda verilmesiyle, kanamayı durduran maddelerin vücut tarafından kendi kendine üretilmesi sağlanıyor. Türkiye'de 2021 yılında başlayan ve Adana, İstanbul, İzmir ile Gaziantep olmak üzere 4 şehirdeki 5 merkezde yürütülen klinik araştırmalara dahil edilen 20 hastaya gen terapisi uygulandı ve hastalar, hemofilinin yıkıcı ve hatta bazen ölümcül olabilen etkilerinden kurtulmayı başardı. İstanbul'da da ilk kez klinik araştırmalar çerçevesinde geçtiğimiz aylarda bir hastaya uygulanan tedavinin şu ana kadar herhangi bir ciddi yan etkisinin görülmediğini kaydeden Türkiye Hemofili Derneği Başkanı ve İstanbul Üniversitesi Onkoloji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Bülent Zülfikar, tıpta devrimci bir çığır açan bu yeni teknolojiler sayesinde gen terapisinin yan etkileri olmadan hastalığı tamamen düzeltebildiğini kaydetti.
"ÜLKEMİZDE 80 BİN KİŞİYİ ETKİLİYOR"
Prof. Dr. Zülfikar, "Herhangi bir yaralanma, travma, cerrahi girişim esnasında o bölgedeki kanamaların durmasını vücut kendi kendine sağlar. Bunu da kanın içindeki birtakım maddeler yapar. Bu maddelerde hücre ya da enzim düzeyinde eksiklik olduğu zaman, kanamalar kontrol altına alınamaz ve kanamalı hastalıklar ortaya çıkar. Olayın olduğu yerdeki kan durmaz pıhtılaşamadığı için. Biz buna hemofili ve benzeri kalıtsal kanama bozukluğu hastalıkları deriz. Halk arasında hemofili olarak bilinse de başka pek çok farklı hastalık var bu şekilde. Ama en sık karşılaştığımız hastalıklardan biri hemofili" dedi. Ülkemizde bugünkü rakamlarla 10 binin üzerinde kalıtsal kanama bozukluğu vakasının olduğunu kaydeden Prof. Dr. Zülfikar, şunları söyledi: "Dünyada kayıtlı olarak 500 binin üzerinde vaka var ama kayıtsız olanları da işin içine dahil ettiğimizde 1 milyon 200 bin civarında kişinin bundan mustarip olduğunu biliyoruz. Bunları aileleriyle beraber aldığımızda, taşıyıcıları da hesap ettiğimizde, Türkiye'de yaklaşık 80 bin kişinin bu olaydan mustarip olduğunu söyleyebiliriz" dedi."HAYATLARI KANAMA YAŞARIM ENDİŞESİYLE GEÇİYOR"
Prof. Dr. Zülfikar, hemofilinin de iki türü olduğunu söyledi ve şu bilgileri verdi: Hemofili A veya B, ya da Hemofili A veya B'nin taşıyıcılığı söz konusu. Pıhtılaşmayı sağlayan maddelerden faktör 8 eksik ise Hemofili A, faktör 9 eksik ise Hemofili B diyoruz. Hemofili A ve B'li bütün erkek hastaların doğacak bütün kız çocukları, taşıyıcı olarak dünyaya geliyor. Bu kız çocukları ileride çocuk sahibi olduğunda ise onlardan doğacak erkek çocukların yüzde 50'si hasta; kız çocukların yüzde 50'si taşıyıcı olarak doğuyor. Dolayısıyla nesilden nesle devam eden bir hastalık. Hemofili hastalarının sürekli gece mi gündüz mü kanama yaşarım korkusuyla yaşamak zorunda kaldığını kaydeden Prof. Dr. Zülfikar, "Kanama beyinde olursa nasıl durdurulacak ya da günün en kötü saatlerinden birinde kanama olursa hastaneye nasıl yetiştirileceğim korkusu yaşarlar. Bu da maalesef hem psikolojik, hem de mesleki ve akademik olarak olumsuz etkiliyor hastaları. Hemofili hastalığında şu kesin ki tedavi edilmezse sakat kalır. Hatta hastaların aniden kaybedilme riski de çok yüksektir.ÖMÜR BOYU YÜZLERCE İĞNE OLUYORLARBu hastaların ömür boyu koruma amaçlı ilaçlar kullanmak zorunda kaldığını vurgulayan Prof. Dr. Zülfikar, bunun da enjeksiyon yoluyla yapıldığını söyleyerek "Bu ilaçlar da vücutta en fazla 8, 18 ya da maksimum 256 saat yani 10 gün kadar kalabiliyor. Bundan sonra ilacın etkisi bitiyor. O zaman tekrar enjeksiyon gerekiyor. Ülkemizde geri ödeme sisteminde olan ilaçlar, ancak 18-24 saate kadar etkili. Dolayısıyla hasta, 24 saat sonra tekrar tekrar iğne olmak zorunda kalıyor. Bu, haftada 2-3 kez tekrarlanmak zorunda. 