İsrail'in Gazze'deki saldırıları Batı'nın sömürgeci mirasıyla örtüşüyor
İsrail'in Gazze'deki ayrım gözetmeyen saldırıları, Batı'nın sömürgeci mirasıyla örtüşen bir şiddet ve soykırım politikası olarak ele alınıyor ve İsrail'in Batı'nın sömürgeci çıkarlarını korumak için İslam dünyasının kalbine yerleştirilen bir ileri karakol olduğu düşünülüyor.
İsrail'in Gazze'deki ayrım gözetmeyen saldırıları, Batı'nın sömürgeci mirasıyla örtüşen bir şiddet ve soykırım politikası olarak ele alınıyor ve İsrail'in Batı'nın sömürgeci çıkarlarını korumak için İslam dünyasının kalbine yerleştirilen bir ileri karakol olduğu düşünülüyor.
Cezayirli düşünür ve Kuala Lumpur Lumpur Düşünce ve Medeniyet Forumu genel sekreteri Abdurrezzak Makri, AA muhabirine, Batı medeniyetinin üzerine kurulduğu değerler ve sömürgecilik tecrübesinin Gazze soykırımındaki rolünü değerlendirdi.
Makri, Batı medeniyetinin sömürgecilik, zulüm, saldırganlık ve halkların haklarının ihlal edilmesi üzerine kurulu bir medeniyet olduğunu anlatarak "İsrail devleti, Batı sömürgeciliğinin tarihi bir ürünü olup, aralarındaki benzerlik taklit üzerine değil, organik bir yapıdadır. Amerika Birleşik Devletleri, yerli halkların yok edilmesi ve yerlerine geçilmesi üzerine kuruldu. Siyonistlerin arzuladığı da bu" dedi.
Siyonistlerin, Aksa Tufanı operasyonu sonrasında yeniden gündeme gelen iki devletli çözümü veya Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin birlikte yaşayacağı tek devlet modelini kabul etmediğini hatırlatan Makri, "Onlar, Filistinlilerin bir kısmını Sina'ya ve Ürdün'e sürmek, bir kısmını soykırıma uğratmak, geriye kalan azınlığın ise kültüründen, toprağından ve haklarından feragat etmesini istiyorlar." diye konuştu.
Gazze'deki İsrail saldırganlığı sonucunda büyük bir yıkım, halen devam eden zulüm ve insani trajedi olmasına karşın Gazze'deki Filistin halkının direnişi ve Aksa Tufanı operasyonu neticesinde medeniyet perspektifi bağlamında genel eğilimin İslam ümmetinin lehine döndüğünü kaydeden Makri, İsrail-Suudi Arabistan ilişkilerinin normalleşmesinin durdurulmasının yanı sıra toprak, nüfus ve dış destek konusunda İsrail'in kayıplarının derinleştiğini belirtti.
Batı sömürgeciliği, katili mağdur olarak gösteriyor
Makri, Batı medeniyetinin diğer medeniyetlerin halklarını yok ederek, kültürleri tahrip ederek ve diğer halkları medeniyetlerinden uzaklaştırarak yükseldiğini kaydederek, "15. yüzyılda Amerika ve Avustralya kıtalarının keşfinden sonra bu bölgelere kitlesel soykırım uygulayan suçlular götürüldü. İnka, Aztek ve Maya gibi köklü medeniyetler ezildi. Soykırım çeşitlilik gösterdi; toplu öldürmelerden, topraklarından sürmeye, kültürel işaretleri silmeye ve yerleşimci sömürgeciliğe kadar uzandı." diye konuştu.
Zamanla sömürgeleştirilen ülkelerin dillerinin Avrupa dilleri, dinlerinin ise Hristiyanlık olduğunu ve yerli halkların kültürleri yalnızca eğlencelik bir folklor haline geldiğini anımsatan Makri, sömürgeleştirilen yerli halkların, bilgi eksikliği, hastalıklar ve bağımlılık gibi sorunlarla halen başa çıkmak zorunda kaldığını ve bu halkların toplama kamplarında ikinci sınıf vatandaş olarak yaşamaya mahkum edildiğini belirtti.
Makri, Afrikalıların kaçırılıp Amerika'ya köle olarak götürülmesi ve köklerinden tamamen koparılması gibi büyük insan hakları ihlalleri yaşandığını ve Avrupalıların Amerika kıtasında yaptıklarının Afrika ve Asya'da sömürdükleri ülkelerde de tekrarlandığından bahsederek şunları söyledi:
"Öyle ki, Fransız sömürgeciliği sırasında Cezayir'de 1830-1962 yılları arasında yaklaşık 7 milyon Cezayirli katledildi. Bu, Cezayir'in resmi istatistiklerine ve Fransız arşivlerine göre nüfusun neredeyse yarısına tekabül ediyor. Bu dehşet verici suçlara rağmen, Batı sömürgeciliği - İspanyol, Portekiz, Fransız, İngiliz, İtalyan ve Alman sömürgeciliği, şimdilerde ise Amerikan ve Siyonist sömürgeciliği - mağduru katil, vahşi ve barbar gibi gösteriyor. Filmler, medya ve Batı tarih kitapları da bu manipülasyonu sürdürüyor. Batı barbarlığı zihniyeti, siyaset ve uluslararası ilişkilerde 'gerçekçilik' doktrini adı altında bir felsefe ve akademik kurallara dönüştü. Bu doktrin, ırkçılık, bencillik, kaos, zulüm ve güç mantığı üzerine kurulu. Nitekim, Niccolo Machiavelli'nin 'Prens' adlı kitabında ve Thomas Hobbes'un 'Leviathan' adlı kitabında yazdığı gibi, bu doktrin Batı'nın dış politikasını hala tamamen yönetiyor. Siyonistlerin suç odaklı politikaları da bu Batı düşüncesinin bir devamı niteliğinde olup, Talmudik dini boyutlarca beslenmiştir."
