Haberler
Bahçeli'nin çağrısı sonrası DEM Parti Öcalan'la görüşmek için yazılı başvuru yaptı

Bahçeli'nin Öcalan çağrısı sonrası DEM Parti ilk adımı attı

Ankara'da görüşme hareketliliği! Bahçeli ve Ahmet Türk'ten art arda açıklamalar

Bahçeli "Ağaların kapısı açık olur" dedi, Ahmet Türk'ten yanıt gecikmedi

'Ahmet Özer' tartışması tansiyonu yükseltti, İmamoğlu çileden çıktı

İBB Meclisi'nde tansiyon yükseldi, İmamoğlu çileden çıktı

Yenidoğan Çetesi davasında kan donduran sözler: Kötü bir bebekti

Sanık hemşireden kan donduran sözler: Kötü bir bebekti

Macron'un ABD'den özerklik söylemleri ve Avrupa Birliği'nde yansımaları

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Prof. Dr. Kemal İnat, Macron'un Çin gezisi sonrası söylemlerinin Avrupa Birliği (AB) içerisinde nasıl yankılandığına dair bir değerlendirmeyi AA Analiz için kaleme aldı.

Prof. Dr. Kemal İnat, Macron'un Çin gezisi sonrası söylemlerinin Avrupa Birliği (AB) içerisinde nasıl yankılandığına dair bir değerlendirmeyi AA Analiz için kaleme aldı.

***

Fransız Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'un Çin ziyareti sırasında ve sonrasında yaptığı açıklamalar çok büyük tartışmalara yol açtı. Almanya Başbakanı Olaf Scholz'un geçen Kasım'daki ziyaretinin ardından Fransa Cumhurbaşkanı'nın yanına Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'i de alarak gerçekleştirdiği ziyaret Avrupa Birliği'nin (AB) küresel güç mücadelesinde gelecekteki pozisyonu açısından sonuçları merak edilen bir gelişmeydi. AB'nin bu iki önemli ülkesinin liderleri sürekli olarak Avrupa'nın bağımsızlığından dem vursalar da özellikle Ukrayna-Rusya savaşı çerçevesinde yaşanan gelişmeler, yine çaresiz kalarak Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) peşine takıldıkları bir görüntü ortaya çıkarmıştı.

Ukrayna krizi konusunda Avrupa ülkelerini hizaya getirmeyi başaran Washington yönetimi, AB ülkelerinden aynı uyumlu tavrı küresel güç mücadelesindeki asıl rakibi Çin karşısında da bekliyordu. Ancak ekonomik çıkarlarını her şeyin üzerinde gören "ticaret devleti" Almanya ile siyasi ve güvenlik alanlarında kendisini "Avrupa'nın lideri" olarak göstermekten haz duyan Fransa açısından bu "peşine takılma siyaseti" sorunlu bir yaklaşım olarak görülüyordu. Ukrayna-Rusya savaşı sırasında epey direnmesine rağmen gerek ABD'den ve Doğu Avrupalı AB üyelerinden gerekse koalisyon ortakları Yeşiller ve Hür Demokrat Parti'den (FDP) gelen baskılar sonucu ABD'nin peşine takılmak zorunda kalan Almanya Başbakanı Scholz, Çin gezisi sırasında da aynı baskıyı üzerinde hissetmiş ve Washington'un öncelikleri ile Almanya'nın ekonomik çıkarları arasında bir orta yol bulmaya çalışmıştı.

Şimdi sıra Fransız Cumhurbaşkanı Macron'daydı. Aslında birçok faktör onun Washington'dan gelen baskılar karşısında Scholz'a göre daha dirençli olabileceğini gösteriyordu. Yeşiller ve FDP gibi Amerikan çizgisinde koalisyon ortakları yoktu. Jordan Bardella'nın aşırı sağcı Ulusal Birlik (Marine Le Pen'in eski Ulusal Cephesi) partisinin nefesini ensesinde hissediyordu ve Doğu Avrupa ülkelerini Almanya kadar önemsemiyordu. Hepsinden önemlisi Fransa'nın geleneksel olarak ABD'ye meydan okuyan politikası Macron'un bu ziyaret sırasında Çin ile ilişkiler konusunda daha bağımsız bir görüntü vereceği beklentisini doğuruyordu.

Macron'un söylemleri ve tepkiler

Fransa Cumhurbaşkanı bu beklentilerin de çok ötesine geçti ve açıklamalarıyla AB'nin genel olarak Washington ile ilişkileri, ABD-Çin rekabeti ve özellikle de Tayvan sorununa dair tavrının ne olması gerektiği konusunda yeni bir tartışma başlattı. Önce Macron'un ne söylediğine bakacak olursak Fransa Cumhurbaşkanı Çin ziyareti dönüşünde, Politico haber sitesi ve Fransız gazetesi Les Echos'a verdiği mülakatta, Tayvan sorununu kastederek "Avrupa'nın kendi sorunu olmayan krizlerin içine çekilmemeye dikkat etmesini" ve "AB'nin, süper güçler arasında yaşanan güç mücadelesinde ABD'ye bağımlı (vasal) olmaktan kaçınması ve üçüncü bir güç olması gerektiğini" söyledi. Bu açıklamalar genel olarak Avrupa'da ve ABD'de rahatsızlığa neden olsa da ve ifade biçimi ve zamanı konusunda eleştirilse de Macron'un açıklamalarına destek verenler de oldu.

