Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu... Ksc Başkanı Ruhavioğlu: Demirtaş Hapisteyken Kürtlerin Süreç Lehine Duygularının Pozitif Yönde Harekete Geçmesi...
Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu, Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, "Türklerin kaygıları kabaca örgütün silah bırakmayacağı, muhalefete baskıyla iç cephenin tahkim olamayacağı ve sürecin siyasi bir ajandasının olduğu gibi endişelerden oluşuyor. Kürtler, bu süreçte Kürtlerin haklarının konuşulmadığı kanaatinde ve kayyumların hala görevde olması çok ciddi bir güven sorunu teşkil ediyor. İmamoğlu gibi güçlü bir siyasetçinin hapiste olması, Ahmet Özer’in kent uzlaşısı sebebiyle hapiste olması sürecin doğal çıktısı olacak demokratikleşmenin gelişmesiyle ilgili Kürt toplumuna kaygı veriyor. Selahattin Demirtaş’ın hapiste olmaya devam ettiği bir toplumda Kürtlerin süreç lehine duygularının pozitif yönde harekete geçmesi zor görünüyor" diye konuştu.
(TBMM) - Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu, Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda yaptığı konuşmada, "Türklerin kaygıları kabaca örgütün silah bırakmayacağı, muhalefete baskıyla iç cephenin tahkim olamayacağı ve sürecin siyasi bir ajandasının olduğu gibi endişelerden oluşuyor. Kürtler, bu süreçte Kürtlerin haklarının konuşulmadığı kanaatinde ve kayyumların hala görevde olması çok ciddi bir güven sorunu teşkil ediyor. İmamoğlu gibi güçlü bir siyasetçinin hapiste olması, Ahmet Özer'in kent uzlaşısı sebebiyle hapiste olması sürecin doğal çıktısı olacak demokratikleşmenin gelişmesiyle ilgili Kürt toplumuna kaygı veriyor. Selahattin Demirtaş'ın hapiste olmaya devam ettiği bir toplumda Kürtlerin süreç lehine duygularının pozitif yönde harekete geçmesi zor görünüyor" diye konuştu.
TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş'un başkanlığında toplanan Milli Dayanışma Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu'nda düşünce ve araştırma merkezlerinin temsilcileri dinleniyor.
Kürt Çalışmaları Merkezi (KSC) Başkanı İbrahim Reha Ruhavioğlu, Türkler ve Kürtlerin süreci nasıl yorumladıklarını, kaygılarını ve beklentilerini değerlendirdi. Ruhavioğlu, şunları söyledi:
"Kürt meselesinde elbetteki Türkiye'de ilk kez böyle bir süreç yaşanmıyor ancak dönüp baktığımızda sanırım kimse böyle bir çatışmanın yaklaşık 45 yıl süreceğini de beklemiyordu. En az üç kuşağı içine almış bir şiddet dönemi, üç kuşağın tamamına büyük bir bilanço biriktirmiş vaziyette ve bütün yük, bugün yaşayan kuşakların omuzlarında duruyor. Son 40-50 yılda yaşanan dönüşümler Kürt toplumunu da etkiledi ve göç dalgasıyla başlayan bu devinimin sonunda Kürtler modern dünyaya entegre olma çabası içine giren bir topluma dönüştü. Bu da silahlı mücadele yönteminin giderek Kürtler için zayıf bir seçenek olması gibi bir sonuç doğurdu. Son birkaç yılda Kürt toplumunda örgütün silahlarını bırakmasına kategorik desteğinin yükseldiğini görüyoruz. Dolayısıyla bu süreç, bir sosyolojik zeminin üzerine oturuyor. Kürtlerin Kürtlükleri ile ve Türkiye ile nasıl bir aidiyet bağı içinde olduklarını daha yakından bakmanın, dönüşümü daha yakından görmenin önümüzü açacak bir mesele olduğunu düşünüyorum.
Artık ortada güçlü ve Türkiye'ye güçlü bir aidiyet hissi var. Dolayısıyla bu iki olguyla hareket etmenin önemli olduğunu düşünüyorum ve görebildiğim kadarıyla bugüne kadar bu ikilinin bir çelişki değil, belki tamamlayıcı bir bileşke olabileceğini ifade edenlerden biri de Selahattin Demirtaş. 'Kürtler Kürtlüklerinden vazgeçmeden Türkiye'nin bir parçası olabilirler, bunun potansiyeli var' diyor. Türkiye'de güçlü bir Kürt kimliği oluşuyor. Bu süreç, güçlü bir Kürtlüğün ve Türkiye'ye aidiyetin pekiştiği bir süreç olabilir. Böyle bir sürecin olabilmesi için de süreci güçlendirecek adımlara ihtiyaç var. Kürtlerin sadece üçte biri devlet nezdinde Türklerle Kürtlerin eşit olduğunu düşünüyor. Dörtte üçü Kürtlerin sık ya da zaman zaman ayrımcılığa uğradığını düşünüyor. Kürt toplumunda süreç yaklaşık üçte birle başladı ve yüzde 80'lere geldi. Türklerde de sürece destek yüzde 40'larda başlamıştı bugün yüzde 60'ları aşan bir noktaya ulaşmış durumda. Süreç boyunca duygular hiç hareket etmemiş. Duygular desteğe eşlik etmiyor. Bu sebeple sürecin başarılı olacağını düşünenlerin oranı destekleyenlerin oranının çok altında, yüzde 50'leri bulmuyor.
