Haberler

"Nükleer silahların sınırlanması yolunda uluslararası toplumun kat etmesi gereken çok mesafe var"

Haberler
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Enerji ve Çevre Uygulama ve Araştırma Merkezi (EÇAM) Müdür Yardımcısı Doç. Dr.

Altınbaş Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi ve Enerji ve Çevre Uygulama ve Araştırma Merkezi (EÇAM) Müdür Yardımcısı Doç. Dr. Tolga Demiryol, Hiroşima ve Nagazaki travmalarının, nükleer silahsızlanmaya dair uluslararası normların ve kurumların ortaya çıkmasında önemli rol oynadığını belirterek, "1970'de yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması -kimi önemli eksiklerine rağmen- nükleer teknolojilerin barışçıl kullanımı yolunda atılan en önemli adımdır. Yine de nükleer silahların sınırlanması yolunda uluslararası toplumun kat etmesi gereken çok mesafe olduğunu görüyoruz." dedi.

Demiryol, AA muhabirinin sorularını yanıtlarken, ABD Başkanlarından Harry Truman'ın 6 Ağustos 1945'te Hiroşima'nın bombalanması emrini neden verdiğinin tartışmalı bir konu olduğunu dile getirerek, Japonya'da atom bombasının kullanılmasının Mayıs 1945'te Savaş Bakanı Henry Stimson başkanlığında kurulan üst düzey komitede ele alındığını, komitenin farklı askeri senaryoları değerlendirip nihayetinde bombanın "Mümkün olan en yakın zamanda, önceden uyarıda bulunmadan, hem askeri hem sivil bir hedef üzerinde kullanılması" yönünde 1 Haziran'da Truman'a görüş bildirdiğini anlattı.

Kararın gerekçesinin "Japonya'nın teslim olmayarak direnmesi durumunda ABD'nin uzun ve maliyetli bir işgale mecbur kalacağı" düşüncesi olduğunu aktaran Demiryol, şöyle devam etti:

"ABD, İngiltere ve Çin'in 26 Temmuz'da yayımladıkları ve Japonya'nın koşulsuz teslim olmasını talep eden Potsdam Deklarasyonu'na Japonya'nın yanıt vermemesi üzerine Truman, savaşı tek bir hamlede bitirmek için atom silahının kullanılması kararını alıyor. Kuşkusuz burada aktarılan resmi söylem. Japonya'nın bu dönemde teslim olmaya hazır olup olmadığı ya da olası bir savaşın ABD tarafından konvansiyonel silahlarla ne kadar sürede kazanılacağı tarihçilerce hala tartışılıyor. ABD Başkanı Eisenhower 1963'te yazdığı anılarında Truman'ın kararını eleştirmiş ve Japonya'yı yenmek için atom bombasına gerek olmadığını iddia etmiştir. Pek çok uzman, ABD hükümetinin Hiroşima ve Nagazaki'yi bombalama kararını savaş sonrası ortaya çıkacak uluslararası güç dağılımını dikkate alan stratejik bir tercih, atom silahının gücünü göstermeye yönelik bir hamle olarak değerlendirmektedir."

Demiryol, Hiroşima ve Nagazaki'de yaşanan trajedinin boyutlarını rakamlarla ifade etmenin güç olduğunu belirterek, şu bilgileri paylaştı:

"Manhattan Projesi'nin resmi rakamlarına göre bombalama öncesinde 255 bin kişinin yaşadığı Hiroşima'da ilk etapta 66 bin kişi öldü ve 69 bin kişi yaralandı. 195 bin nüfuslu Nagazaki'de ise 39 bin ölü ve 25 bin yaralı olduğu tahmin ediliyor. Radyasyon zehirlenmesine bağlı ölüm ve hasarlar zamana ve mesafeye göre değişiyor. Toplam ölü sayısı Hiroşima için 135 bin, Nagazaki için 75 bin kişi ancak daha yüksek tahminler de var. Hayatta kalanlar üzerinde yapılan araştırmalarda kanser ve doğum komplikasyonları oranı genel nüfus ortalamasının üzerinde. Hiroşima ve Nagazaki'nin ve ardından gelen nükleer denemelerin çevreye kalıcı etkisini ölçmek daha da zor. Tüm bu trajedide insanlık adına umut verici bir husus varsa o da Hiroşima ve Nagazaki'nin neredeyse sıfırdan yeniden kurulmuş olmaları. Hiroşima bugün 1,2 milyon nüfusa sahip. Nagazaki'de 400 binin üzerinde insan yaşıyor."

