Haberler

Devrim Erbil: Tiyatrolar Kalkıyor, Şalvarlı Bale Yapılıyor

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Bugüne kadar 300'den fazla sergi açan ve Türkiye'nin en tanınmış ressamlarından biri olan Devrim Erbil, haberler.com'a konuştu.

BİLAL TEYMUR, İSMAİL SAĞIROĞLU, HABERLER.COM / ÖZEL RÖPORTAJ

Devrim Erbil, Türkiye'nin en önemli ressamlarından biri. Yurtiçi ve yurtdışında sergi açma rekorları kıran, ilerlemiş yaşına rağmen üretmeye, öğrenciler yetiştirmeye devam eden bir isim. Türkiye'nin yoğun siyasi gündeminden sıyrılırak haberler.com okuyucularına özel, Devrim Erbil'le bir röportaj gerçekleştirdik. Erbil'le sanat hayatından, kültür sorunlarına, devletin sanat politikalarından İstanbul'un değişen siluetine kadar geniş bir yelpazede konuştuk...

Resim hayatına nasıl başladınız?

Ben 60 yıllık Türk resminin canlı tanığıyım. 1954 yılında Balıkesir'den İstanbul'a akademiye geldim. Kesin ve kararlı bir şekilde ressam olacağım diye. O günlerde ressam olmak demek sefaleti baştan göze almak demekti. Çünkü İstanbul'da iki tane galeri vardı. Resim akademisi sadece zengin çocuklarının geldiği, iyi bir hayat sürdükleri, hoş vakit geçirdikleri bir yerdi. Ben akademiye geldiğim zaman böyle uluslar arası bir sanatçı olacağım sergilerim açılacak, eserlerim satılacak, müzelere gireceğim aklımda yoktu. Nurullah Berk'e bir gün böyle bir röportaj yapıyorlar, derler ki 'hocam siz ünlü bir ressamsınız'. Nurullah Berk cevap verir; 'Geçiniz efendim, Türkiye'de ressamın ününden ne olacak. Türkiye'de ünlü olsa olsa Zeki Müren'dir Bülent Ersoy'dur'. Bizim başladığımız zaman meşhur olmak diye bir şey yoktu. Aklımın ucundan bile geçmezdi. Bir Bedri Rahmi meşhurdu. O da şiirleriyle meşhurdu. Yoksa ben 20 yaşıma kadar resim görmedim.

"BALIKESİR'LE BAĞLANTIMI HİÇ KESMEDİM"

Akademiye başlama yılınız 1954. O zaman 17 yaşındaydınız değil mi?

Evet 17 yaşlarındaydım. Balıkesir'deydim o zaman. Hatta nüfusum Uşak. Babam demiryollarında çalışıyor. Fakat üç, dört yaşında ben Balıkesir'e geliyorum. Babam oraya tayin olunuyor. Anne tarafım Bulgaristan göçmeni. Dedelerimiz yüz yıl önce oradan gelmişler. Ben Balıkesir'de büyüdüm. İlköğretim ve liseyi Balıkesir'de okudum. Kentle bağlantımı hiç kesmedim. Daha sonra arkadaşlarım belediye başkanı oldular, vali oldular, baro başkanı oldular, ben sergiler açtım, konferanslar verdim, oranın kültürel hayatıyla ilgilendim. 2000 yılında orada benim müzemi açtılar. Şehrin belediye meclisine gidip müzenin önemini anlattım.

Belediye meclis üyelerine ne anlattınız, nasıl ikna ettiniz?

İnsan dedim, hem duygudan hem akıldan oluşan bir varlıktır. Onun bütün yaşamı, durumu sadece fiziki ihtiyaçları, maddi dünyası ile ilgili değildir. Onun manevi değerleri vardır. Onun ruhsal ihtiyaçları vardır. O iç zenginliği, derinliği, zarafeti, güzelliği, hoşgörüyü, sanattan alır. İnsanlar sanatla uğraşıyorlarsa birbirlerine karşı daha duyarlı olurlar. Etrafa bakmasını bilirler. Yaşamı daha iyi algılarlar. Yaşamla daha iyi bütünleşirler. İnsan duygu dünyasıyla da bütünleştiği zaman kamil insan, gerçek bir insan olur. İnsan olmanın nedenidir sanat. İsmet İnönü geldiği Balıkesir bir kültür kendi olsun demiş. Ve dedim ki, buraya yakışan çağdaş bir müzedir. Müzeye çocuklarınız gidecek, bir esere bakmasını öğrenecek, orada filmler, toplantılar yapılacak, orada sergiler açılacak, yanında güzel sanatlar lisesi var, fakültesi var, bu müzeyle bütünleşecek ve burası çağdaş bir kent olmanın onurunu yaşayacak şeklinde anlattım. Ve insanların bir sağduyusu vardır orda birleştiler.