52 haftada 156 kez iğne olması anlamına geliyor. Herhangi bir sebeple kanama yaşarsa, en az 3 ila 7 gün, sabah akşam bir de bunun için iğne olduğunu düşünün; sadece bu bile 15-20 kez enjeksiyon anlamına geliyor. Yani yıl içinde 200-300'ü buluyor iğne olma durumu. Bunlar damardan yapılan iğneler, küçük çocukları da düşünürseniz; yıllarca süren bu durum gerçekten hiç kolay değil. Hastalarımızın da tamamını bezdiren bir numaralı problem bu. Bundan dolayı tedaviye uyum bozuluyor, uyum bozulunca bu sefer kanamalar artıyor, onu tedavi etmek için yine enjeksiyon yapmak zorunda kalıyorsunuz ve kısır döngüye giriyor süreç" diye konuştu.VÜCUDA, KANAMAYI DURDURMANIN ŞİFRESİNİ VİRÜS İLETİYORHemofili hastalarının bu zor koşullarının iyileştirilmesi amacıyla tıp dünyasının yıllardır çözüm aradığını kaydeden Prof. Dr. Bülent Zülfikar, son yıllarda tıp dünyasındaki devrim yaratan gen tedavilerinin, bu hastalıkta da büyük umut olduğunu söyledi. Prof. Dr. Zülfikar, şu bilgileri verdi: "Tıp dünyası 2010'ların başından itibaren farklı tedavi yollarını geliştirmeye uğraşıyor bu konuda. Hemofili gen tedavisindeki ana prensip, bilinen doğal bir virüsün RNA'sını değiştirerek bunu vücuda vermek. Bu tedavi vücutta bir gen değişikliğine sebep olmuyor. Çünkü geni parçalayıp içine girmiyor. Genetik şifre, virüs üzerinden vücuda veriliyor ve karaciğerde, kanda pıhtılaşmayı sağlayan bu maddenin üretilmesini sağlıyor. Bu tedavide, bizim beşinci hastalık diye bildiğimiz parvovirüs'ün bir benzeri olan adeno-associated virüs vektör olarak kullanılıyor. RNA'sı değiştirilen virüs, vücuda girerek kendi antijenik görevini yapıyor ve vücudun üretmesi gereken enzim, protein neyse onun üretilmesini sağlıyor. Bu tedavi, kanda pıhtılaşmayı sağlayan maddelerin düzeyini, koruma amaçlı verdiğimiz ilaçların daha da üstünde bir seviyede tutabiliyor ve bunu sürekli hale getirebiliyor. Böylece hastalara koruma ilacı vermek gerekmiyor""İĞNEMİ OLMAZSAM 6 SAAT İÇİNDE ÖLEBİLİRİMö KORKUSU BİTİYOR"
Bu tedavi sayesinde 1,5-2 yıldır koruma iğnelerini olmak zorunda kalmayan hastalar olduğunu dile getiren Prof. Dr. Zülfikar, sözlerini şöyle noktaladı: O hastanın evindeki şenliği, mutluluğu bir düşünün. Bu hastaların hayatında hep şu vardır: Koruma ilacımı olmazsam 6 saat içerisinde kanama olursa, hastaneye yetişemeden ölebilirim. Düşünün ki 6 saatlik bir hayat beklentisinden, bu gen terapisi sayesinde, kaygı yaşamayacağı bir hayat beklentisine ulaşıyorlar. Şu anda hastalığın sonraki nesillere geçişi engellenemiyor. Sadece o hastaya hemofilisiz bir hayat sunabiliyoruz. Ülkemizde 2022 sonu itibariyle 20 hasta gen terapisi klinik çalışmalarına dahil edildi. Bunların 13'ü Hemofili A, 7'si de Hemofili B hastası. Bu tedaviler kişiye özel olarak yapılıyor. Bunu unutmamak lazım. Şu anda bu virüsle daha önce enfekte olmamış, virüs antikorunu taşımayan 18 yaş üstü erişkin hastalar klinik çalışmaya alınabiliyor. Dünyada 2022'nin sonlarında ruhsat aldı bu terapi şekli. Bizim ülkemiz için de klinik çalışma sonuçlarımızın değerlendirmeleri beklenecek, sağlık otoritelerimizin de buna göre uygun değerlendirmeyi yapıp Sosyal Güvenlik Kurumumuzca geri ödemeye alınarak hastalarımızın bu tedaviye ulaşması sağlanacaktır diye düşünüyorum.