Fransa Cumhurbaşkanının açıklamalarının hangi açılardan rahatsızlığa yol açtığına değinecek olursak, her şeyden önce, Washington ile Pekin arasında giderek netleşen güç mücadelesini geçmişte ABD ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) arasında olduğu gibi "özgür dünya ile totaliter meydan okuyucular arasındaki mücadele" perspektifinden değerlendirenler, Macron'un açıklamalarından rahatsız oldu. Almanya ve diğer Avrupa ülkelerinde medya ve siyaset dünyasında çoğunluğu oluşturan bu kesimler, Fransa Cumhurbaşkanının özellikle Tayvan konusundaki açıklamalarıyla Batı'nın üstünlüğünü tehdit eden Çin'e karşı ABD öncülüğünde yürütülen çevreleme politikasına zarar verdiğini düşünüyor. Ayrıca bu kesimler, Macron'un Tayvan sorununu küresel güç mücadelesinin bir parçası olarak zikretmesinin ve AB'yi bunun dışında tutmak istemesinin, ABD'nin Tayvan politikasının "özgürlüğünü korumak isteyen bir demokratik ülkeyi desteklemek" değil de "Çin'e karşı yürüttüğü güç mücadelesinin bir aracı" olarak görülmesine yol açacağını ve Şi Cinping'in işine yarayacağını ileri sürüyor.

İkinci olarak, ziyaretinde Macron'a eşlik eden AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ve kısa süre önce Çin'i ziyaret eden Almanya Başbakanı Olaf Scholz, Tayvan meselesinde Washington'un pozisyonuna destek veren açıklamalar yapmışken Fransa Cumhurbaşkanının "Tayvan Avrupa'nın sorunu değil." şeklindeki açıklamaları AB ortak dış ve güvenlik politikası açısından da ciddi bir sorun olarak görüldü. Özellikle Rusya ve Çin kaynaklı güvenlik sorunlarında Batı dünyasının ABD ile birlikte hareket etmesini isteyen Polonya, Litvanya ve Çekya gibi Doğu Avrupa ülkelerinin Macron'un açıklamalarından çok rahatsız olduğunu ifade etmek gerekir.

Fransa Cumhurbaşkanının "AB'nin ABD'nin vasalı olmamaya dikkat etmesi gerektiği" yönündeki sözleri Alman Savunma Bakanı Boris Pistorius'u da rahatsız etmiş görünüyor. Macron'un açıklamasını "talihsiz" olarak nitelendiren Pistorius, "Bizim için hiçbir zaman ABD'nin vasalı olma tehlikesi söz konusu olmadı ve olmayacak." şeklinde ifadeleriyle Fransa Cumhurbaşkanına karşı çıktı.

Ilımlı yaklaşımlar

Buna karşılık, AB'nin Washington karşısında daha bağımsız hareket etmesi gerektiğini düşünen kesimler, ifade biçimi ve zamanı konusunda eleştirseler de Macron'un Çin konusunda önerdiği politikaya destek verdi. Pistorius ile aynı partiye mensup Sosyal Demokrat Parti (SPD) Federal Meclis Grup Başkanı Rolf Mützenich, "ABD ile Çin arasında büyük bir çatışmanın tarafı olmamaya dikkat etmeliyiz. Avrupa, o bölgede ABD'nin uzantısı gibi hareket etmek yerine mümkün olduğunca kendi bağımsız rolünü formüle etmeye çalışmalı." sözleriyle Macron'a destek verdi. Muhalefetteki Hristiyan Demokrat Birlik Partisinin (CDU) Grup Başkan Vekili Johan Wadephul ise, Avrupa'nın daha bağımsız hareket etmesi konusunda Macron'la aynı görüşte olduğunu ancak Tayvan sorununda ABD'den bağımsız hareket edilmesi görüşüne karşı çıktığını ifade etti.

Sonuç olarak, Fransa Cumhurbaşkanının ABD ve Çin arasındaki mücadelede AB'nin tavrına yönelik açıklamaları aslında Avrupa'da uzun zamandır yürütülen bir tartışmanın yeni bir sahnesine işaret ediyor.

Avrupa ülkeleri, 2. Dünya Savaşı'nın sonundan bu yanai ABD'nin Avrupa güvenliğindeki rolünü tartışıyor. Avrupa'nın kendi ayakları üzerinde durması ve küresel güç olarak hareket etmesi gerektiğini ileri süren "Avrupacıların" karşısında, küresel güç mücadelesinde Avrupa'nın kendi başına ayakta kalmasının ve etkili olmasının mümkün olmadığını, NATO çatısı altında ve ABD'nin liderliğinde bu mücadeleyi yürütmesi gerektiğini söyleyen "Atlantikçiler" o zamandan beri var olageldi. Bu nedenle, bu tartışmada Avrupacı kanatta yer alan Macron'un son açıklamaları aslında daha önce "NATO'nun beyin ölümünün gerçekleştiğine" dair açıklamaları kadar bile sansasyonel değil. Ama Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde AB'nin giderek daha fazla Washington'un peşine takıldığı bir dönemde gelmesi bu açıklamayı ilginç kılıyor.

Fransa Cumhurbaşkanı, son bir çabayla Avrupa gemisini bağımsız bir rotaya çevirmeye çalışıyor ancak bunun için yeterli rüzgarı bulması zor görünüyor. Zira içerideki popülaritesi çok azalmış durumda ve diğer Avrupa ülkelerinde kendisine destek verenlerin sayısı da her geçen gün azalıyor. Rusya'nın saldırgan politikaları ve Çin'in yükselişi Atlantikçilerin yelkenlerine rüzgar üflüyor.

[Prof. Dr. Kemal İnat, Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.

Kaynak: AA / Güncel
title