İstanbul'da "1 Eylül Dünya Barış Günü" Eylemi: "Akp-Mhp İktidarı, Ülkemizi ve Bölgemizi Sürekli Ateş Üstünde Tutan Politikalarından Vazgeçmelidir"
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle Kadıköy İskelesi’nde eylem yaptı. Eğitim-Sen İstanbul 3 No’lu Şube Başkanı Ayfer Koçak, “AKP-MHP iktidarı, ülkemizi ve bölgemizi sürekli ateş üstünde tutan bu politikalarından bir an önce vazgeçmelidir. Mülteci politikası, temel insan haklarına dayalı, barışa ve demokrasiye hizmet edecek bir şekilde değiştirilmeli, mültecilerin yaşadıkları topraklara sağlıklı koşullar içinde dönebilmelerinin koşulları yaratılmalıdır. Bu da ancak Ortadoğu’da barış politikasının gelişmesiyle mümkündür” dedi.
Haber: ÇAĞATAN AKYOL - Kamera: SADIK KARAKULOĞLU
İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle Kadıköy İskelesi'nde eylem yaptı. Eğitim-Sen İstanbul 3 No'lu Şube Başkanı Ayfer Koçak, "AKP-MHP iktidarı, ülkemizi ve bölgemizi sürekli ateş üstünde tutan bu politikalarından bir an önce vazgeçmelidir. Mülteci politikası, temel insan haklarına dayalı, barışa ve demokrasiye hizmet edecek bir şekilde değiştirilmeli, mültecilerin yaşadıkları topraklara sağlıklı koşullar içinde dönebilmelerinin koşulları yaratılmalıdır. Bu da ancak Ortadoğu'da barış politikasının gelişmesiyle mümkündür" dedi.
1 Eylül Dünya Barış Günü nedeniyle İstanbul Emek, Barış ve Demokrasi Güçleri, Kadıköy İskelesi önünde bugün eylem yaptı. "Barış ve eşitlik istiyoruz" yazılı pankartın açıldığı eylemde, "Savaşa değil, sağlığa bütçe", "Savaşa hayır. Barış hemen şimdi" ve "Halklarla barış, patronlarla savaş" yazılı dövizler taşındı.
"Faşizme karşı omuz omuza", "Jin, jiyan, azadi", "AKP savaş, halklar barış istiyor" ve "Yaşasın halkların kardeşliği" sloganlarının atıldığı eylemde, gruplar adına hazırlanan ortak açıklamayı Eğitim-Sen İstanbul 3 No'lu Şube Başkanı Ayfer Koçak okudu. Günün tarihsel önemini anlatan Koçak, şunları söyledi:
"SAVAŞ VE ÇATIŞMA POLİTİKALARINDAN VAZGEÇİLMEDİ: 1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya'yı işgaliyle başlayan, insanlık tarihinin en kanlı ve en kirli savaşı olan 2'nci Dünya Savaşı'nın ardından yaşanan yıkım ve ölüm, savaşın kazanını olmadığı gerçeğini savaşın tüm taraflarına kabul ettirecek büyüklükte olmuştur. Birleşmiş Milletler tarafından 1981 yılında ilan edilen Dünya Barış Günü, bu savaşın başladığı gün olan 1 Eylül olması savaşların kabul edilemez bu sonuçları ile bir yüzleşme olarak görülebilir ancak 1982 yılından itibaren tüm dünyada savaş ve çatışmaların son bulması şiarıyla kutlanıyor olmasına rağmen ne dünya genelinde ne bölgemiz ne de ülkemizde savaş ve çatışma politikalarından vazgeçilmemiştir. Bugün başta Ukrayna olmak üzere dünyanın birçok yerinde ismi konulan ve konulmayan savaşlar devam ediyor. Özellikle Afrika ve Ortadoğu'da hiç bitmeyen savaş ve çatışma halleri, bu bölgelerde asker, sivil, kadın, erkek, çocuk insanların yanı sıra doğasını da öldürüyor. Özellikle kadınlar ve çocuklar sadece ölmüyor; tecavüze uğruyor, işkenceye maruz kalıyor, bulaşıcı hastalıklara yakalanıyorlar. Göç yollarında tarifsiz acılar yaşıyor, sığındıkları ülkelerde insanlık dışı şartlar nedeniyle yaşayan ölüler haline geliyorlar.
