Lebensraum Doktrini Gazze'de: İsrail'in etnopolitik ve teopolitik işgal siyaseti
Akademisyen Prof. Dr. Muharrem Kılıç, İsrail'in Gazze'de uyguladığı etnopolitik ve teopolitik arındırma ve işgal siyasetini AA Analiz için kaleme aldı.
Akademisyen Prof. Dr. Muharrem Kılıç, İsrail'in Gazze'de uyguladığı etnopolitik ve teopolitik arındırma ve işgal siyasetini AA Analiz için kaleme aldı.
***
İsrail Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, "yerleşimci işgalinin" yeni bir fazını dünya kamuoyuna verdiği beyanat ile duyurdu. Bu beyanata göre, Batı Şeria'daki E1 koridorunda 3 bin 401 konutluk yeni bir yerleşim alanı inşa edilmesine yönelik planın onaylanacağı bildirildi. Coğrafi sınırı bulunmayan işgalci kolonyalist bir devlet olarak İsrail'in bu kirli planı, İkinci Dünya Savaşı sonrasında mimarisi oluşan "ulus, egemenlik ve devlet" doktrini ile uluslararası insan hakları hukukunu hiçe sayan "istisna halini" tahkim etmektedir. Bu istisnailik uluslararası hukukun tüm evrensel norm ve değerlerini yok saymak suretiyle küresel bir "olağanüstülük rejimi" üretmektedir. Sistematik biçimde bu olağanüstülük, "kitle gözetim teknolojileri, kuşatma, ablukaya alma, ayrımcılık, kitlesel aç bırakma ve kamplara mahkum etme" gibi bir takım etnokırım ve yıkım stratejileri ile üretilmektedir. Etnik temizlik, savaş suçları ve soykırım eylemlerinin yanı sıra saf kötülüğün (holokost) trajik kirli mirasını tevarüs eden İsrail, Nazilerin Lebensraum (yaşam alanı) Doktrini'ni hayata geçirmektedir. Yüzyıllarca Filistin coğrafyasında egemen olan etnolojik, teolojik ve sosyolojik çoğulluğu yok eden İsrail, siyonizm ideolojisi üzerinden kurulan tekillik idealiyle bölgeyi arındırmaya yönelik kirli etnopolitik amacını gerçekleştirmektedir. Bu kötücül amaç doğrultusunda işgalci yerleşimciler için yeni yaşam alanları açmaktadır.
Bu doktrin çerçevesinde coğrafi sınır olarak Kudüs ile Ma'ale Adumim arasında stratejik bir bağ kurmayı amaçlayan işgal planı, Batı Şeria'nın kuzey ve güneyini fiilen birbirinden ayırmak suretiyle self-determinasyon hakkı olan egemen bir Filistin devletinin kurulmasını imkansız hale getirmektedir. Başından bu yana iki devletli bir çözüme yanaşmayan siyonist politika, Smotrich'in yıkım planıyla "Filistin devleti" fikrini yok etmektedir. Söz konusu yıkım planının apartheid rejiminin ortaya çıkardığı insani trajediyi daha da derinleştireceği aşikardır.
İşgal altındaki bölgenin demografik ve coğrafi yapısını dönüştürmeyi amaçlayan bu yerleşim projesi, 1949 Cenevre Sözleşmeleri, Birleşmiş Milletler (BM) kararları ve temel uluslararası insan hakları normlarıyla doğrudan çelişmektedir. [1] Doğu Kudüs ile Ma'ale Adumim arasında yer alan E1 bölgesi, Batı Şeria'nın merkezine yerleşmiş stratejik bir koridor oluşturmaktadır. İşgal politikasının iskan siyaseti ve demografi mühendisliği, coğrafi olarak Batı Şeria'nın kuzey ve güney bölgelerine ayrılmasına yol açacaktır. İsrail'in bu bölme stratejisi, Doğu Kudüs'ün Filistin'in başkenti olması imkanını da fiilen ortadan kaldıracaktır. [2]
Yerleşim politikası: Uluslararası insancıl hukuk boyutu
"Yerleşim politikası", yaşam alanı doktrininin yol açtığı ağır insani trajedilerin tekrarlanmasını önlemek amacıyla ortaya konan ve uluslararası toplumun ortak bir değer uzlaşısı olarak görülen Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin hem ruhuna hem de ilgili hükümlerine aykırıdır.
Nitekim ilgili sözleşmenin 49. maddesi, işgal edilen coğrafyada demografik mühendislik gerçekleştirmeyi hedefleyen Nazi Lebensraum Doktrini'nin yarattığı insani trajedinin önlenmesi fikri üzerinden tasarlanmıştır.
Ağır insani trajediye yola açan bu kirli doktrin ve politika, yerli halkın temel haklarını haleldar ederek yerinden edilmesi ve yok edilmesine neden olmuştur. Bu trajik yıkım politikası, soykırım başta olmak üzere birçok savaş suçunun ideolojik temelini oluşturmuştur.