"KADIKÖY'DE YENİ BİR MÜZE YAPACAĞIM"

Şimdi burada müze yapacağım, Kadıköy de. Çünkü benim eserlerim dağılsın istemiyorum. Özel bir resim yaptığımda hemen ayırıyorum onu. Özel resimleri topluyorum. Yarına kalacak eserlerin toplu bir şekilde duracağı bir müze yapıyorum. Onu da görkemli bir törenle Mayıs ayında açmayı düşünüyoruz.

Akademi'den sonra neler yaptınız?

Sanatçı örgütlerinde görev aldım. Çünkü sanatçının sosyal yapılarının ekonomik koşullarının iyi olması için bir mücadele vermek gerekiyordu. Bunun için çağdaş ressamlar derneğinde görevler aldım. Daha sonra Görsel Sanatçılar Derneği'ni kurdum, başkanlığını yaptım. O zamanlar sanatçıların sosyal haklarıyla uğraşırken de daha eski kuşakların sanatçıları… Mesela Hikmet Onan, Teoman Duran, Eşref Üren , İhsan Cemal Karaburçak gibi Türk resminde önemli isimlerle yakından görüşme ve tanıma şanslarım oldu. Akademiye girdiğim zaman benim hocam Halil Dikmen idi. Sonra Bedri Rahmi Eyüboğlu o hoca kuşağı… Ali Çelebiler , Zeki Kocamemi , Nurullah Berk, Cemal Tollu, Cevat Dereli hatta bunların üçüne ben asistanlık yaptım aynı anda. Okulu bitirdim, askerliğimi yaptım. Askerden sonra hemen akademiye asistan oldum. Çok genç yaşta doçent oldum. Kürsü başkanı oldum. Ve hoca kuşağını çok iyi tanıdım.

"ARTIK ÖLDÜKTEN SONRA MEŞHUR OLMAK KAVRAMI YOK"

'Ressamlık parasızlığı baştan kabul etmektir' dediniz. Bu ne zaman değişti? Türkiye'de ne zaman ressamlık para kazandıran bir meslek haline geldi?

Kimisi çok güzel işler yapıyor ama az para kazanıyor. Bu Türkiye'de hatta bütün dünyada böyledir. Çünkü sanatçı yer yer yeni bir şeyler yapmaya mecburdur. Eskilerin yaptığını yaparsa o kendini kabul ettiremez. Çünkü sanatın temelinde özgünlük, yaratıcılık ve yenilik vardır. Her yenilikte toplum tarafından kolay kolay kabul edilemez. Hatta halk arasında şöyle bir deyim vardır; Öldükten sonra meşhur olmak. Ama 20. Yüzyıl, 21. Yüzyıl artık, öldükten sonra meşhur olmayı çağ dışı bir şey olarak algılıyor. Artık insanlar yaşarken de bir şeyler yapıyorsa farkında olunuyor. Niçin farkında olunuyor, yüzlerce galeriler var. Sadece İstanbul'da bile 300 tane galeri var. Bütün dünyada artık yeni bir şey yapanı yakalamak istiyorlar. Yeni bir şey yaptığınız zaman hemen sizinle bağlantı kuruyorlar, işbirliği yapıyorlar. Ve artık öldükten sonra meşhur olmak gibi bir kavram yok. Siz önemli bir iş yapıyorsanız sizi buluyorlar zaten. Buldukları zamanda yatırım yapıyorlar. Koleksiyonerler yeni insanlar keşfetmek istiyorlar. Bir defa sanata yatırımcılar getirisi olan bir alan diye bakıyorlar. Bu da çok yanlış değil. Bütün dünyada, sanat eserine yapılan yatırım, altına, dövize oranla hepsinin üzerinde getirisi olan bir alandır.

