Murat Gülsoy ve Büyücü Arkadaşları
Bu roman, okuyucuyu yutuyor!
Yazarın yeni romanı Baba, Oğul ve Kutsal Roman'ın sayfalarında gezinirken
keşfedilmemiş dehlizlerde, kahkahalarla gülüyoruz kendi halimize…
Kısa bir süre önce Murat Gülsoy'un verdiği bir röportajı okumuştum. Yazarın kendine has edebi dünyasını merakla eşeleyen soruların ardından "yaratıcı yazarlık" meselesi masaya yatırılmıştı. En popüler kurslardan birinin sahibi olan Gülsoy'un yanıtı, kelime anlamı ve genel algıyı kırar nitelikteydi: "Bence bu başlık altındaki buluşmaların tek görevi kaliteli edebi eserleri okumayı öğretmektir. Ben de bunu yapmaya çalışıyorum…" Yazarın yeni romanı Baba, Oğul ve Kutsal Roman'ı okuduğumda bu cevabı tekrar anımsadım ve 'gerçekten' anladığımı düşündüm.
Baba, Oğul ve Kutsal Roman, iddialı isimlerle gelen tek düze kitaplardan biri değil, bunu peşinen söyleyelim! İki yüz elli sayfa içine dev bir edebiyat şöleni sığdırılmış ve ölüsü, dirisi, popüleri, hiç tanınmayanı… onlarca yazar ve roman, Murat Gülsoy'un kendi öyküsüne hapsedilmiş. Anlatıcı, hikayesine huysuz bir ihtiyar gibi başlayıp orta yaşı keşfeden delifişek ruha doğru evrilirken hepimizi uyarıyor: Bu roman, yaşandıkça yazılmıştır. Bir okuyucu için bundan cezbedici ne olabilir? Fakat romanı bitirdiğinizde en başa dönüp her şeyi başlatan o alıntıyı tekrar gözden geçirirseniz, yazarın koşullandırmasından öteye geçip farklı bir algıya sahip olabilirsiniz, seçim tamamen size ait:
Gerçekten bir rüya görüyorsam,
Belleğimi durdur ulu Tanrım,
Tek bir rüyanın bunca hayali barındırması olanaksız;
Hepsinden kurtulup aklından çıkarana ne mutlu.
(Pedro Calderon De La Barca, Hayat Bir Rüyadır)
Köpeklere Fısıldayan Adam ve Camus
Baba, Oğul ve Kutsal Roman, anlatıcının hayatını alt üst eden bir anı paylaşarak başlıyor. Duvarda asılı bir tüfek ve eski sevgiliyi yan yana getiren bu küçük zaman dilimi, yaşanacak tüm çılgınlıkları başlatan, mekanizmadan kurtulmuş bir dişli gibi yönsüzce, romanın tamamına sızıyor. Romandaki en yakın dostumuz ise bir köpek, adı Kıtmir. Yazarın da sözünü ettiği gibi bu oldukça ilginç bir isim seçimi ve mitolojik hikayelerden birine atıfta bulunuyor: Yedi Uyurlar Efsanesi'nden alıntı bu isim, Tanrı'nın uyuttuğu yedi 'inanan'ı 300 yıl boyunca dünyadan koruyan köpek Kıtmir'den geliyor. Anlatıcı, köpeğiyle ilgili kısa tanımlamalara yer verirken popüler bir program olan Köpeklere Fısıldayan Adam'ı da sıkça anıyor.