"Bazı uluslararası ilişkiler teorileri, nükleer silahların caydırıcı bir unsur olabileceğini ileri sürüyor"

Doç. Dr. Tolga Demiryol, "Hiroşima ve Nagazaki travmaları nükleer silahsızlanmaya dair uluslararası normların ve kurumların ortaya çıkmasında önemli rol oynadı. 1970'de yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) -kimi önemli eksiklerine rağmen- nükleer teknolojilerin barışçıl kullanımı yolunda atılan en önemli adımdır. Yine de nükleer silahların sınırlanması yolunda uluslararası toplumun kat etmesi gereken çok mesafe olduğunu görüyoruz." dedi.

Hiroşima'da 6 Ağustos'ta yapılan anma törenlerinde Hiroşima Belediye Başkanı Kazumi Matsui'nin kendi hükümetini, nükleer silahları tamamen ortadan kaldırmayı amaçlayan ve 2017'de BM Genel Kurulunda kabul edilen Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşmasını (TPNW) imzalamaya davet ettiğini dile getiren Demiryol, ABD nükleer şemsiyesi altındaki Japonya'nın bu antlaşmayı çıkarlarına uygun olmadığı için onaylamadığını, ancak Japonya'nın bu konuda yalnız olmadığını, antlaşmanın onaylanması için 50 ülkenin onayı gerekirken, onaylayan 24 ülke arasında hiçbir nükleer güç bulunmadığını anlattı.

Demiryol, Soğuk Savaş döneminde bazı uluslararası ilişkiler teorilerinin nükleer silahların, belirli koşullar altında, caydırıcı bir unsur olabileceğini ileri sürdüğüne değinerek, "Bu iddianın dayandığı varsayım, iki kutuplu bir düzende aktörlerin ikinci vuruş (nükleer saldırıya karşılık verebilme) kapasitesine sahip olmaları halinde tarafların nükleer savaştan kaçınacakları düşüncesidir. Hatta uluslararası ilişkiler teorisyeni Waltz 2002'de Foreign Affairs dergisinde yayımladığı 'İran neden atom bombasına sahip olmalı' başlıklı yazısında nükleer dengelemenin Orta Doğu'da bir istikrar unsuru olabileceğini iddia etmiştir. Buna karşılık caydırıcılık kuramının bütünüyle hatalı olduğunu iddia eden kuramcılar da vardır." değerlendirmesini yaptı.

"ABD'nin INF'den çekilmesi nükleer silahsızlanma rejiminde önemli bir gerilemeye işaret ediyor"

Nükleer silahlanmanın son yıllarda uluslararası sistemde önemli bir gerilim kaynağı olduğunu ifade eden Demiryol, yaşanan en önemli gelişmenin ABD'nin Orta Menzilli Nükleer Kuvvetler Anlaşması'ndan (INF) çekilmesi ve Rusya'nın da anlaşmayı askıya alması olduğunu kaydetti.

Demiryol, 1987'de ABD ile SSCB arasında imzalanan INF'nin menzili 500 ile 5 bin kilometre arasındaki füzelerin yasaklanmasını öngördüğünü aktararak, şu değerlendirmelerde bulundu:

"Bu menzildeki füzeler nispeten kısa uçuş zamanları ve tespit edilmelerinin güç olması nedeniyle özellikle Avrupa güvenliği için bir tehdit teşkil ettiğinden, INF'nin imzalanması o dönemde istikrar adına önemli bir adımdı. ABD yönetiminin INF'den çekilirken resmi gerekçesi Rusya'nın orta menzilli yeni bir füze sistemi (Novator 9m729) geliştirmek suretiyle INF'yi ihlal ettiği iddiası. Trump yönetiminin INF ile ilgili bir diğer şikayeti ise bu anlaşmanın Çin için bağlayıcı olmaması. Orta menzilli füze sistemleri Çin ordusu PLA'nın envanterinin önemli bir kısmını oluşturuyor ve Çin bu füzeleri sınırlamak için ABD ve Rusya ile üçlü bir işbirliği yapmaya yanaşmıyor. ABD'nin Japonya, Kore ve Avustralya gibi müttefiklerine füze sistemleri yerleştirerek Çin'i çevrelemeye başlaması, Çin'in tehdit algısını olumsuz etkileyen bir faktör. Gerekçesi ne olursa olsun ABD'nin INF'den çekilmesi nükleer silahsızlanma rejiminde önemli bir gerilemeye işaret ediyor. Elbette nükleer silahların yayılmasının başka istikrarsızlaştırıcı etkileri de söz konusu. Nükleer teknolojilerin alınıp satılması, 'kirli bomba' gibi nispeten düşük maliyetli ve yüksek riskli silahların devlet dışı aktörlerin, terörist grupların kontrolüne girmesi ihtimali NATO'nun ve uluslararası toplumun gündemini meşgul eden önemli bir sorun."