3'ÜNCÜ DÜNYA SAVAŞI TEHDİTİ ARTARAK DEVAM EDİYOR: Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü, kısa süre önce 'İnsanlık tarihinin en tehlikeli dönemlerinden birine sürükleniyoruz' açıklaması yaptı. Genel silahlanma artışının yanı sıra ABD'nin İran'a dönük politikalarının da parçası olan nükleer silah edinme ve kullanıma hazır nükleer silah sayısında da korkunç bir artış yaşanıyor. Dolayısıyla zamana yayılmış 3'üncü Dünya Savaşı tehditi artarak devam ediyor. Kapitalist-emperyalist güçler yapısal krizlerini aşmak ve hegemonyalarını genişletmek için yeni savaşların, çatışmaların zeminini yaratmaya devam ediyor. Savaşların öncesinde eşitsizlikler, sömürü, hak gaspları, milliyetçilik, kamplaşma ve silahlanma artırılıyor. Halklar ve emekçiler arası düşmanlıklar geliştiriliyor. Emperyalistler ve gerici-dikta güçler, kendi elleriyle yarattıkları mülteciliği ve göçmenliği milliyetçiliğin, ırkçılığın yükseltilmesinin, halklar arasında düşmanlığın körüklenmesinin aracı haline getiriyor. Sermaye birçok ülkede sağcı ve muhafazakar partileri iktidara getiriyor. Demokratik talepler bastırılıyor, örgütsüzlük dayatılıyor. Muhalif kurumlar gibi sendikalar ya kapatılıyor ya da işlevsiz hale getiriliyor. Bu şekilde ekonomik ve siyasi zemin yaratıldıktan sonra kapitalistler, yapısal krizlerini aşmak ve hegemonyalarını genişletmek için yeni savaşların, çatışmaların startını veriyorlar.
HALKLARIN BİR ARADA YAŞAMA İRADESİNİ, İKTİDARLARI İÇİN EN BÜYÜK TEHDİT OLARAK GÖRÜYORLAR: Oysaki silahlanmaya ayrılan fonların sadece yüzde 10'u bile tüm dünyadaki yoksullaşmaya ve açlığa karşı insanca yaşamının temel ihtiyaçlarını sağlayabilecek düzeyde iken rant ve paylaşım hesaplarının sonucu başlatılan savaşlar ile insanlık değerleri yerle bir ediliyor, doğa geri dönüşü olmayan tahribatlara maruz kalıyor, gözyaşı ve acılar dinmiyor. Ülkemizde de AKP-MHP iktidar bloğu, iktidarda kalmanın stratejisini süreklileşen bir kutuplaştırma, gerginlik, çatışma ve 'düşman iç ve dış güçler' argümanları üzerine kurmuş durumdadır. Ortadoğu'da girilen kirli ilişkiler de aynı politikaların sonucudur. AKP-MHP iktidar bloğu içeride ve dışarıda milliyetçi, şoven, ayrımcı, tekçi, cinsiyetçi, mezhepçi siyasetin dozunu her gün biraz daha artırıyor. Halkları ve emekçileri kutuplaştıran politikalara, tüm yurttaşların can ve mal güvencesini, emekçilerin onurlu çalışma hakkını ve iş güvencesini yok sayan saldırılara her gün bir yenisini ekliyor. Kürt halkının en temel hak taleplerine kulak kapatarak güvenlikçi politikaları öne çıkartıp sınır içi ve sınır ötesi operasyonlarla çözümsüzlükte ısrar ediyor. Çünkü ekmeğimize, geleceğimize, aşımıza, ormanımıza, suyumuza göz dikenler; halkların bir arada yaşama iradesini, iktidarları için en büyük tehdit olarak görüyorlar.
MÜLTECİLER KONUSUNDA DA MİLLİYETÇİLİĞİ KÖRÜKLÜYORLAR: Ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş-şiddet odaklı politikalarının bedelini ne sermaye grupları ne de ittifak bloğu ve etrafında kümelenmiş kirli çıkar odakları değil; emekçiler ve ezilenler olarak Türk'ü, Kürt'ü, Laz'ı, Çerkez'i, Arap'ı ile ülkenin yüzde 99'u olan bize ödetiyorlar. AKP-MHP iktidar bloğu, bir yandan Ortadoğu'da savaş ve çatışma politikalarını hep devrede tutarken diğer yandan da bu savaşların ve çatışmaların mağduriyeti içinde olan halkların Türkiye'ye yönelik geliştirdiği göç ve mültecileşme dalgasını iç ve dış siyasette kendi lehine kullanma çabasını da devam ettirmektedir. Ülkesindeki savaştan kaçıp Türkiye'ye gelen insanları iç siyasetin basit bir oy deposu olarak görmekle yetinmemekte, mültecileşen insanların toplumla barış içinde entegrasyonunu planlamak yerine ırkçı-milliyetçiliğin sıçrama tahtası olarak kullanmaktadır. Ana topraklarından kopmuş savaş yorgunu bu insanlar dış siyasetin bir piyonuna dönüştürülmüştür. Mültecileri, 'Sınır kapılarını açarım' tehditleri üzerinden Avrupa ülkelerine karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanmakta, ayrıca farklı savaş çeteleriyle kurdukları ilişkiler, ÖSO-Afgan milislerin ülkemizde mülteciymiş gibi gösterilmesi ve askeri eğitim aldıkları kamplar, tüm bu gelişmeler AKP-MHP iktidar bloğunun ayrıca iktidarın mülteci politikasının, savaşa ve milliyetçiliğe hizmet ettiğini açıkça göstermektedir. Yine AKP-MHP bloğunun savaş politikalarınım karşında durmak bir yana tezkereler de kayyum atamalarında siyasetçilerin dokunulmazlıklarının kaldırılarak tutuklanmaların da iktidar bloğunun yanında saf tutarak savaş politikalarının ortağı olan muhalefet partileri maalesef mülteciler konusunda da milliyetçiliği körüklemektedirler.