Aslında Murat Gülsoy, romanın tamamında milenyum çağının imgelerine yer veriyor. Türkçe'ye yerleşmiş ve birkaç yıl önce doğanların muhtemelen İngilizce olduğunu bilmediği kelimeler, kitapların yerini alan tuhaf diziler, magazinel kahramanların adlarını almış bin bir surat varlık oyunları… Günümüzün getirdiği bu tuhaf gerçekleri yadırgamadan paragraflara serpiştiren Gülsoy'un derinden iç çekişini duyabiliyorsunuz. Bu serzeniş Camus'nün Düşüş'ünü de hatırlatıyor, tıpkı yazarın dilediği gibi…
Elbette hepsi bundan ibaret değil… Taşkışla'da bir sempozyuma konuk olan anlatıcının betimlemelerinde, Yeni Hayat romanında umutsuzca Canan'ı arayan ve karanlık koridorlarda kaybolan Orhan Pamuk'u; Rumelihisarı'nda tanıştığı genç kıza her baktığında 'edepsiz' hülyalara dalan orta yaşlı adamda Karanlıkta Kahkaha'nın kahramanını; baş edilemeyen sorunlarda, kendi evrimini alaşağı etmek isteyen ruh halindeyse Kafka'dan hediye Gregor Samsa'yı buluyorsunuz.
Belki de en önemli ünlü konuk Ahmet Hamdi Tanpınar bu romanda… Ünlü yazarın Aşiyan'daki mezarı, anlatıcının axis mundi'si yani hayat merkezi! Tanpınar'ın eserlerine ayrı bir önem verdiğini bildiğiniz Murat Gülsoy'la ilk kez birebir sohbet edermiş izlenimine kapıldığınız nokta tam da burası! Boğaziçi Üniversitesi'nde eğitim aldığı yıllar boyunca gerçekten de her fırsatta yazarın mezarını ziyaret eden, onunla konuşan, onunla düşünen Gülsoy'u hayal etmekten alamıyorsunuz kendinizi.
Sevgili iç sesim, Gollum!
Az önce de bahsettiğim gibi, Murat Gülsoy, kelimenin tam anlamıyla "sıra dışı" romanında çok az yazarın cesaret edebileceği türden bir şeyi deneyip, her şeyi birbirine katıyor! Yüzüklerin Efendisi adlı kitapla varlığından haberdar olup film uyarlamasında yüz yüze tanışma fırsatı bulduğumuz Gollum karakteri, yol boyunca anlatıcıya eşlik ediyor. Elbette sadece "iç ses" olarak! Bu kez yok edilmesi gereken bir yüzük yok ortada, boynumuzda taşıdığımız sadece hakim olunması gereken hayvansı güdüler. Emanet farklı olsa da Gollum karakteri Tolkien'in yarattığına sadık kalıyor ve edepsizce yoldan çıkmaya teşvik ediyor anlatıcıyı… Zaman zaman güçlenen iç sesin, anlatıcının ona çizdiği sınır olan 'parantez'den kurtuluşuna da tanık olabiliyoruz.
Sonuç olarak…
… Bu romanı özetlemek imkansız! Bunu yazdığım anda da değerli edebiyat büyüğümüz Erdal Öz'ü anmadan edemiyorum. Kendisinin sıkça ifade ettiği gibi "özetlenemeyen eserler"in tadı bir başka oluyor. Öylesine beklenmedik, zengin, komik ve farklı bir çalışma ki ancak okuduğunuz zaman tadını tam olarak alabilirsiniz. Türler arası, zamandan muaf bir yolculuğa çıkarken yanınıza hiçbir şey almanıza gerek kalmıyor anlatıcı sayesinde… Onun yeniden yarattığı "Harikalar Diyarı"nda, anlatılanları dinlemekten ve büyülenmekten başka bir şey yapamıyor, yapmak istemiyorsunuz. Hem büyü yapan hem de büyü bozan yazarın ellerinde farklı bir aleme dalıyor, esaslı bir masal dinliyorsunuz. Bu cümleyi de yazdıktan sonra yazının kapanışını Murat Gülsoy'un satırlarıyla yapmazsak yakışık almaz:
"Zihin en büyük simya fırınıdır. Hakikatte simyadan kastedilen, insanın zihninde tecelli eden bir pişme reaksiyonudur. Hamdım pişdim, oldum, dememişler boşu boşuna. Bu zavallı hikaye kahramanlarının rol aldığı piyes de sadece size bazı şeyleri göstermek için tertiplenmiştir. Rüyaların bir vazifesi de budur hattı zatında…"