Batı sömürgeciliğinin çıkar temelli olduğunu ve Orta Doğu olarak adlandırılan bölgenin kaynak ve jeostratejik konum bakımından son derece önemli olduğunu ifade eden Makri, Batı'nın bu bölgeyi boyunduruğu altında tutmak için, kimi zaman vekil hükümetleri kullandığını kimi zamanda Irak ve Afganistan işgalinde olduğu gibi doğrudan askeri müdahalede bulunduğu belirtti.
Makri, Eski ve Yeni Ahit'in dini boyutlarının, özellikle Hristiyan Protestanlığı ile Yahudi Talmudik dini arasındaki birleşim, Arap-İslam dünyası ile Yahudi-Hristiyan medeniyeti arasındaki çatışmayı Filistin'de varoluşsal bir mücadeleye dönüştürdüğünü vurgulayarak, Batı'nın İslam dünyasıyla ortak çıkarlar, uluslararası işbirliği, karşılıklı saygı ve medeniyetler arası diyalog temelinde ilişki kuracağına dair herhangi bir umudun gerçekçi olmadığını anlattı.
İslam dünyasının yeniden ayağa kalkması ve uluslararası güç dengesinin çok kutuplu hale gelmesi ile ancak Batı'nın İslam dünyası ile karşılık saygı ve diyalog çerçevesinde ilişki kurmaya zorlanabileceğinin altını çizen Makri, İslam medeniyetinin ayağa kaldırılmasıyla Müslümanların egemenliğini, zenginliğini, kaynaklarını ve kültürünü muhafaza edebileceğini belirtti.
Batı, İsrail'i bölgeyi geri kalmış ve parçalanmış tutmak için kurdu
Makri, fikri düzeyde kapitalist ve liberal ekonomik fikirler, Çin ve Rusya da dahil olmak üzere dünyada yaygınlaşmış durumda olduğunu tespitini paylaşarak, "Dünyada kapitalist faizci maddi sistemden farklı bir fikir sunan ve anahtar güçleri aracılığıyla insanların yaşamında gökyüzü ile yeryüzü arasındaki bağı yeniden kurmaya çalışan tek yer İslam dünyasıdır." dedi.
İslam dünyası, bu yüzyılda küresel jeopolitik ve jeoekonomik geleceği şekillendirmede anahtar bir rol oynayacağı tahmininde bulunan Makri, maddi kapitalizm ve ahlaki çöküş ile boğuşan toplumların İslam dünyasından bu nedenle tedirgin olduğunu ifade etti.
Makri, İsrail'in bu topraklarda var olma sebebinin İslam dünyasının zincirlerinden kurtulup Batı düzeninin zulmünden dünyayı kurtarmasını engellemek için olduğunu belirterek, Batı sömürgeciliğinin İsrail'i İslam ümmetinin kalbine ileri bir karakol olarak kurduğunu, İsrail'i sömürge çıkarlarına hizmet eden silahlı bir askeri üs olarak tasarladığını ve her alanda diğerlerine üstün kalması için çaba gösterdiğini kaydetti.
Sömürgeci güçlerin, İsrail'i Batı ile Doğu arasındaki tarihsel çatışmanın devamlılığını sağlamak için İslam dünyasını parçalamak, içinde anlaşmazlıklar ve çatışmalar yaratmak amacıyla bir araç olarak kullandığını bildiren Makri, Filistin'de Siyonist işgal sürdüğü sürece hiçbir Müslüman devletin huzur bulamayacağını ve Müslümanların birlik ve medeniyetini diriltmenin yolunu bulamayacağı değerlendirmesinde bulundu.
Makri, İsrail'in, bölgede bağımsızlık ve medeniyet özgürlüğüne ulaşmayı engelleyen işlevsel bir devlet olduğunu ve Siyonist işgal var oldukça, dünyanın Batı kapitalizminin zulmünden, bozulmuşluğundan ve sapmalarından kurtulamayacağı görüşünü paylaşarak sözlerini şu şekilde tamamladı:
"Aksa Tufanı, Batı dünyasında bile Siyonist varlığın dünya için tehlikesine dair eşi benzeri görülmemiş bir bilinç uyandırdı. Artık en prestijli Amerikan ve Batılı üniversitelerdeki öğrenciler, ülkelerinin ve dünya halklarının çıkarları için İsrail'in sona ermesini talep ediyorlar. İsrail, Batı medeniyetinin ve değerlerinin ideal bir modeli olarak gösterildi ve bu nedenle İsrail'e verilen mutlak desteğin Batı medeniyetini ve çıkarlarını savunmak için olduğu iddia edildi. Ancak Aksa Tufanı, yıllarca süren ve büyük paralar harcanan imajı paramparça etti. Dünya, İsraillilerin barbarlığını, aşırı vahşetini ve insan haklarına ve uluslararası hukuka yönelik umursamazlığını gördü. Dünya, Gazze'de olanların ikinci bir Nekbe olduğunu ve Alman Nazileri tarafından Yahudilere yapılan soykırımdan farklı olmadığını fark etti. Geniş halk kitleleri ve birçok hükümet, İsrail devletinin dünya barışı ve güvenliği için bir tehdit olduğunu ve Filistin hakları sağlanmadıkça dünya barışı ve güvenliği için çözümün sağlanamayacağını fark etti."