Karahisari Mushafı'nın Tıpkıbasımı Tanıtıldı
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, DAİŞ'in balyozlarla müzelerdeki eserleri tahrip etmesine ilişkin, "Bu eserleri meydana getiren medeniyettir.
Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik, DAİŞ'in balyozlarla müzelerdeki eserleri tahrip etmesine ilişkin, "Bu eserleri meydana getiren medeniyettir. O vandallığı yapan aynı şey olamaz. Bu eserleri meydana getiren kültürü doğuran dine inananlarla o vandallığı yapanlar aynı dine inanıyor olamaz. Eğer biz bu medeniyete aitsek, o terörü ve barbarlığı gerçekleştirenler bu medeniyete ait değildir" dedi.
Topkapı Sarayı Zülüflü Baltacılar Koğuşu'nda düzenlenen Karahisari Mushafı Baskısı'nın tanıtımında konuşan Çelik, Küba'da açtığı bir hüsn-i hat sergisini gezerken yaşlı bir Müslüman Kübalının dikkatini çektiğini, bu kişinin yürümekte zorlanmasına rağmen her eserle ilgili uzun uzun bilgi aldığını, üzerindeki kıyafetlerin bu yaşlı Kübalının çok fakir olduğunu gösterdiğini söyledi.
Yanındaki kişiye bu Kübalının kim olduğunu sorduğunda, esnaf olduğunu ve sergiyi görmek için bir saatlik yolu yürüyerek geldiğini öğrendiğini dile getiren Çelik, sergiyi dolaştıktan sonra sohbet ettiği bu kişinin kendisine İstanbul'u, Sultanahmet Camisi'ni ve diğer eserleri fotoğraflarda gördüğünü söylediğini aktardı.
Çelik, "Keşke hayatımda bir kez gidebilseydim' dedi. Kendisini İstanbul'a davet ettim ama bana çok enteresan bir şey söyledi. 'Ben bu eserleri gezerken her bir hat eserinin önünde durduğumda adeta kendimi İstanbul sokaklarında hissettim' dedi ve bana İstanbul'daki camilerin isimlerini saydı. 'Kendimi onların içinde hissettim' dedi. Sokak isimlerini saydı" diye konuştu.
Bu cümleleri duyduğunda aklına hat ile ilgili "Cismani aletlerle ortaya çıkan ruhani bir hendesedir, geometridir" tanımının geldiğini kaydeden Çelik, Küba'daki yaşlı bir insanı İstanbul'un sokaklarına bağlayan bu ruhani geometrinin çok büyük bir geometri olduğunu ifade etti.
Çelik, bu eserlerin ülkenin manevi birliği açısından çok kıymetli olduğunu vurgulayarak, bu eserin yazıldığı günlerden bugüne devletin adının, yüz ölçümünün, yöneticilerinin değiştiğini ancak milleti millet yapan değerlerin ve milletin bu eser karşısında duyduğu heyecanın değişmediğini anlattı.
Kötü mesaja karşı meydan okuyuş
Mütefekkirlerin öneminden bahseden Çelik, bu eserlerin her birinin millet olarak varlıklarının, tarih içerisinde yürüyüşlerinin imzası olarak kendilerine yol gösterdiğini aktardı.
Bakan Çelik, şöyle devam etti:
"Üç gündür hepimiz televizyonlarda izliyoruz. Bugün cuma namazında andığımız birtakım kelimeler ve kavramlar DAİŞ diye bir terör örgütü tarafından slogan haline çevriliyor ve insanlığın mirası yok ediliyor. Üç gündür de müzelerde nasıl bir vandallık sergilediklerini, ellerindeki balyozlarla bu eserleri nasıl yok ettiklerini görüyoruz. Şimdi ortada bir durum var. Bu eserleri meydana getiren medeniyettir. O vandallığı yapan aynı şey olamaz. Bu eserleri meydana getiren kültürü doğuran dine inananlarla o vandallığı yapanlar aynı dine inanıyor olamaz. O sebeple bu eserlerin her birinin tek bir sayfası ve tek bir cümlesi bile bu tip terör örgütlerinin bizim dinimizi istismar ederek dünyaya vermeye çalıştıkları bu kötü mesaja karşı bunların tek bir cümlesi bile büyük bir meydan okuyuştur. Eğer biz bu medeniyete aitsek, o terörü ve barbarlığı gerçekleştirenler bu medeniyete ait değildir."
