Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu... Seta Vakfı'ndan Yeşiltaş: Toplum, Sürecin Başarısız Olması Halinde Türkiye'de Şiddet Olaylarının Yeniden Artacağını...
Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu toplantısında konuşan SETA Vakfı Dış Politikaları Araştırma Direktörü Murat Yeşiltaş, "Sürecin yönetilmesi açısından silahı bırakanların statüsünün ne olarak belirlenmesi gerektiği ya da kimler hangi şartlarda cezai yaptırımlarla karşılaşacak, kimler rehabilitasyon programına dahil edilecek, hangi hukuki mekanizmalar işletilecek, bunların açık ve şeffaf bir çerçeve olarak buradan çıkacak olması sürecin hukuki bir derinlik kazanması anlamına gelecektir. Zaten bu konuda toplumun yaklaşımına saha araştırmalarında baktığımızda katılımcılar yüzde 62 oranında sürecin başarısız olması halinde Türkiye’de şiddet olaylarının yeniden artacağını düşünmektedir" dedi.
(TBMM) - Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu toplantısında konuşan SETA Vakfı Dış Politikaları Araştırma Direktörü Murat Yeşiltaş, "Sürecin yönetilmesi açısından silahı bırakanların statüsünün ne olarak belirlenmesi gerektiği ya da kimler hangi şartlarda cezai yaptırımlarla karşılaşacak, kimler rehabilitasyon programına dahil edilecek, hangi hukuki mekanizmalar işletilecek, bunların açık ve şeffaf bir çerçeve olarak buradan çıkacak olması sürecin hukuki bir derinlik kazanması anlamına gelecektir. Zaten bu konuda toplumun yaklaşımına saha araştırmalarında baktığımızda katılımcılar yüzde 62 oranında sürecin başarısız olması halinde Türkiye'de şiddet olaylarının yeniden artacağını düşünmektedir" dedi.
TBMM Tören Salonu'nda toplanan komisyonun 12. toplantısında, Düşünce ve araştırma merkezlerinin temsilcileri dinleniyor. Komisyonda konuşan Siyaset, Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı (SETA) Dış Politikaları Araştırma Direktörü Murat Yeşiltaş, yaptıkları saha araştırmalarında toplumun sürece olumlu yaklaştığını belirterek, şunları söyledi:
"Tarihi bir nokta olduğu konusunda bir konsensüs oluşmuş durumda. Ancak küresel ve bölgesel belirsizliklerin de yoğun yaşandığı bir dönemde olduğumuzu ifade etmek isterim. Ortadoğu'daki krizler, küresel ölçekte yaşanan büyük güç rekabeti ve özellikle uluslararası sistemi derinden etkilemeye başlayan silahlı aktörlerin yükselişi uluslararası sistemi her geçen gün çok daha kırılgan bir hale getirmektedir. Böyle bir tabloda Türkiye, 40 yılı aşkın süredir devam eden terör sorununu sona erdirme noktasına yaklaşmış görünmektedir. Bu adım yalnızca güvenlik bakımından değil, Türkiye'de demokrasinin konsolidasyonu, büyük ve kapsamlı bir toplumsal barış, ulusal birlik ve bütünlük açısından da tarihselliği olan bir adımdır. O nedenle tarihsel bir eşikte olduğumuzu belirtmek isterim.
Silahların susması sadece ilk adımlardan bir tanesidir. Kalıcı barışın tesis edilmesi için daha kapsamlı ve dayanıklı bir mimarinin inşa edilmesi zorunlu gözükmektedir. İlk aşamada silahların ortadan kalkarak çatışmanın sona ermesi kritik ama bir o kadar da stratejik, psikolojik bir eşiğin aşılması anlamına gelmektedir. Bu sürecin başında olduğumuzun hepimizin farkında olması gerekir. Toplumun güven duyarak süreci içselleştirmesi, siyasal katılımın meşru bir zeminde daha da güçlendirilmesi, farklı kimliklerin eşit vatandaşlık temelinde kendini güvende hissetmesidir. Türkiye için asıl mesele, silahların bırakıldığı bu dönemi toplumsal barışın kalıcılaştığı bir sürece dönüştürmektir. Riskler ve belirsizlikler elbette vardır ancak Türkiye'nin elinde geçmiş tecrübeler de dikkate alınarak birçok avantaj bulunmaktadır. Bu süreci hem bölgesel gelişmeler hem de uluslararası sistemdeki gelişmelere odaklanarak ele almanın, bundan sonraki süreci ona göre yürütmenin çok stratejik bir yaklaşım olduğu kanaatini taşıyoruz.