Ressamlık yüksek paralar kazandıran bir iş haline gelince para ve sanat ilişkisi tartışma konusu yapılıyor. Sizin bu tartışmaya bakış açınız nedir?

Bu birazda sanatçının tutumuna bağlı ama sanatın genel yapısı içerisinde siz bir şey yapacaksanız, yeni bir şey yaparsanız ürkecekler acaba bu tutar mı, tutmaz mı? Herkes de sanatı çok iyi bilmiyor.

"SAHTEKARLAR ÖYLE ŞEYLER YAPIYORLAR Kİ..."

Kaybolan, çalınan veya sahte çıkan resimler büyük bir sorun teşkil ediyor. Ankara Devlet Resim ve Heykel Müzesi'nde kaybolan 302 tabloyla ilgili soruşturma başlatıldı. Ünlü işadamlarının evlerine gidildi. Bu tür sorunlarla neden karşılaşılıyor?

Koleksiyonerlerin danışmanı olması lazım. Koleksiyon yapan kimsenin çok derin bir kültürü olsa bile yine de sahtekarlar öyle şeyler yapıyorlar ki imzayı taklit ediyorlar, gizli teknikler uyguluyorlar. Biz de laboratuvarlar yok. Bir resmin yaşını kullanılan boyaya göre, karbon testlerine göre bir laboratuvar yapabilir. Ama Türkiye'de ki müzelerde henüz böyle bir laboratuvar yok. Bizde danışmanlar var ve hiç bir bilimsel gerekçeye dayanmadan bu resim şu sanatçıya aittir veya değildir diyebiliyorlar. Güya bilir kişiler. Hatta Irak savaşı sırasında Türkiye'ye bir çok eser girdi. Picasso'lar geldi bana, sordular acaba bu orijinal mi sahte mi? Çünkü savaş zamanlarında başka müzeye kayıtlı bir eser gelmişse ilerde o müze onu talep ederse alma hakkına sahiptir. O nedenle alamadık. Mesela Halikarnas balıkçısı Bergama da Zeus tapınağı var. Almanlar bu tapınağı alıp Berlin'e yerleştiriyorlar. Halikarnas Balıkçısı Zeus Tapınağı'nın olduğu müzeye bir mektup yazıyor; 'Bu Zeus Tapınağı , Bergama'nın o güzel tepesine, mavi göğün altına öyle bir yere yakışır. Onu bize yollayınız' diyor. Arkasından bir cevap geliyor, 'önerinizi dikkate aldık, bütün müzenin duvarlarını mavi renge boyadık' şeklinde...

Irak'tan sonra şimdi diğer komşumuz Suriye'de savaş. Bu ülkeden de Türkiye'ye resimler geldi mi?

Suriye'de pek fazla eser olduğunu zannetmiyorum. Ben o taraftaki bütün ülkeleri tanıyorum. Suriye'de bundan üç sene önce Şam'da sergi yaptım, Halep'te sergi yaptım. İçim parçalanıyor oradaki bütün olayları duydukça.

"ATATÜRK SANATIN ÖNEMİNİ ÇOK İYİ ANLIYOR"

Türkiye bir süredir ekonomik olarak iyi yolda ilerliyor. Bunun sanata yansımaları nasıl oldu? Ekonomi ile birlikte sanat politikalarımızda da bir gelişme yaşandı mı?

Müzeler konusuna girelim öncelikle. Çağdaş sanat müzeleri Türkiye'de henüz çok yeni bir kavram. Atatürk'ün kurduğu bir müze vardır. Bakın bu çok önemli bir karardır. Politika dediğimiz buradan başlıyor. Atatürk cumhurbaşkanı olduktan sonra hiç yurtdışına gitmemiştir. Daha öncesin de yurtdışına gitmesi sınırlıdır. Ve bugünkü gibi iletişim araçları yok. Ama sanat diye bir olgunun farkındalar. Çağdaş bir toplum için, laik bir toplum için, ileri bir toplum için sanatın gerekliliğini fark ediyor. Bu çok önemli. O zamanlar savaşlar, balkan savaşları ve bunların hemen ardından Avrupa'ya sanat öğrenmeleri için öğrenciler gönderiyor. Türkiye'nin daha kendini toparlayacak hali olmadan, sanatçının önemini fark ediyor. Ve sanatçının bir müzesi olması gerektiği gerçeğini fark ediyor. Bir çağdaş müze açılıyor. Ve bu müze içerisinde Dolmabahçe sarayının veliaht dairesini, yani en onurlu bir binanın en onurlu bir yerini sanatçılara veriyor. İşte bu ileri görüşü olan sezgisi olan bir devlet adamının, devlet adamlığına yakışır geniş bir görüşüdür. İleri bir sezgiyle sanata önem veren bir devlet başkanı, bir lider ki bence hala geçerlidir, çağdaşlığın, ilericiliğin, çağdaş bir toplum olmanın o Atatürk'ün mesajlarında, sezgilerinde aranması gereklidir. Ve bugün hala o değerler geçerlidir.