Bu eseri basanların, bugün bu terör örgütüyle fiziken mücadele edenlerin çok daha ötesinde bu eserin tek bir sayfasıyla İslam dininin terör örgütlerince kirletilmesine karşı en büyük mücadeleyi verdiğini ifade eden Çelik, şunları kaydetti:
"Bu estetiği, güzelliği kelimelere, kavramlara ve yazıya bu değeri veren bir fikriyatla o barbarlığı gerçekleştiren fikriyatın aynı olmadığını, asla aynı olamayacağını ve birbirine karşı olduğunu bütün bir dünyaya ilan etmiş oluruz. Bu yüzden Klasik Türk Sanatları Vakfı'nın yaptığı iş aslında sadece bir eserin hayatiyetini devam ettirmekten çok daha büyük bir iştir. Bir diğer konu, yurt dışında bir seyahate gittiğimiz zaman en mutlu anını kitapçılarda yaşayan bir başbakanımız var. Dolayısıyla bu bizim için çok büyük bir avantaj."
Özel: "Bu muhteşem eseri ihya etmenin gururunu yaşıyoruz"
Klasik Türk Sanatları Vakfı Başkanı Ahmet Özel de Kur'an-ı Kerim'in muhafaza edilmek için değil öğrenilmesi, öğretilmesi, onun nurlu harfleri ve kelimeleriyle alemlerin bereketle buluşması için yazıldığını belirterek, Kur'an-ı Kerim'in inzaliyle insanlığın ve yeryüzünün, hattı ile de o kağıt ve mürekkebin şereflendiğini söyledi.
Kur'an-ı Kerim'in Mekke'de nazil olduğunu, Kahire'de okunduğunu ve İstanbul'da yazıldığını dile getiren Özel, bugün hem beyaz sayfaların Kur'an-ı Kerim ile şereflenmesinin hem de İstanbul'un bu kadim vasfının bir kez daha hatırlanmasının gururunu paylaştıklarını aktardı.
Özel, "Bir muhteşem eseri, tam anlamıyla bir el emeğini, göz nurunu yeniden ihya etmenin, yeniden İstanbul'a, aziz milletimize ve insanlığa kazandırmanın gururunu hep beraber yaşıyoruz. Bugün sadece harflerin, kelimelerin ve sahifelerin Kur'an-ı Kerim ile şereflenmesini değil, İstanbul'un bir hat, yazı şehri olarak yeniden dirilişine vasıta olmanın da coşkusunu paylaşıyoruz" diye konuştu.
Ahmet Özel, "Çok büyük özen ve hassasiyetle tıpkıbasımını yaptığımız bu eserimiz, İstanbul'un sadece bir yazı şehri olma vasfının değil, tezhibin, nakşın, cildin yani bizi biz yapan sanatların da ihyası yolunda bir gayrete işaret ediyor" dedi.
Özel, 16. yüzyılda Ahmed Şemseddin Karahisari tarafından yazılan bu Mushaf-ı Şerifi vakıf olarak 2009'da taramaya başladıklarını ve 5 yıl boyunca son derece dikkatli, meşakkatli bir sürecin ardından tıpkıbasımı tamamladıklarını söyledi.
Topkapı Sarayı Müzesi'nin en değerli eserlerinden
"Ahmed Karahisari Mushaf-ı Şerifi" olarak tanınan ve tıpkıbasımı yapılan mushaf, Topkapı Sarayı Müzesi'nin sahip olduğu en değerli eserler arasında gösteriliyor.
Kur'an'ın 220 yaprağının Karahisari tarafından Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 1545-55 yılları arasında yazıldığı ve sanatçının ölümüyle yarım kaldığı, Kur'an'ı tamamlayan 80 yaprağın ise muhtemelen manevi evladı Hasan Çelebi tarafından Sultan III. Murad'ın himayesinde 1584-87 yılları arasında yazıldığının anlaşıldığı belirtiliyor.
Eserin vassalesinin yapılması, cetvellerinin çekilmesi, her sayfanın tezhiplenmesi ve cildinin yapılarak tümüyle tamamlanmasının ise 1584-1596 yılları arasında gerçekleştiği kaydediliyor.
Afyonkarihisar'da 1468'de doğan ve 1556'da vefat eden Karahisari, diğer birçok Osmanlı hattatından farklı olarak Şeyh Hamdullah yöntemini değil, Yakut-ı Mustasımi akımını benimsedi ve bu üslubun en güzel örneklerini verdi.