Somut biçimde 1949 tarihli Dördüncü Cenevre Sözleşmesi'nin 49/6. maddesi, "İşgalci güç, kendi sivil nüfusunun bir kısmını işgal altındaki topraklara transfer edemez." hükmünü içermektedir. İsrail'in Batı Şeria'da hayata geçirdiği bu kirli yerleşim faaliyetleri açık bir biçimde bu hükme aykırılık teşkil etmektedir. Nitekim Uluslararası Adalet Divanı'nın (UAD) "Abluka Duvarı"na (2004) ilişkin danışma görüşünde, İsrail'in Batı Şeria'da yerleşim alanları oluşturmasının 49. maddenin ihlali olduğunu kaydetmiştir. Benzer biçimde BM Güvenlik Konseyi de yaşam alanı doktrinine dayalı olarak yürütülen yerleşim politikasını uluslararası hukuka aykırı bulmuştur. Öyle ki BM'nin 2334 sayılı kararı (2016), İsrail yerleşimlerinin "hiçbir hukuki geçerliliğe sahip olmadığını" ve bu faaliyetlerin "iki devletli çözümün fiziki temelini tehlikeye attığını" belirtmektedir. [3] Söz konusu karara karşı ilk kez ABD'nin veto hakkını kullanmaması dikkati çekicidir.
Yerleşim politikası: Uluslararası insan hakları hukuku boyutu
"Yaşam alanı" doktrinine dayalı biçimde uygulanan yerleşim terörü birden çok temel insan hak ve özgürlüklerinin ihlaline neden olmaktadır. Bunların başında mülkiyet ve barınma hakkı gelmektedir. Öyle ki bu kirli proje doğrultusunda bölgede yaşayan Bedevi topluluklarının zorla yerinden edilmeleri amaçlanmaktadır. Bu durum yalnızca Cenevre Sözleşmeleri çerçevesinde değil, aynı zamanda Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi'nin "herkesin yeterli barınma hakkına sahip olduğu" (m. 11) ilkesini de ihlal etmektedir. Ayrıca "işgalci yerleşimcilere" yaşam alanı açma amaçlı kitlesel tahliyeler, toplu cezalandırma kapsamında yer almaktadır. Toplu cezalandırmalar hem insan hakları hukukunun temel normları hem de uluslararası insancıl hukukun temel ilkelerince yasaklanmıştır.
Hareket özgürlüğü
Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'de (m. 12) düzenlenen "herkesin kendi ülkesi içinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına sahip olduğu" ilkesini haleldar eden bu yerleşim planı, Batı Şeria'daki Filistinlilerin şehirler arası ulaşımını ve toplumsal bütünlüğünü ciddi biçimde tehdit etmektedir. [4] Söz konusu plan özellikle Doğu Kudüs ile Ramallah ve Beytüllahim arasındaki bağlantıyı kesmek suretiyle Filistinlilerin temel hak ve özgürlüklerini, özellikle hareket özgürlüğünü ihlal etmektedir. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nin "herkesin ülke içinde serbestçe dolaşma ve yerleşme hakkına" sahip olduğu (m. 13) yönündeki ilkesi ile Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme'nin ilgili maddesi (m. 12) bu özgürlük hakkını güvence altına almıştır. Ancak bu kirli plan Batı Şeria'daki Filistinlilerin yerleşim yerlerine, hastanelere, okullara ya da ailelerine erişimini imkansız hale getirebilecek olan apartheid rejimini tahkim etmektedir.
Coğrafi apartheid ve sistematik ayrımcılık
İsrail'in Yaşam Alanı Doktrini çerçevesinde geliştirdiği yerleşim politikası, Uluslararası Apartheid Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi (1973) çerçevesinde bir apartheid rejimi oluşturmaktadır. Bu sözleşmeye göre apartheid, "bir etnik grubun diğerine sistematik baskı ve egemenlik kurduğu politikalar bütünü" olarak tanımlanmaktadır. Nitekim eski BM İnsan Hakları Raportörü Richard Falk'a göre "İsrail'in yerleşim politikası, bir etnik grubun diğerine karşı sistematik baskı ve ayrımcılığa dayalı bir yönetim modeline dönüşmüştür." [5] Benzer biçimde Uluslararası Af Örgütü de (2022) İsrail'in Filistin topraklarında yürüttüğü yerleşim politikalarını "kurumsallaşmış ayrımcılık rejimi" olarak nitelendirmektedir. İsrail'in bu kirli planı Filistin topraklarını bölmek suretiyle coğrafi apartheid rejimini tahkim etmenin yanı sıra egemen bir Filistin devletinin ortaya çıkmasını da fiilen imkansız kılmaktadır.
Sonuç olarak bu kirli plan, uluslararası hukukun temel normlarına aykırı biçimde "demografik transfer, zorla yerinden etme, hareket özgürlüğünün kısıtlanması, barınma ve mülkiyet hakkının ihlali, sistematik ayrımcılık ve coğrafi apartheid rejiminin" tahkimine neden olacaktır. Uluslararası insan hakları hukukunun temel ilkelerine aykırılık teşkil eden bu yerleşim planı ne yazık ki küresel aktörlerle birlikte yürütülen kolonyalist işgal endüstrisinin bir başka trajedisine yol açacaktır.
[1] Amnesty International, 2022.
[2] B'Tselem, 2020.
[3] UNSC Res. 2334, 2016.
[4] Human Rights Watch, 2021.
[5] Falk, UN Special Rapporteur Report, 2012.
[Prof. Dr. Muharrem Kılıç, Akademisyendir.]
Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.