İNSANLIK ONURUYLA BAĞDAŞMAYAN UYGULAMALAR, GÜNDELİK YAŞAMIN PARÇASI HALİNE GELDİ: AKP-MHP iktidarı, ülkemizi ve bölgemizi sürekli ateş üstünde tutan bu politikalarından bir an önce vazgeçmelidir. Mülteci politikası, temel insan haklarına dayalı, barışa ve demokrasiye hizmet edecek bir şekilde değiştirilmeli, mültecilerin yaşadıkları topraklara sağlıklı koşullar içinde dönebilmelerinin koşulları yaratılmalıdır. Bu da ancak Ortadoğu'da barış politikasının gelişmesiyle mümkündür. Biz biliyoruz, bugünkü fakirleşmemizin sorumlusu, savaşlardan kaçarak komşumuz olan, en zor işlerde çok kötü şartlarda çalışmak zorunda kalan yoksul mülteciler değil, onların da bizim de yaşadığımız yoksullaşma, açlık, sermaye ve iktidarlarının rant ve savaş politikalarıdır. Saldırılara, iktidara yakın gerici odakların laiklik karşıtı söylem ve tehditleri eşlik ediyor. Siyasallaşan yargı ise iktidarın gündemini hayata geçirmesine aracılık ediyor. Barış söylem ve talebini cezalandırırken muhalif kişi ve kurumlara yönelik ölüm tehditlerine, savaş çığırtkanlıklarına ise gözünü ve kulağını kapatarak prim veriyor. Gözaltılar ve tutuklamalar, işten çıkarmalar, iş güvencesinin ortadan kaldırılması, kadına yönelik ayrımcı politikalar ve şiddet, çocuk istismarları, homofobiden beslenen şiddet ve cinayetler, festivaller ve konser yasaklamaları, Alevilere yönelik mezhepçi dayatmalar, ÇEDES gibi laiklik karşıtı gerici politikalarda kaygı verici artış, en son Cudi ve Akbelen'de olduğu gibi doğamızın talan edilmesi, iş cinayetleri ve daha nice insanlık onuruyla bağdaşmayan politika ve uygulamalar gündelik yaşamın parçası haline geldi.
BARIŞ VE DEMOKRASİ TALEBİ, TEMEL İHTİYAÇ HALİNE GELDİ: Tüm bu politikalar zaman zaman anayasal düzenin hukuk kurallarını da yok sayarak gerçekleştiriyor; gözaltı ve kaçırılmalar sonucu faili meçhullerle kaybedilen çocuklarının, yakınlarının akıbetlerini öğrenmek isteyen Cumartesi Anneleri'nin-İnsanları'nın Anayasa Mahkemesi kararına rağmen her hafta işkenceyle göz altına alınmaları bu politikanın bir parçasıdır. Gelinen aşamada ülkemizin en temel sorun alanlarının başında emek, barış ve demokrasi karşıtı milliyetçi, şoven, faşizan politika ve uygulamalar gelmektedir. Dolayısıyla ülkemizde, bölgemizde ve dünyada barışa olan ihtiyaç tüm yakıcılığı ile her geçen gün kendini daha fazla hissettiriyor. Barış ve demokrasi talebi, ekmek ve su kadar temel ihtiyaç haline gelmiştir.
BARIŞ MÜCADELESİNDEN VAZGEÇMEYECEĞİZ: Emekçiler, kadınlar, ezilen halklar için barış; emeğinin karşılığını alabilmektir. Barış, çocuk haklarıdır. Barış, halkların eşit ve özgür birlikteliğin sağlandığı, başta Kürt sorunu olmak üzere temel sorunların barış ve diyalogla çözüldüğü, demokratik taleplerinin karşılandığı bir toplumsal mutabakattır. Barış, kadına yönelik şiddetin son bulması, bunun için başta İstanbul Sözleşmesi feshinin iptal edilmesi, ILO'nun 190 sayılı sözleşmesinin imzalanması başta olmak üzere toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik politikaların esas alınmasıdır. Barış; doğamızın, suyumuzun, ormanlarımızın rant uğruna talan edilmemesi, sadece bugünü değil, geleceği de savunan ekolojik bir yaşamı hakim kılmaktır. Barış, mülteciliğe yol açan politikalara son vermek, dayanışmayı büyütmektir. 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle savaşlarda, çatışmalarda yitirilen milyonlarca insanın anısı önünde saygıyla eğiliyor, emekçilerin ve ezilen halkların kendi hakları için yürüttükleri mücadelenin en temel başlığının barış olduğunun altını bir kez daha çiziyoruz. Emek ve Demokrasi Güçleri olarak tüm saldırılara, savaş ve kutuplaştırma, tek tip yaşam tarzı dayatmalarına karşın ısrarla ve örgütlü, kararlı bir mücadele ile dünyada, Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde, barışı savunmaya devam edeceğiz. Adaletin, eşitliğin, kardeşliğin, paylaşımın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, insanca bir yaşamın kalıcı hale getirildiği bir dünya ve ülke kuruncaya kadar barış mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceğiz."