Brüksel'e Etkisi Sınırlı Olacak'
Al Jazeera'ye konuşan eski AP milletvekili Joost Lagendijk'a göre, aşırı sağın Avrupa Parlamentosu seçimlerindeki başarısı AB'nin temel politikalarına büyük bir etki yapmayacak.
Aşırı sağcı ve ırkçı partiler Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde bazı ülkelerde beklenenin üzerinde oy aldı. Fransa, İngiltere ve Danimarka'da ilk sıraya yerleşerek dikkatleri üzerine çeken aşırı sağ partiler AP'de yer alacaklar.
Seçimler öncesinde AP'de 766 üyeden 47'si aşırı sağa mensupken, bunların 26'sı Avrupa Özgürlük ve Demokrasi (EFD) grubunun çatısı altında, 21'i ise bağımsız olarak faaliyet gösteriyordu. Aşırı sağ 2004 AP seçimlerinde yüzde 8,1 oyla tarihi zirvesine ulaşmış ve 2009'daki seçimlerde bu oran yüzde 6,6'ya gerilemişti.
AP seçimlerinde sandık çıkış anketleri ve açıklanan ilk sonuçlara dayanılarak yapılan tahminlerde, üye sayısı bu dönemde 751'e indirilen parlamentonun yaklaşık yüzde 75'inin geleneksel partiler tarafından doldurulurken, geri kalan sandalyeler AB karşıtlarıyla aşırı sağ ve solun olacak gibi görünüyor.
Peki AB'ye şüpheyle yaklaşanlar, yani "şüpheciler" ve ırkçı kabul edilen özellikleri ile Avrupa'nın yıllardır gündeminde olan aşırı sağ partilerin Avrupa Birliği'ndeki bu yeni konumu kendisini ne kadar hissettirecek? Bu durum Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılım müzakerelerini etkileyecek mi? Bütün bu soruları eski AP üyesi ve Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu eski eşbaşkanı Joost Lagendijk'a sorduk.
Bu sonuç Avrupa Birliği içinde neyi ne kadar değiştirir?
Aslına bakılırsa Avrupa'da yapılan bu son seçimin sonuçları bizim için bir sürpriz değildi. Öncelikle seçim öncesinde yapılan anketler merkezdeki partilerin, sosyal demokratlar ve muhafazakarların oy kaybedeceğini gösteriyordu, Yeşiller ve liberaller için de aynı şey geçerliydi. Avrupa Birliğine şüphe ile bakan partilerin aldığı bu sonuç, gösterdikleri performans şaşırtıcı olmadı. Özellikle Fransa'da alınan sonuçlar oldukça ilginç. Fransa'da Fransız Ulusal Cephe'nin yaklaşık yüzde 25 ve İngiltere'de de Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi (UKIP)'nin aldığı neredeyse yüzde 30'luk oy güçlü bir performans ortaya koyduklarını gösteriyor. Gerçekten bu dikkat çekici sonuçlar Avrupa Birliği'ne süphe ile bakan partilerin başarı kazandığını gösteriyor.
Yeni siyasi tablo AB üyesi ülkeler nezdinde birer ulusal meseleye dönüşür mü sizce?
Öncelikle seçmenlerin neden bu partilere oy verdiğini anlamak için ülkelere ayrı ayrı bakmak gerekiyor. Ayrıca bütün bu partileri aynı şekilde değerlendirmemek gerekiyor. Ben bu nedenle "AB'ye şüpheyle bakan, şüpheci" partiler diyorum. Zira bunların hepsi aşırı sağcı partiler değil. Bu iki tanımlama arasında farklar var.
Örneğin Fransa'ya bakalım. Burada çok zayıf bir hükümet ve zayıf bir başkan var. Ayrıca Fransa'da halihazırdaki hükümetin politikalarının işsizlik yarattığına dair bir algı var. Pek çok insan işlerini kaybettiler, ekonomik durgunluk (resesyon) var. Seçmen bu sorunlardan bütün AB'yi sorumlu tutma eğiliminde. Ayrıca hükümetin yabancılar ve göçmen politikasına ilişkin geleneksel olarak milliyetçi duruşa sahip olanlar da böyle düşünüyorlar. Hükümeti bu ekonomik politikaları uygulamaya AB'nin zorladığına ilişkin düşünceleri de var. Ayrıca göçmen politikalarına karşı olanların sayısı da geçmişten beri hiç de az değil. Özellikle son 10- 15 yıl içinde durum bu. Fransa'da Le Pen'in partisinin neden bu kadar oy aldığını açıklıyor bu üç parametre.
İngiltere'deki durum Fransa'dakine benziyor mu? Orada da geleneksel partiler bu kez istedikleri başarıyı elde edemediler.
