İsrail askerleri öldürdükleri sivilleri "insan" olarak görmüyor
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş, Gazze'de on binlerce masum insanın ölümüne neden olan İsrail askerlerinin, Filistinlileri "insan olarak görmeme" ve düşman ya da tehdit olarak algılama eğiliminde olduğunu belirterek, bu algının vicdani sınırları aşıp katliamları zihinlerde meşrulaştırdığını söyledi.
Psikolog Prof. Dr. Acar Baltaş, Gazze'de on binlerce masum insanın ölümüne neden olan İsrail askerlerinin, Filistinlileri "insan olarak görmeme" ve düşman ya da tehdit olarak algılama eğiliminde olduğunu belirterek, bu algının vicdani sınırları aşıp katliamları zihinlerde meşrulaştırdığını söyledi.
Psikolog ve yazar Prof. Dr. Baltaş, AA muhabirine, Gazze'de sivilleri hedef alarak büyük katliamlara neden olan İsrail askerlerinin zihinsel altyapısını ve insanların otorite karşısında etik sınırlarını nasıl askıya alabildiğini tarihsel örneklerle değerlendirdi.
İsrail askerlerinin Filistinli sivilleri öldürebilmesinin temelinde onları "insan olarak görmeme" algısının yattığına dikkati çeken Baltaş, şu ifadeleri kullandı:
"Eğer bir grup insanı veya bir kişiyi gerçekten düşman, zararlı düşman haline getirirseniz, şeytanlaştırırsanız, o zaman onu ortadan kaldırma isteği duyabilirsiniz tıpkı temizlik yapar gibi. İsrail askerleri de temizlik yapıyor. Hem de tüm dünyanın gözü önünde temizlik yapıyor. Bu temizliğin psikolojisinde ortadan kaldırdıkları insanları veya temizledikleri grubu insan olarak görmemek, onları şeytanlaştırmak ve kendileri için varlıkları için zararlı ve tehdit edici olarak tanımlama süreci yatıyor. Düşünce biçiminin arkasında bu var."
Baltaş, kişilerin özellikle savaş gibi durumlarda, otorite figürlerinin talimatlarına uyup, kendi etik ve ahlaki yargılarını devre dışı bırakma eğiliminde olduğuna işaret ederek, "İnsanın savunma mekanizması bunu vatanı için yaptığına ve kahraman olduğuna inanıyor. Vatanı için savaşmış, 'kahraman bir insan kimliğini benimsemek', 'ben masum insanları öldürdüm' kimliğini benimsemekten daha tercih edilir bir durumdur." diye konuştu.
Kötülüğün Sıradanlığı: Eichmann'dan İsrail askerlerine
Otoriteye itaatin körleştirici etkisine, İkinci Dünya Savaşı sırasında Hitler'e sunduğu "Nihai Çözüm" planıyla Holokost'un en büyük ortaklarından biri olan SS subayı Adolf Eichmann'ı örnek gösteren Baltaş, Eichmann'ın 1960'da Arjantin'de yakalandığını ve Kudüs'te yargılandığını hatırlattı. Baltaş, "(Eichmann) Kudüs'e getirildiği zaman bir mahkeme yapıldı ve bu tüm dünyaya da açık tutuldu. Orada Eichmann kendini savundu. Emirleri yerine getirdiğini söyledi. Yaptığı şey oydu." ifadesini kullandı.
Baltaş, o dönem ABD'ye sığınan Alman kökenli Yahudi filozof Hannah Arendt'in, Eichmann'ın davasını takip etmek üzere Kudüs'e gittiğini anımsatarak, şöyle devam etti:
"Hannah Arendt, ABD'ye döndüğünde 'Kötülüğün sıradanlığı' adlı bir makale yazdı ve bu kıyametleri koparttı. Arendt'in tüm eski arkadaşlarıyla arası bozuldu. Çok ağır eleştiri altında kaldı. Çünkü o zamana kadarki algı, Eichmann'ın sapık, cani, psikopat bir şeytan olduğu yönündeydi. Hannah, onun normal bir insan olduğunu yazdı ve yaptığı şeyin sadece emirleri yerine getirmek ve sonuçlarıyla hiç ilgilenmemek olduğunu söyledi. O ortamda iyilik yapmanın aslında en büyük ayıp, günah ve yanlış olduğu ifade edildi. Kötülüğün sıradanlığının arkasındaki mantık bu."
Yale Üniversitesinde, 1961'de sosyal psikolog Stanley Milgram'ın, Arendt'in "kötülüğün sıradanlığı" kavramı üzerine yaptığı deneyden bahseden Baltaş, deneyde öğretmen rolünü üstlenen katılımcılardan yanlış cevap veren öğrenci rolündeki katılımcılara elektrik şoku vermelerinin istendiğini kaydetti.
