'hafıza, Hakikat, Hesaplaşma Konferansı'nda Konuşan Eski AİHM Yargıcı Türmen: "Toplumsal Barışı Sağlamak İstiyorsak Adaleti Cezasızlık Yerine...
HDP’nin de içinde olduğu ‘üçüncü ittifak’, Ankara’da ‘Geleceğin Türkiye’si İçin Hafıza- Hakikat-Hesaplaşma Konferansı’ düzenledi. Konferansta konuşan eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen, “Biz, geçmişimizi inkar yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı da sağlayamayız. Eğer bir toplumsal barışı sağlamak istiyorsak mutlaka adaleti cezasızlık yerine koymamız lazım. Mutlaka hakikati ortaya çıkarabilmemiz lazım” dedi.
HDP'nin de içinde olduğu 'üçüncü ittifak', Ankara'da 'Geleceğin Türkiye'si İçin Hafıza- Hakikat-Hesaplaşma Konferansı' düzenledi. Konferansta konuşan eski Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargıcı Rıza Türmen, "Biz, geçmişimizi inkar yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı da sağlayamayız. Eğer bir toplumsal barışı sağlamak istiyorsak mutlaka adaleti cezasızlık yerine koymamız lazım. Mutlaka hakikati ortaya çıkarabilmemiz lazım" dedi.
HPD, TİP, EMEP, Emekçi Hareket Partisi (EHP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu'nun (SMF) birlikte düzenlediği 'Geleceğin Türkiye'si İçin Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma' Konferansı, İnşaat Mühendisleri Odası Kongre Kültür Merkezi'nde bugün yapıldı.
Konferans'ta düzenleyici kurumların temsilcilerinin konuşmalarının yanında, Türkiye'de yaşanan toplumsal olayların mağdurları da söz aldı ve yaşadıkları süreçleri anlattı. Konferansın açılış konuşmasını yapan eski AİHM yargıcı Rıza Türmen, şunları söyledi:
"Hafıza, hakikat ve adalet; bu üç kavram, eşit ağırlıkta, eşit önemde ve birbirleriyle çok yakın ilintili kavramlar. Adaletin sağlanması için hakikatin ortaya çıkması lazım. Hakikat olmadan adalet de olmaz. Hakikatin ortaya çıkması için hafıza lazım. Olayların unutulmaması lazım. Bu üçlü arasında varacağımız hedef, bir toplumsal uzlaşıdır. Bir kere şunu herkesin bilmesi lazım ki geçmişimizden kolay kolay kurtulamayız. Geçmişimiz bizim bugünümüzdür. Sadece tarih değildir. Aynı zamanda bugünümüzün geleceğidir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprü, sorumluluk köprüsüdür. Çünkü çocuklarımıza vereceğimiz bir gelecek var bizim. Bu çocuklarımıza vereceğimiz gelecek, ancak geçmişimizden gelen bir gelecek olabilir. Doğru bir geçmişle çocuklarımıza doğru bir gelecek verebiliriz. Eğer geçmişimizi biz yanlış bir yere koyuyorsak, geçmişimizi unutuyorsak çocuklarımıza vereceğimiz gelecek de doğru bir gelecek olmayacaktır.
"İNKAR YERİNE HAKİKATİ KOYAMADIĞIMIZ, CEZASIZLIK YERİNE ADALETİ KOYAMADIĞIMIZ SÜRECE TOPLUMSAL BARIŞI DA SAĞLAYAMAYIZ"
Bizim Türkiye'deki problemimiz şudur: Geçmişimizle barışamadığımız için bugünümüzle de barışamıyoruz. Bugünümüzle barışabilmek için önce geçmişimizle barışmamız lazım. Bundan sonra da pekala geçmişimizi inkar ederek yaşayabiliriz. Biz, geçmişimizi inkar yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı da sağlayamayız. Eğer bir toplumsal barışı sağlamak istiyorsak mutlaka adaleti cezasızlık yerine koymamız lazım. Mutlaka hakikati ortaya çıkarabilmemiz lazım.