"ÇİN, AMERİKA'YI SANATTA GEÇTİ"

Her zaman devletin bir duruşu olmalı. Devlet bazı noktalarda desteklemeli. Özellikle de ekonomik anlamda. Mısırda İskenderiye de ödül aldığım zaman orada bile sanatçılara değer veriliyordu. Bundan bir yirmi sene öncesine gidersek iki grup vardı birisi sosyalist toplum, biriside emperyalist güçler. Yani Amerika bir yanda, Rusya bir yandaydı. Sosyalist güçler sosyalizmin amacını propaganda etmek için sanatı kullanıyorlardı. İşte bu toplumda traktörü başında yiğit delikanlı kadın resimleri vardı. Emperyalist ülkelerde kendi rejimlerinin başarısı için böyle bir mücadele idi. Ondan sonra sanat bu yönleri de aştı. Türkiye'de de özelleşti. Mesela ben Türk sanatının sorunlarını bana sordukları zaman en önemli sorunun dışa açılmamak olduğunu söylüyordum. Bugün o bir bakıma aşılmış durumda. Ben kendi adıma söylediğim gibi yurt dışında sergiler açıyorum. Bu bir onursa bir başarıysa bu hem bana hem ülkeme oluyor, bunun gibi. Ama devletin bu yaptıkları çok sistemli değil, devlet bunları yapabilir uluslar arası düzeyde sanatçılarını ortaya çıkarabilir. Mesela Amerika bunun farkında oldu ellili yıllarda yeni akımların ortaya çıkması devlet desteğiyle oldu. Ben iki ay önce Çin'de idim. Orada bir 798 diye bir sanat semtini gezdim. Kocaman bir sanayi bölgesiymiş. Şimdi galeriler, müzeler öyle büyük bir yatırım alanı ki Çin'de kaç ressam var dedim bir milyon dediler. Sekiz yüz bini Çin'de yaşıyor iki yüz bini ülke dışında. Ve bugüne kadar sanattan en fazla payı alan Amerika'ydı. Bugün Çin onun önüne geçti. Kendi sanatçısına değer veriyor, onun değerini yükseltiyor.

"GÜZEL SANATLARDA MODEL İSTEMEDİLER"

Günümüze gelirsek nasıl bir tablo var?

Bugünkü duruma geldiğimizde bugün devletin bir ciddi bir kültür politikası sahip olduğunu zannetmiyorum. Çünkü belki dünya görüşü olarak kaynaklandığı işte laik bir Türkiye yerine 'laik olmasa da olur' gibi düşündükleri için sanatın orda onlar için pek bir değeri yok. Belki sanatı da yanlış anladıkları için mesela, bir figür, insan sureti şeyini pek dile getirmiyorlar ama bundan da kaçınıyorlar gibi. Türkiye bunları aşmıştır, bu hafta sonu bir öğrencim Anadolu'nun bir üniversitesinde isim falan vermeyeyim şimdi başına bir iş gelmesin çocuğun, atölyede model duruyormuş. Modeli kaldırmışlar. İşte çocuklar para toplamışlar eski modeli getirtmişler. Çünkü model, tıpta kadavra nasıl eğitim aracı ise bizde de sanat öğrenmenin en doğru yolu odur. Bir hayvan koyarsın, onu orda çizmek aynıdır ama hayvan orda bağırır, pisler. İnsanın sanat tarihi insan üzerinedir.