Büyük Britanya'da durum daha farklı. Orada eskiden beri muhafazakar partilerde AB'ye karşı bir tutum zaten vardı. Bu kesim İngiltere'nin AB'den ayrılması gerektiğini söylüyordu. Son dönemde özellikle bir parti bunu kendisinin ana politikası haline getirdi. AB'nin başarılı olmadığı, Brüksel'in gereğinden fazla güçlü olduğu ve bu nedenle İngiltere'nin birlikten ayrılması gerektiğini savunuyorlardı. Bu nedenle belki de ilk kez Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi'ne (UKIP) oy veren çok sayıda insan oldu. Muhafazakar partiye geçmişten beri oy verenler de var bunun içinde. Yani Muhafazakar Parti oylarını UKIP'e kaptırdı. Öteki ülkelerde de buna benzer gerekçelerle seçmen bu yönde oy kullandı.
İkinci olarak bunun sonuçları ilk önce Brüksel'de AB bünyesinde değil, öncelikle İngiltere ve Fransa'da kendisini gösterecektir. Fransa'da ülke içerisinde bu konuda ciddi bir tartışma başlayacaktır. Yine Cumhurbaşkanı Hollande'a karşı ciddi bir baskı oluşturacaklardır. Aynı şeyi İnigiltere'de de göreceğiz. Büyük bir olasılıkla iktidardaki Muhafazakar Parti ve başbakan Cameron ciddi bir baskıyla karşı karşıya geleceklerdir. Öncelikle bu sonuçlar Fransa ve İngiltere'de ulusal bir sorun haline gelecektir. Seçim sonuçlarının Brüksel'deki etkisi ise sınırlı olacaktır. Çünkü öncelikle daha önce de söylediğim gibi bu partilerin tamamını aynı torbaya atıp değerlendirmemek gerekir.Seçim sonuçları Avrupalı politikacıların ifadesiyle sürpriz değil. [Arşiv-AA]
Neden? Sandalye kazanan sağcı partilerin çoğu benzer eğilimlere sahip değil mi?
Bu partilerin bir kısmı AB'ye şüpheyle yaklaşan fakat birlik içinde kalma niyetinde olan partilerdir. Örneğin İngiliz Muhafakar Parti grubu bu tanım içinde yer alır. İkinci grup, şüpheciliği üst mertebede olup bir gün AB'den ayrılmak gerektiğini savunan partilerdir. Bir de üçüncü bir grup var: Bunlar aşırı sağ gruplardır. Örneğin Fransız Ulusal Cephe ya da Hollandalı Geert Wilders'ın partisi bu klasmandadır. Bu sonuncu klasmanda yer alan partilerin Avrupa Parlamentosu'nda bir grubu yok. Kaldı ki eğer parlamentoda bir grubunuz yoksa etkin olamazsınız. Fakat bunun için uğraşacaklardır.
Peki grup oluşturma ihtimali yok mu?
Bu hiç kolay değil. Öncelikle bu grupların herbirinin en az 25 üyesi olması gerekir, bu sayıya ulaşabilirler. Ama AP kuralları gereği bir politik grup içinde yeralacak üyelerin de 7 farklı ülkenin temsilcilerinden oluşması gerekir. Sonuçlara baktığımda bu gruba sadece 5 ülke üye verebiliyor şu anda. Bu partilerin diğer ülkelerden gelen partiler ile ittifak arayışına girmeleri gerekir. Fakat UKIP şimdiden bir açıklama yaptı ve hiçbir şart altında Le Pen'in partisi ile birlikte hareket etmeyeceklerini söyledi. Aynı şekilde Wilders ile de birlikte hareket etmek istemeyeceklerdir. AB'ye şüpheci yaklaşan partiler İslam karşıtı söylemler geliştiren bir diğer parti ile ya da aşırı sağcılar ile birlikte hareket etmeyeceklerdir. Dolayısıyla AB karşıtı partiler de 3 ayrı grup halinde parlamentoda temsil edilecekler. Bu partiler Avrupa Parlamentosu'nun yüzde 25'ini ancak teşkil edecek. Yani parlamentonun yüzde 75'i yine merkezdeki partilerden oluşacak. Ulaşacağım sonuç şu: Fransa, Danimarka, İngiltere gibi ülkeler AB'den memnun değiller. Bunlar AB'yi değiştirmeyi düşünebilir, hatta ayrılmayı da. Fakat seçmenlerinden oy toplayan partilerin çoğu hala AB yanlısı ve parlamentonun politikalarını kabul ediyor.Lagendijk, Türkiye'nin pozisyonunda ilk 6 ay bir değişiklik olmayacağını, sürecin daha sonra eskisi gibi devam edeceğini düşünüyor. [Arşiv-AA]
Katılım oranı da düşük, yüzde 43'lerde. Daha önceki seçimlerdeki oranlara da baktığınızda katılımın az olmasını neye bağlıyorsunuz?
Bir önceki seçimlere katılım da yaklaşık yüzde 40'tı. Son 20 yıl içerisinde katılım oranları giderek düştü ve bu seviyede dengede kaldı. Bu da iyi bir durum değil aslında. Bu ülkelerin ulusal seçimlerinde de benzer bir hal görüyoruz. Pek çok Avrupa ülkesinde seçmenlerin eskiden olduğu gibi sandığa gitmediğini görüyoruz. Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de durum buna benziyor aslında. AP'de hangi koltukta kimin oturduğu pek ilgilendirmemeye başladı seçmeni; orada kim olursa olsun değişen birşey olmadığını düşünüyorlar. Küçük ülkelerin seçmenleri "Oraya göndereceğimiz az sayıda temsilciyle ne kadar etkili olabiliriz ki?" diye soruyorlar kendilerine. Doğru bir davranış olmadığını düşünüyorum ama durum bu.