"İKTİDARIN HAKİKAT ÖTESİ SÖYLEMİNE İTİRAZ EDENLER 1 YILDAN 3 YILA KADAR HAPİS CEZASIYLA CEZALANDIRILACAK"
Hakikat olmayanların Türkiye'sinde şu istenmektedir: Halkın bilmesi gerekenler, iktidarın halkın bilmesini istediği kadardır. İktidar halkın ne kadar bilmesini istiyorsa halk o kadar bilmelidir. Bunun en iyi örneğini şimdi Meclis'te olan kanun tasarısında görüyoruz. 'Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma' diye yeni bir suç eklenmektedir TCK'ya. Bu tasarıya göre; endişe, korku veya panik yaratma, ülkenin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ve kamu barışını bozmaya yönelik haber yapanlara 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezası verilecektir. O kadar belirsiz, o kadar ucu açık bir kanun ki bu. Bu kanunla yapılmak istenen şey, iktidarın hakikat ötesi söylemini korumaktır. İktidarın hakikat ötesi söylemine itiraz edenler 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Çünkü bu, aynı zamanda seçimlerin meşruiyetiyle de ilgilidir. Çünkü halk, bildiği kadarıyla tercih yapabilir."
"BU ÜLKEYE ADALETİN GELMESİNİ İSTİYORUZ. O GÜNÜ BEKLİYORUZ."
Konferansta, Gezi parkı eylemlerinde hayatını kaybedenlerin yakınlarını temsilen, Gezi eylemlerinde hayatını yitiren Ali İsmail Korkmaz'ın annesi Emel Korkmaz ve ağabeyi Gürkan Korkmaz konuştu. Emel ve Gürkan Korkmaz, şunları söyledi:
Emel Korkmaz: Maalesef bu ülkede o kadar çok acı yaşatılıyor ki saymakla bitmiyor. Ben, evladımı kaybettiğim gün, 'benimle sonlansın' diye hep dua ettim. Ama maalesef bu acılar katlanarak çoğaldı. Gittikçe ülkede anneler ağlatılıyor. Adalet istiyoruz, bu ülkeye adaletin gelmesini istiyoruz. O günü bekliyoruz.
"EN AĞIR CEZAYI ALAN POLİS, 10 YIL 8 AY CEZA ALIYOR. AMA 3 YIL BİLE YATMADAN ŞU AN ARAMIZDA DOLAŞIYOR"
Gürkan Korkmaz: Gezi, halktı. Şöyle halktı: Biz, bu salondaki en apolitik ailelerden biriydik herhalde 2013 öncesinde. Ben de Eskişehir'de okudum. Eskişehir'e giderken annem ve babamın bir tembihi vardı. 'Oğlum, aman olaylara karışma; git, okulunu oku gel.' Biz, o kadar apolitikken birden ülke gündeminin merkezine düştük. Hepiniz biliyorsunuz Ali İsmail'in sürecini. Önce polis sokakta darp etti, sonra hastanede doktor 'bu adli vaka, önce ifade ver, öyle gel' dedi. Karakola gitti, 'Olay yeri bizim sorumluluk alanımızda değil' dedi. Hastaneye gitti, çok ciddi bir darbe almasına rağmen müşahede altına alınmadı. Ali İsmail, 38 gün komada kaldı. Savcılık, 38 gün boyunca herhangi bir soruşturmayı aktif bir şekilde yürütmedi. Savcıyla görüştüm, 25'inci günde. Bana şöyle bir cümle söyledi: 'Oksijen cihazından almışlar. İnşallah yaşayacak zaten.' Zaten yaşayacaksa darp edenleri soruşturmaya gerek yok gibi bir cümle kurdu.
Delillerin kasten adam öldürmeyi göstermesine rağmen, kasten yaralamanın ölümle sonuçlanmasından ceza veriliyor. Yani Ali İsmail'i yaralamışlar ve Ali İsmail gitmiş kendiliğinden bir kenarda ölmüş. Tamamen özet bu. En ağır cezayı alan polis, 10 yıl 8 ay ceza alıyor. Ama İnfaz Yasası'nda yapılan değişiklikle 3 yıl bile yatmadan şu an aramızda dolaşıyor. Bizim yaşadığımız süreç, tam olarak böyle. Bu kararı istinaf da onuyor, Yargıtay da onuyor. Şu an AYM'ye başvuruda bulunduk. Yine cezasızlık tarihine geçecek kararlardan biri olacak diye düşünüyorum."
