'Kafka'lı Çobanın Sıra Dışı Hikayesi! Elinden Kitapları Düşmüyor
Siverek göçeri çoban Halil'in sıradışı hikayesi görenleri büyülüyor. Halil'in koyunları çevrede otlarken o ise elinden Kafka ve Gogol kitaplarını düşürmüyor.
Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinin Karacadağ yaylaları, ısınmaya başlayan hava ile birlikte yüzyıllardır misafir ettiği göçerleri karşılıyor.
Siverek göçerleri, Urfa ve civarı komşu şehirlerdeki farklı etnik gruplardan gelen ve yeşil alanları kurutan sıcakların kapıya dayanmasıyla hayvanlarına otlak arayışına geçen, evini sırtında taşıyan göçebe bir topluluk. Çadırlarını yüklenerek Karacadağ'ın eteklerine gelen göçerler, ilkbahar sonuna kadar toplamda 50 haneyi buluyor. 3 ila 15 kişi arasında değişen hanelerin kiminde 150 kiminde ise 2000 küçükbaş hayvan bulunuyor.
KANVAS PANTOLON, BALIKÇI ŞAPKASI
Karacadağ eteklerinde sürüsünü güdenler arasında çoban Halil dikkatimizi çekiyor. Ailesi ve kardeşleriyle dağın zirvesine birkaç yüz metre kala çadırlarını kuran Halil, yüzyıllardır süren geleneğe bağlı yaşayan Siverek göçerlerinden biri. Onunla birlikte yüzlerce göçer 6 aylık yaylak hayatına geçmek için bu günlerde yola koyuldu. 23 yaşındaki Halil'i görenler, kendini yabancı bir filmin setindeymiş gibi hissedebilir. Üzerinde kanvas pantolonu ve montu, balıkçı şapkasıyla Halil, koyunları etrafta otlarken Kafka'nın 'Milena'ya Mektuplar'ını okuyor. Başta konuşmaktan ve hatta adını bile paylaşmaktan çekinen Halil, konu edebiyat olunca sessizliğini bozuyor.
GOGOL VE DOSTOYEVSKİ TAVSİYESİ
Altıncı sınıfta okulu bırakmak zorunda kalmış. Genç çoban, Kafka'ya ve favori kitabı Victor Hugo'nun Sefiller'ine duyduğu hayranlıktan bahsediyor. Herkese Gogol ve Dostoyevski okumasını tavsiye ediyor. "Gittiğimiz yere evimizi götüremiyoruz ama kitapları taşımak çok kolay" diyor.
KARACADAĞ'A UZUN YOLCULUK
Siverek merkezinden Karacadağ'a giden yol kısa sürmüyor. Şanlıurfa'dan gelen göçerler 150-200 kilometre, çevre illerden gelenler ise 400 kilometre kadar yol yapmak zorunda. Göçerlerin yolculuk boyunca keçi ve koyunları belli aralıklarla sağması gerekiyor. Aksi takdirde hayvanlar kendi sütlerinden zehirlenebiliyor. Süt sağımı için her seferinde çadırlar kuruluyor sonra tekrar toplanıyor. Mandıracılar da bu dönemde gelip taze sütü satın alıyor.
Günler süren yolculuğun ardından dağ yamaçlarında her yıl aynı yere konuşlanıyor.
Barınma, mutfak, erzak ve hayvanları için beraberlerinde getirdikleri kıl çadırları el birliğiyle kuruyorlar. Tümü besicilik yapan göçebeler, Urfa ve çevre şehirlerdeki mandıracılara süt ve peynir sağlayarak geçiniyor.
KÖYLÜLERLE İLİŞKİLERİ SORUNLARI
Göçerlerin en önemli sorunlarından biri köylülerle ilişkileri. Altı aylık misafirlerinin sayıca fazla olan küçükbaşlarının meralara zarar verdiğini iddia eden köylülerle göçerler arasında keskin bir sınır var. Hatta bu durum köylere yakın yere yerleşen göçebelerin kira öder gibi köylere 'bağış' yapmak zorunda kalmasına yol açmış. Öyle ki bir koyun çiftine 50 lira gibi bir meblağ köylülerce biçilmiş durumda. Bedel ödense dahi, göçerler köylülerce sosyal hayattan dışlanıyor.
GÜNEŞ PANELLERİYLE ELEKTRİK ENERJİSİ
Yüzyıllardır süren gelenek, göçerlerin modern teknolojinin kimi nimetlerinden faydalanmasını engellemiyor. Cep telefonu, bu modern nimetlerin başlıcası. En büyük problem ise yaylada elektrik bulabilmek. Bunu da en temiz enerji yöntemiyle, küçük güneş panelleriyle gidermeye çalışıyorlar. Güneş panellerinden elde ettikleri elektrikle sadece telefonlarını şarj edip, düşük güçlü ampuller için elektrik sağlayabilen göçerler için jeneratör ciddi bir yük ve masraf.
AĞIR İŞ DE HASSAS İŞ DE KADININ ELİNDE
Göçerlerde kadınların yeri çok önemli. Erkekler de kadınların işinin daha zorlu olduğunu kabul ediyor. Kadınlar sadece çocuklardan ya da evleri sayılan çadırlardan sorumlu değil, aynı zamanda en büyük çadırı kuranlar da onlar. Gece hayvanlarla birlikte yeşil alanlarda sabahlayan erkeklerin dönüş saatiyle mesaisi başlayan kadınların işi koyun sağarak devam ediyor. Erkeklerin yokluğunda süt satışı dahil her şeyden bizzat kadınlar sorumlu. (Kaynak: Hürriyet)