"Silahı bırakanların statüsünün ne olarak belirlenmesi gerektiği sürecin hukuki bir derinlik kazanması anlamına gelecektir"
Silahsızlanmanın kalıcı olabilmesi için silahsızlanma, terhis ve yeniden entegrasyon süreçlerini dikkate alan fakat Türkiye'nin özgünlüğünü hedefleyen daha derin bir stratejik çerçeveye ihtiyacımız var. Özellikle bu kapsamlı süreç mimarisi açısından birinci derinlik alanının hukuki derinlik olması gerektiği oldukça açıktır. Sürecin yönetilmesi açısından silahı bırakanların statüsünün ne olarak belirlenmesi gerektiği ya da kimler hangi şartlarda cezai yaptırımlarla karşılaşacak, kimler rehabilitasyon programına dahil edilecek, hangi hukuki mekanizmalar işletilecek, bunların açık ve şeffaf bir çerçeve olarak buradan çıkacak olması sürecin hukuki bir derinlik kazanması anlamına gelecektir. Zaten bu konuda toplumun yaklaşımına saha araştırmalarında baktığımızda katılımcılar yüzde 62 oranında sürecin başarısız olması halinde Türkiye'de şiddet olaylarının yeniden artacağını düşünmektedir.
Siyasi ve toplumsal derinlik: Silah bırakma süreci sadece devletin tek taraflı iradesi olarak görülürse kalıcı olmaz. Toplumun farklı kesimlerinin süreci sahiplenmesi son derece kritik. Bu anlamda ortak bir anlatı etrafında toplumun bir arada olması sürecin hem siyasi hem de toplumsal derinliğini kazanmak anlamında hayati derecede önemlidir. Toplumsal barış beklentisinin yüzde 77 oranında yüksek bir oran olduğunu, güvenlik kayıplarının bitmesinin yüzde 76 ile ikinci sırada olduğunu, terörün sona ermesinin yüzde 75 ile üçüncü sırada olduğunu görüyoruz. Bu, toplumun hem barış alanında hem de güvenlik alanında süreci sahiplendiğini ortaya koyan bir yaklaşımdır.
Güvenlik derinliğinin sağlanması sürecin yürütülmesi açısından da hayati derecede önemli. Geçmişte güvenlik-özgürlük denkleminde güvenliğin zayıflatıldığı ancak özgürlüğün güvenlik karşılaştırıldığında çok daha geniş bir alanda ortaya çıkması sürecin akamete uğraması açısından kritik bir durumdur. Ancak bugün toplumun beklentisi güvenlik derinliğinin devam etmesi gerektiği noktasında. Bu, özellikle toplumun güvenlik ve istikrar noktasındaki yaklaşımını yüzde 81,7 konusunda en yüksek seviyeye çıkaran bir durumdur. Ekonomik kalkınma, toplumsal barış gibi ikinci noktalarda toplumun beklentisini belirleyen ana kriterlerden biri olmuştur.
"Suriye'de varılacak uzlaşı, Türkiye'deki sürecin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi açısından kritik"
Elbette Suriye'nin dış politika derinliğini kazanmak anlamında ve sürecin devam edebilmesi, sağlıklı ilerleyebilmesi açısından kritik bir saha olduğunun farkındayız. Fakat süreci Suriye'ye bağlamanın sürecin yürütülmesi açısından birtakım sorunlar ortaya çıkaracağını ama aynı zamanda Suriye'den tamamıyla bağımsız bir sürecin de toplumsal destekten, siyasi destekten son derece uzak bir sonuçla bizi karşı karşıya bırakacağının altını çizmemiz gerekir. İsrail'in son aylarda yürütmüş olduğu siyaset; istikrarını koruyan, bir ülkenin demokratik konsolidasyonuna hazırlanmaya çalışan, anayasasını yapmaya çalışan, iç sorunlarını halletmeye çalışan Suriye için en büyük risk olduğunu görüyoruz. Ama aynı zamanda YPG ekseninde devam eden sürecin de Suriye'nin kalıcı istikrarını sağlaması açısından çok ciddi risklere gebe olduğunun farkındayız.
Suriye'de iki model olduğunu görüyoruz. Bir tanesi mevcut model ve 2012 yılından beri öyle ya da böyle elde edilmiş defakto bir otonom özerk bölge ilanı söz konusu. Diğer model ise 10 Mart'ta merkezi hükümetle imzalanan anlaşma modelinin ortaya koyduğu ama detaylarının çalışılabileceği daha merkeziyetçi Suriye'nin üniter yapısının korunduğu ve istikrara göreceli olarak daha hızlı ulaşılan model. Bu iki sisteme çeşitli testler yaptığımızda birinci modelin her türlü simülasyonda başarısızlıkla sonuçlandığını, daha fazla çatışma potansiyeli taşıdığını ama ikinci modelin her türlü simülasyonda daha fazla istikrar ve barış ortaya çıkardığını görüyoruz. Suriye'de varılacak uzlaşı, Türkiye'deki sürecin başarılı bir şekilde hayata geçirilmesi açısından kritik."