Baltaş, deneyde insanların büyük çoğunluğunun, otorite figürleri tarafından yönlendirildiğinde kendi ahlaki sınırlarını aşabildiğinin gözlemlendiğini dile getirerek, şunları aktardı:
"Karşı taraf ağlıyor, bağırıyor, durdurmak istiyor ama beyaz önlüklü kişi 'Araştırma devam ediyor, devam edin' diyor. Bu son derece sıradan insanların, sadece beyaz önlüklü biri 'Araştırma devam ediyor, lütfen yönergeye uyun' dediği için öldürücü doza çıkabildiğini gösteriyor. Yani insanların içinde otoriteye karşı bir itaat eğilimi var. Bu eğilim sorgulanmadığı zaman ahlaki temellere dayanan, evrensel ahlaki temellere dayanan bir eğitim alınmadığı zaman ölümcül olabilir. Başkaları adına sonuçlar doğurabilir. İsrailli askerlerin durumu da bundan farklı değil."
Gerek Nazi subaylarının gerekse İsrail askerlerinin büyük çoğunluğunun, kişisel yaşamlarında normal hayatlar sürdüğüne vurgu yapan Baltaş, "Bu insanlık dışı muameleyi yapan insanlar akşam evlerine gittiklerinde çocuklarıyla oynuyor, aile sofrasına oturuyor, klasik müzik dinliyor ve ince zevklere sahipler ama gündüz bambaşka bir hayat yaşıyorlar. İsrailli askerlerin büyük çoğunluğu da böyle. Başka sosyal ortamda sempati duyacağınız insanlar. Mesele karşılarındakileri 'insanlık dışı', kendileri için zararlı yaratıklar, mahluklar olarak gösteren anlayış." diye konuştu.
"İnsanları oraya gitmekten caydırmak için kasıtlı ve bilerek öldürüyorlar"
Baltaş, İsrail'de görev yapan askerlerin pek çoğunun iyi eğitimli kişiler olduğunu ifade ederek, "İsrail ordusu askerlerinin en önemli özelliği çok yüksek ve iyi eğitim görmüş olmaları. Yani bir tank subayı bile üniversite mezunudur, mühendistir. Dolayısıyla şimdi bu kalibredeki insanların dünyanın bu döneminde bu tür suçları işlerken biraz daha sorumluluk hissetmeleri gerekir." değerlendirmesinde bulundu.
Bu yönüyle İsrail askerlerinin eylemlerinin "kötülüğün sıradanlığı" kavramını da aştığının altını çizen Baltaş, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu sadece Filistinlilerin öldürülmesi değil, gazetecilerin öldürülmesi, yardım kuruluşu çalışanlarının öldürülmesi. Çünkü amaç gazetecileri oraya gitmekten caydırmak. Bunun dünyaya yayılmasını önlemek. Amaç oraya yardım götürüp oradaki insanları bir ölçüde hayata tutunmasını sağlayacak insanları oraya gitmekten caydırmak için onları kasıtlı ve bilerek öldürüyorlar. Üst perdeden, Birleşmiş Milletlerden, bir ikaz, uyarı geldiği zaman söyledikleri şey hep belli 'Araştırıyoruz'."
"Canlı yayında insanların yok edilişini izliyoruz"
Baltaş, İsrail askerlerinin vicdani muhakemesinin, kendilerini ikna etme biçimine göre değişeceğini belirterek, "Öldüren ölenden uzun yaşamaz." ifadesini kullandı. Baltaş şu değerlendirmede bulundu:
"Eğer savaşın travmasını yaşıyorsanız, çok yakınınızda ölümü hissettiyseniz ve karşılığında siz de öldürdüyseniz, bu hayat boyu insanı takip eden bir şey. Bu işleri yapan insanlar ne kadar kendilerini kahraman olarak saysa da oradaki rasyonelleştirmenin gücüne bağlı olarak bazıları bu travmayı yaşayacaktır ama birçoğu 'kahraman olarak yaşama' kimliğini tercih edecektir. Örneğin Hiroşima'ya atom bombası atan pilot yakın zamanda öldü ve 'Hiçbir şekilde pişman değilim. Ben görevimi yaptım' dedi. Bu insanların seçtikleri kimliğe bağlı olarak değişir."
İsrail askerlerinin eylemlerinin sadece kendi vicdanlarında değil, dünyanın Gazze'deki trajediye karşı sessizliğiyle de onaylandığına dikkati çeken Baltaş, sözlerini şöyle tamamladı:
"Bosna'da, Avrupa'nın ortasında nasıl oldu bunlar diye hayret ediyorduk. Onun üzerinden 30 sene geçti. Bugün buna hayret ediyoruz. Bütün dünyanın gözü önünde, canlı yayında nasıl olur diye ve oluyor. Bu olan şeye kimse isim koyamıyor. Hiçbir medya kuruluşu, ana akım medya kuruluşu bunun adını koyamıyor ve bu, dünyada İsrail'in dışlanmasına sebep olmuyor. Kimse ne bunun adını 'soykırım' diye koyuyor, ne de 'Böyle bir şey nasıl olur?' diyor. Sadece canlı yayında insanların yok edilişini izliyoruz."