"OSMANLI DÖNEMİ BİLE DAHA İYİYDİ"

Peki üniversitede görev yapan o kişi bir kadın model mi?

Üstelik erkek... Şort ile duruyor. Osmanlı döneminde bile akademide duruyor bu modeller. Bugün bile bir çok üniversitede var. Anadolu'da bu tür sorunlar yaşanıyor ama orda şu an çocuğa soruşturma açtılar. Şimdi bakın Türkiye'de, cumhuriyet nerden nereye geldi. Osmanlı döneminde akademisinde model duran bir şeyi kalkıyor, Anadolu'da bir güzel sanatlar fakültesinin resim bölümü başkanı bir çocuk hakkında soruşturma açıyor.

"SERGİYE ÇOCUĞU ALMADILAR"

Geçen nisanda İzmir Amerikan Kültür Merkezi'nde bir sergim vardı. Kızımın da bir arkadaşı dokuz yaşındaki çocuğu ile gelmiş, serginin içine almamışlar. Bana söyledi, gittim müdürüne 'gelmiş çocuğunu almış ne kadar güzel bir şey bunu almama nedeniniz nedir?' Hocam dedi, 'burada içki içiliyor, ondan almadık' dedi. Şimdi bunlar adım adım sanatı daha başka türlü yorumlamak. Biz geleneksel sanatlarımızla gurur duyarız. Benim sanatımın temelinde de geleneğin izleri vardır. Ama halıya koyarım, hat sanatından unsurlar vardır, halk sanatından unsurlar vardır. Hititlerden vardır, Sümerlerden vardır. Gelenekten biz besleniriz ama gelenek bütün bunların toplamı demektir. Anadolu gibi özel bir coğrafya da ve bu bağnazlıktır bence. Sanatı anlamamak, sanatı tek yönlü görmek. Mesela bale yapılırdı, şimdi ise şalvarlı bale yapılıyor. Tiyatrolar yavaş yavaş kalkıyor. Yani çağdaş bir toplum biz bunları mı konuşmak durumundaydık. Ta Osmanlı dönemin de 1883'te kurulmuş ve akademi de hala model durabiliyorken hem Osmanlı, hem Cumhuriyet, hem bugün neden akademide bir bölüm başkanına bir model hakkında soruşturma açılsın ki?

"DEVLET BAŞKANI HEYKEL YIKTIRABİLİR Mİ?"

Bu bir kültür politikası olmayışından ya da kafalarda ki sanatın günah sayılabileceği bir düşüncesi olduğundan. Oysa Kur'an'da hiçbir ayet yoktur. Resim ve heykeli yasaklayan. Sadece Peygamberin bazı hadisleri vardır. Oda çok tanrılı dinlere dönmemek için bir uyarıdır. Eski pagan dönemine ait olduğu düşünülüyor. Şimdi siz resim görünce, heykel görünce pagan dönemine mi döneceksiniz, hayır. Ama heykelin de anıtın da bir kuralı vardır. Bir yere bir anıt dikiliyorsa, oranın mimarları, şehircileri, psikologları, sosyologları, heykel tıraşçıları toplanırlar bir anıt dikme kararı alırlar. Anıt dikildikten sonra gelipte bir devlet başkanı ben bunu beğenmedim deyince onu yıktırabilir mi? Batı toplumunda böyle bir şey olabilir mi? Bu 'ucube dendi' ve yıkıldı. Şimdi sanata böyle yaklaşan, bunu beğenmiyorsam bu kötü! Melih Gökçek Ankara'da 'ben böyle sanatın içine tükürürüm' dedi. Yani bir belediye başkanına, bir devlet başkanına çağdaş ileri bir topluma yakışan davranışlar değil. O yüzden ben bugünkü iktidarın sadece kendi dar dünya görüşleri açısından gördüğünü, daha genel, evrensel , çağdaş ve laik toplum yapısına ters düştüklerini söyleyebilirim.

Biraz da resimlerinizi konuşmak istiyoruz. Sizin resimlerinizde İstanbul çok önemli bir yer tutuyor. Şimdi İstanbul'un her tarafında kentsel dönüşün söz konusu. 16/9 Kuleleri tartışma konusu oldu. Peki İstanbul'un bu dönüşümünü, bu değişimini nasıl görüyorsunuz?