Nükleer silahlanmanın arka planında merkezi otoriteden yoksun bir uluslararası ortamda devletlerin güvenliklerini maksimize etme ihtiyacının yattığını belirten Demiryol, şöyle konuştu:

"Bir başka deyişle, devletler kendi başlarının çaresine bakmak zorundalar ve 1945'ten beri caydırıcılığı en yüksek opsiyon nükleer silahlanma. Elbette bu genellemenin ötesinde, güncel nükleer silahlanmanın dinamikleri her vakada farklılık gösteriyor. Stockholm Barış Araştırmaları Enstitüsünün (SIPRI) verilerine göre dünyada nükleer silah sayısı azalırken mevcut savaş başlıklarının korunması ve modernleştirilmesine yapılan harcamalar artıyor. Bu harcamanın önemli bir kısmı nükleer başlıkların yüzde 90'dan fazlasını barındıran ABD ve Rusya'da. Bu ülkeler hem mevcut stoklarını güvende ve kullanılır tutmak için kaynak ayırıyorlar hem de yeni taşıyıcı sistemler geliştiriyorlar. Buna ek olarak, savaş alanında sınırlı hedefler üzerinde kullanılabilen 'taktik nükleer' silahlar Rusya'nın modern savunma doktrininde önemli bir yer tutuyor."

Demiryol, Hindistan ve Pakistan'ın nükleer silahlanma yarışının Soğuk Savaş sırasında da gözlemlenen güvenlik ikilemi olgusunun bir örneği olduğunu dile getirerek, güvenlik ikileminin, bir aktörün güvenliğini artırmak için attığı bir adımın diğer aktör tarafından kendi güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algılanmasını ifade ettiğini kaydetti.

NPT'ye taraf olmayan söz konusu iki ülkenin şu anda nükleer çatışma ihtimalinin en yüksek olduğu coğrafyayı oluşturduğuna dikkati çeken Demiryol, sözlerini, "İsrail -ki nükleer silah sahibi olduğunu resmen kabul etmiyor- nükleer kapasitesini bulunduğu coğrafyada ulusal güvenliğinin sigortası ve özellikle İran'a karşı caydırıcı unsur olarak değerlendiriyor. Son olarak Kuzey Kore örneğinde gördüğümüz üzere nükleer silah sahibi olmak bazı devletler için bir prestij kaynağı. Halka insanca yaşamak için gerekli koşulları sağlamaktan uzak olan Kuzey Kore rejiminin kısıtlı kaynaklarını nükleer silah geliştirmeye ayırması ulusal güvenlikle ilgili olduğu kadar rejimin meşruiyeti ile de bağlantılı bir tercih." diye tamamladı.

Kaynak: AA / Güncel
TBMM'de kabul edildi! Yetkisiz çakar kullanımı ve ateşli silahlara yönelik cezalar artırıldı

Yetkisiz çakar kullanımı ve ateşli silahlara yönelik cezalar artırıldı

Ev hapsindeyken 2 kişiyi öldürüp kayıplara karışan Servet Bozkurt yakalandı

Ev hapsindeyken 2 kişiyi öldürüp kayıplara karışan Servet Bozkurt yakalandı

Putin'den dünyayı tedirgin eden bir açıklama daha: Savaş artık küresel

Putin'den dünyayı tedirgin eden bir açıklama daha! Açık açık tehdit etti

Bülent Arınç, yıllar önce yaşanan olayı anlattı: Tayyip Bey masaya yumruğu vurup 'Sus ulan' demiş

Arınç, hiç unutamadığı Erdoğan anısını anlattı: Masaya vurup "Sus ulan" diye bağırmış

title