Türklerin kaygıları kabaca örgütün silah bırakmayacağı, muhalefete baskıyla iç cephenin tahkim olamayacağı ve sürecin siyasi bir ajandasının olduğu gibi endişelerden oluşuyor. Kürtler, bu süreçte Kürtlerin haklarının konuşulmadığı kanaatinde ve süreç başladıktan sonra Mardin ve Van'a kayyum atanması ve bu kayyumların hala görevde olması çok ciddi bir güven sorunu teşkil ediyor. İmamoğlu gibi güçlü bir siyasetçinin hapiste olması, Ahmet Özer'in kent uzlaşısı sebebiyle hapiste olması sürecin doğal çıktısı olacak demokratikleşmenin gelişmesiyle ilgili Kürt toplumuna kaygı veriyor. Selahattin Demirtaş'ın hapiste olmaya devam ettiği bir toplumda Kürtlerin süreç lehine duygularının pozitif yönde harekete geçmesi zor görünüyor. Örgütün silah bırakmakta olduğuna Türk toplumunun ikna olması, muhalefeti hedef alan yargılamaların siyasi niyetlerden ve görüntüden uzaklaşması, kayyumların geri çekilmesi, başarısıyla da mahpusluğuyla da Kürtlerin siyasete katılımımın temsil aktörü olan Selahattin Demirtaş'ın serbest kalmasının önemli eşikler olacağı kanaatindeyim. Eğer bu süreçte toplumlar arası bir müzakere masası kurulacaksa Türk toplumunun hassasiyetlerini ve Kürt toplumunun da taleplerini merkeze alacak bir buluşma, anadili konuştuğumuz bir masayla daha kolay olabilir gibi bir şey söylüyor bize."
Çelenk: "Türkiye kendi Kürtlerinin sorununu çözerken dış akrabalara ilişkin kapsamlı ve yumuşak bir siyaset üretmek zorunda"
Ekopolitik Kültür, Eğitim ve Araştırma Vakfı (EKEAV) Yönetim Kurulu Üyesi Ahmet Tarık Çelenk de şunları söyledi:
"Kobani, Süleymaniye, Erbil'de farkına varmadan kırabileceğimiz bir kalp, içeride ve dışarıdaki ortak geleceğimize zarar verebilecektir. Kürt sorunu gerçek bir Orta Doğu sorunudur. Türkiye kendi Kürtlerinin sorununu çözerken dış akrabalara ilişkin kapsamlı ve yumuşak bir siyaset üretmek zorundadır. Bu doğru tavır, Türkmen kardeşlerimizin de güvenliğini sağlamaya yönelik bir tavırdır. Ortadoğu Kürtleri ulus devlet modelinden ziyade refahı öne alan Avrupa Birliği benzeri yapıları tercih etme eğilimindedir. Bu eğilim adeta Öcalan'ın demokratik konfederalizm tezine benzemektedir. Kürt sorunun toplumda yeterince anlaşılmamasının bir nedeni de Balkan ve Kafkas göçmeni yurttaşların tarihsel deneyimlerinin zorluklarının oluşturduğu yerleşik Kürt vatandaşlarımıza ilişkin kimlik yorumuna ilişkin empati farklılığıdır. PKK'nın zaman zaman gündeme getirilen silah bırakma haberleri bu sürecin teknik olarak başarıya ulaşabileceği ihtimalini teyit edebilir ancak üçüncü bir dondurucu sürecin başlaması durumunu bugünkü dış konjonktür etkisi ile ülkemiz kaldıramayabilir. Olağanüstü haller gündeme gelebilir ve bu durum sınır güvenliğimizi de riske edebilir. Bugünkü siyasi irade son 20 yılda açılım ve çözüm adı altında bu meseleye cesur ve ciddi adımlar atabilmiştir ama unutmayalım, 200 yıllık reform süreçleri çatışmalarlarla sonuçlanmış, ortak aidiyet duygumuzu o dönemlerde zayıflamıştır. 2013'teki çözüm süreci aslında çatışmayla sonlanmayabilirdi. Sorun, her çözüm girişiminde etnik bilincin yükselmesi fakat ortak aidiyet bağının aynı ölçüde güçlenmemesi ile ilgili.