Eski yarım ada bile bundan ancak yirmi yıl önce sit bölgesi ilan edildi. Oradaki kültür adına, geleneksel mimari adına, ne cinayetler işlendi. Şimdi geçen gün Eminönü'ne gittim, orası bambaşka olmalıydı. O büyük anıtlar, insanlık tarihinin mirası. Oralar zamanında korunsaydı, eski yarım ada sit olsaydı... Venedik'te kolay mı bir çivi çakmak, bir pencereyi değiştirmek. Burada herkes kendi istediğini yaptı. 1955'te İstanbul'a geldiğim zaman 760 bin nüfusu vardı, şimdi 20 milyon. 4. Levent yapılıyordu, biz oraya mozaik yapacaktık. 4. Levent bile çok uzak bir yer olarak geliyordu. Şimdi bir takım uydu kentler önemli tarihi yapıların içine karışmış. Geçen gün Cumhurbaşkanı Roma'yı görmüş 'burada hiç gökdelen yok' diyor. Yani neden olsun? Çünkü orası her yerinden tarih fışkırıyor. Herkes geliyor, görüyor. O sanatın gizli gücü, çekici gücü, insan gidip o kenti gördüğü zaman kendini o tarihin içerisinde görüyor. Roma'ya gittiğinizde o dönemleri neredeyse yaşıyorsunuz. O dönemin yaşantısıyla empati kuruyorsunuz. İstanbul'a gelenler de böyle. Ve Corbusier 1910'lu yıllarda İstanbul'a gelip silüeti gördüğü zaman demiş ki, 'dünyanın bundan daha güzel bir silüeti olamaz.' Şimdi böyle bir kente gelindiği zaman gizemli, büyülü ve dışardan gelenler burayı bambaşka görüyorlar. Çünkü doğu toplumu bambaşka bir toplumdur. Harem var, odalıklar var, esir pazarları vs. o günleri düşünüyorlar yani bir akım çıkmış oryantalizm diye. Ve onun izlerini burada görmeye geliyorlar. Onlar görsünler diye değil, İstanbul çok iyi korunabilirdi. Uydu kentler şehir dışında kurulabilirdi. Roma'da yüksek binalar yok mu elbette var. Fakat bunlar kültürel yaşamın dışında. Onlar korumayı biliyorlar. Biz bilemedik. Tarihe sahip çıkmak böyle olur.

"BİZ EDERSEK ŞU KADAR TUVALİN İÇİNE EDİYORUZ, SİZ BÜTÜN ŞEHRİN İÇİNE ETTİNİZ"

Bir örnek vereyim. Akademide mimar ve resim bölümü hocaları toplanırlar. Birbirlerine takılıp espriler yaparlar. D grubu zamanında yani 1935'li yıllarda. O zamanlar farklı ağzı burnu çarpık insanlar, işte sizde bunları mı yapıyorsunuz diyen insanlar. Cevat Tollu bir gün iyice dolmuş, eline bir tuval aldı. 'Yahu dedi, biz edersek şu kadar tuvalin içine ediyoruz, siz bütün şehrin içine ettiniz.' Mimarlık ve şehircilik önemli o zamanlar bunun farkına varılmadı. Kent binlerce yılık tarihi olmasın rağmen mahvedildi. Ama İstanbul o kadar güzel bir kent ki ne kadar mahvederseniz edin içinden boğaz geçen başka bir kent yok. Üç imparatorluğa başkentlik etmiş başka bir kent yok ve uzaktan şehrin içine girmediğiniz zaman, uzaktan seyrettiğinizde her zaman güzeldir. Ben de resimlerinde uzaktan bakıyorum.

"BEKARSAN İSTANBUL'A GİREMİYORSUN"

Kentsel dönüşümden önce bence göçün nedenleri aranmalı. Çünkü her sene beş yüz bin kişi geliyor İstanbul'a. 'Anadolu'dan ne için geliniyor, Anadolu da olanaklar nasıldır' bu tarz şeylerin üzerine gidilmeli. Koşullar iyileştirilip göçün önü kesilmeli. Çünkü Osmanlı döneminde de böyleymiş. Bostancı da bostancı başı varmış , şehre girenlere 'sen neden geliyorsun İstanbul'a' diye soruyormuş. Bekar olanları almazlarmış. Çünkü bekar Osmanlıca da bi'kar dan geliyor yani kar etmeyen işsiz. Yani bekarsan giremiyorsun. O zaman da vardı bu sorun şimdi Anadolu'ya göç olacak belki. Çünkü insanlar memnun değiller. Doğayla iç içe olmak istiyorlar.