"BU EYLEMİN OLACAĞI DAHA ÖNCEDE İSTİHBARAT TARAFINDAN BİLİNİYORMUŞ"
10 Ekim Ankara Gar katliamında yaşamını yitirenlerin yakınları adına Elif Özdemir, yaptığı konuşmada şunları söyledi:
"Ben alana girerken bir şey dikkatimi çekti. Hiç polis yoktu. Bir basın açıklamasında bile 10 kişiye 50 polis gelir. Bir tane bile polis yoktur. Kortejler oluşmaya başladı. 'Kızım' dedim, 'Burada normal olmayan bir şeyler var, dikkat et' dedim. Bombanın patladığı anı gördüm. Biz orada bedenlerimizin yarasıyla uğraşırken ortalıkta olmayan polisler çıktı geldiler. Sağlıkçıları tekmelediler, ateş ettiler havaya. Biz ne yaşadığımızı bilemedik. Bu, bile isteye planlanmış, yüksek yerlerdekilerin eli olduğu bir eylemdi. Maalesef çok canımız yandı orada.
Yargılanma sürecinden sonra gördüğümüz şey, önümüze atılmış 3-5 IŞİD'ci maşaydı. Bunlar oraya nasıl geldiler? Bu eylemi nasıl yaptılar? Buna kimler göz yumdu? Bunlar maalesef o mahkeme salonlarında asla yargılanmaya açılmadı. Birçok belge ve bilgi şunu da gösteriyor ki bu eylemin olacağı daha önceden istihbarat tarafından biliniyormuş. Bile isteye bizim 103 canımızı orada katlettiler. 500'den fazla insanımızı yaraladılar ve binlercesini de yüreklerinden yaraladılar. Bu adalet bizim mücadelemizle gelecek."
"DAVUTOĞLU, BUNUN FİKİR ÖZGÜRLÜĞÜ KAPSAMINDA DÜŞÜNÜLEMEYECEĞİNİ İFADE ETTİ"
"Bu Suça Ortak Olmayacağız" başlıklı bildiriyi imzalamalarının ardından OHAL döneminde çıkartılan KHK'larla ihraç edilen 'Barış Akademisyenleri' adına Işıl Ünal'ın konuşması ise şöyle:
"Kitlesel olarak ağır bedeller ödedik. Devlet, görevimizi yaptığımız için bizi cezalandırdı. Barış bildirisini imzaladığımız için hiçbir zaman pişman olmadık.
Bu Suça Ortak Olmayacağız bildirisini imzalamamızın ardından Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın değerlendirmeleri yer aldı. Zaten Cumhurbaşkanı'nın açıklamaları, alışık olduğunuz 'teröre destek vermek, ihanet etmek' gibi suçlamalardı. Ama şu anda 6'lı masada oturan ve o zamanın başbakanı olan Davutoğlu, bunun fikir özgürlüğü kapsamında düşünülemeyeceğini ifade etti. Tabii bir akademisyen olarak, bunun akademik özgürlük olduğunu hiç düşünmedi zaten. Şu anda nasıl düşünüyor bilmiyorum.
Yandaş kanallarda fotoğraflarımız, resimlerimiz, ihanet ettiğimize dair yığınla bilgiler geçildi. Bir anda özellikle küçük yerlerde bulunan imzacı arkadaşlarımız, sokağa çıkamaz ve o yerleşimi terk etmek zorunda kaldılar. Fakülteye gitmeye zorlandık. Ölüm tehditleri aldık. Hatta Peker'in kanımızda duş almak konusunda bir açıklaması olmuştu.
Madem Türkiye'nin geleceği için konuşuyoruz, üniversiteler açısından durumun çok vahim olduğu ve üniversite yönetimleri ve akademisyenler olarak çok vahim bir durumla karşı karşıya olduğumuzu, yapacak çok işimizin olduğunu ve çok basit bir sürecin bizi beklemediğini söylemek istiyorum."