Bu durumun genel bir seçmen tavrı haline dönüştüğünü mü söylüyorsunuz? Avrupa Parlamentosu'ndan beklentileri kalmadı mı yani?
Evet. Slovakya'ya bakın mesela. Katılım oranının en düşük seviyede kaldığı ülke orası, yüzde 13. Ama seçmene Slovakya'nın AB'den ayrılmasını isteyip istemediklerini sorarsanız hemen, "Hayır hayır, biz kalmak istiyoruz birliğin içinde. Ama Avrupa parlamentosunun önemli olduğuna inanmıyoruz, orada olmanın pek bir fark yarattığını düşünmüyoruz" diyorlar.
Avrupa ülkelerinin yaşadığı ekonomik kriz ne kadar etkili AB'ye olan güvenin sarsılmasında?
Özellikle Avrupa'nın kuzeybatısındaki ülkeler bu konuda seslerini çok daha fazla çıkarıyor. Hollanda ve Almanya'da bunu çok net şekilde görebilirsiniz. Kuzeyliler güneydeki ülkelerin ekonomik hatalarını ödüyormuş gibi hissediyoırlar. Buralarda artık "Yunanlıların borcunu ödemek istemiyoruz, paramızı onlar için değil kendimiz için harcayalım" diyorlar, bu birincisi. Kuzeyde ve batıda daha çok sağcı "şüpheciler" varken, güneyde yani İtalya ve Yunanistan'da da solcu şüpheciler var. Burada da insanlar kemer sıkma politikalarından bıkıp usandılar. İşlerini, gelirlerini kaybettiler. Onlar da AB'yi yaşadıkları ekonomik sorunların sorumlusu olarak görüyorlar.
Mesela Yunanistan'da Syriza'nın pozisyonu böyle değil mi? Onlar da hala yaşadıkları sıkıntıların sorumlusunun Merkel'in uyguladığı sert ekonomik sorunlar olduğunu düşünüyorlar.
Aynen öyle. Kuzeyde artık Yunanlıların borcunu ödemek istemeyen ülkeler var. Güneyde ise mesela Yunanistan'da sert ekonomik tedbirler ile artık uğraşmak istemeyen ve son seçimlerden birinci parti olarak çıkan solcular var. Aslında orada da şöyle diyorlar: Paranızı istiyoruz ama ekonomi politikalarımızı sizin belirlemenizi istemiyoruz. Hasılı kelam, her iki durumda da ülkeler de bu sağlı sollu "şüpheci"lere oy verdiler.
Peki aşırı sağın yükseldiği yerlerde göçmenlere yönelik politikalar nasıl olacak?
Aslında benim düşünceme göre bütün Avrupa ülkelerinde göçmen yasalarının aynı olması, aynı kriterlerin bütün ülkelerde uygulanması. Artık bu çok daha zor olacak son seçimlerin ardından. Zira göçmenlik konusunda çıkarılan yasalara kuvvetle direnen partiler sandalye sayılarını artırdılar. Tamam, çoğunlukta değiller ama parlamentonun dörtte birini onlar oluşturacak. Sadece onlar da değil, muhafazakarlar, Hıristiyan Demokratlar da öyle çok göçmen haklarından yana görünmek istemeyeceklerdir. Bu partiler genellikle gelenekselcidir ve sağ oyları alırlar ve çok açık ki göç politikaları bu partilerin yumuşak karnıdır.
Bu seçimin sonuçlarınının ardından oluşacak parlamentoya bakıldığında Türkiye'nin pozisyonu nasıl etkilenir?
İşte buna cevap vermek zor. Şimdi etrafta çok sayıda yeni oyuncu var. Parlamento yenilendi ve Türkiye ile ilgilenen milletvekillerinin önemli bir bölümü artık yok. Şimdi yeni bir Türkiye sorumlusu olacak. Büyük değişiklikler beklemiyorum. Parlamento ve Avrupa Komisyonu'nda, durup Türkiye ile iilgili sürecin nasıl ilerleyeceğini görmek isteyeceklerdir. Türkiye ile ilgili işlerin yeniden görülmeye başlamasına kadar bir zaman geçmesi gerekecektir. Önümüzdeki ilk 6 ayda Türkiye ile ilgili büyük değişikliklerin olmasını beklemiyorum doğrusunu söylemek gerekirse.
Yeni parlamenterler arasından Türkiye karşıtlığı ile bilinen birilerinin bu konuda görev alması mümkün mü peki?
Hayır değil. Göreceksiniz ki raportör de komisyonun başına geçecek kişi de büyük bir olasılıkla Türkiye'nin katılımından yana olacaktır, eskiden de olduğu gibi. Elbette şu anki hükümete eleştirel yaklaşan kişiler de olacaktır içlerinde. Fakat aşırı sağdan gelecek herhangi bir kişinin Türkiye ile münasebetlerde kilit rolde olacağını hiç sanmıyorum.