"MARMARAY'DA HAZİNELER DE BULUNMUŞ"

Marmaray kazılarında çıkan tarihi eser kalıntılarını, çanak çömlek diye küçümseyen, bunların kazıya engel teşkil ettiğini düşünen siyasetçiler var. Sizin görüşünüz nedir?

Evet, var, bazı gazeteler de görüyorum. Yenikapıdaki kazılarda bir takım hazineler de bulunmuş, onlar yok edilmiş. Altın kısmını ciddiye alıyor da eski eserleri pek önemsemiyorlar. Yani bugünkü iktidar belki eskiden gücünü alır gibi gözüküyor. Din devleti haline gelmenin bazı belirtilerini gösteriyor ama çağdaşlık, din devleti olsa da olmasa da eskiyi korumak ve eskiden yeninin yaratıcı gücünü ortaya koymak demektir.

Sürekli AVM'lerin yapılması şehrin silüetini bozan yapılar, İstanbullu'nun hayatını, toplumun genelini nasıl etkiler?

Toplum eğer bilinçliyse , iyi eğitim görmüşse, bunların farkındaysa, etkiler ama bunların dışında olanlar pek etkilenmez. Çünkü düşünce ile iman başka şeylerdir. İman tartışmasız kabul edilen düşüncedir. Oysa düşünce tartışır tersini düşünür. Düşünce bence çağdaşlığın bir belirtisidir. Bilimsel olmanın belirtisidir. Öbürü de bir dinin getirdiği bir dogmadır. Çünkü din bunu böyle söylüyorsa onun tersini tartışamazsınız. Halbuki düşünerek doğruyu bulmak mümkündür. İkisi arasında o fark var. Çağdaş toplumlar elit topluluklar mutlaka düşünen topluluklar olacaktır.

"GERİYE DOĞRU GİDİLİYOR"

Türkiye'nin son zamanlarını değerlendirdiğimizde sanata bakış, sanat anlayışı arka planda mı kaldı?

Evet, maalesef öyle oldu. Bakınız daha öncelere gidin Cumhuriyetin ilk yıllarına çok partili rejimlerin oluşmasına, ondan sonra Özal girişimciliğine. Her döneme baktığımız zaman adım adım ilerlemenin, yani çağdaşlık anlamında ilerleme... Baktığımız zaman şuan geriye doğru gidiliyor. Hiçbir demokratik ülkede insan yaşayışına, kaç çocuk yapacağına karışılmaz... İmam hatip okulundan geçilmiyor ülkede... Bu hale getirilirse bu çağdaşlık mıdır sizce? Ne kadar da çok imama ihtiyacımız varmış! Bir şey daha söyleyeyim, ben İstanbul'u resmederken sadece İstanbul'u resmetmiyorum. Görüyorsunuz bir çok başka resimlerde var. Ama ilk başlarda öyle ünlendim, "İstanbul'un ressamı" diye. Bir resmimde camiler arkada, onları bastıran gökdelenler bulunuyor... Bu ironik bir eleştiridir, İstanbul'un kentsel yapısına geleceğine bir göndermedir. Yarası olan gocunur, ders alacak olan da alır.

Devrim Erbil: Tiyatrolar Kalkıyor, Şalvarlı Bale Yapılıyor
Kaynak: Haberler.Com / Güncel
Tunceli'de kayyum gerginliği! Polis barikatını aşmak istediler

Polisle kalabalık arasında arbede çıktı

Kayyum kararının ardından harekete geçen CHP, 414 belediye başkanını Ankara'ya çağırdı

Kayyum kararının ardından harekete geçtiler! 414 belediye başkanına çağrı

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan kayyum tepkisi

Kemal Kılıçdaroğlu'ndan kayyum tepkisi

Ünlü kebapçı Bedri Usta'nın kardeşi feci şekilde can verdi

Ünlü kebapçı Bedri Usta'nın kardeşi 20. kattan düşerek can verdi

title