Bölgesel ve küresel bir tehdit: İsrail'in Gazze'yi işgal kararı

Haberler
Güncelleme:
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, İsrail'in Gazze'yi işgal kararının sonuçlarını ve neler yapılması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi (FSMVÜ) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, İsrail'in Gazze'yi işgal kararının sonuçlarını ve neler yapılması gerektiğini AA Analiz için kaleme aldı.

***

İki üyesi Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) tarafından soykırımcı ilan edilen İsrail Güvenlik Kabinesi, 22 aydır Gazze'de sürdürdükleri katliamlarına yeni bir boyut kazandırmak için Gazze'yi işgal kararı almıştır. Esasında Gazze'yi havadan yerle bir eden, ardından kara harekatı ile 2 milyon masum insanı Kuzey'den Güney'e ve Güney'den Kuzey'e neredeyse günlük olarak hareket ettirip açlığa mahkum eden İsrail, Hamas direnişi hariç hemen hemen Gazze'nin her tarafını kontrol altına almıştı. Peki bütün kısıtlamalara ve yardım bekleyen masum insanlara karşı süren katliamlara rağmen görece bir ateşkes başlamışken şimdi alınan "işgal kararı" ne anlama gelmektedir?

İşgalin tarihi arka planı

Elbette bu karar yeni değildir. Sadece herkesin dikkatlerinin Gazze'de toplandığı bir zamanda Siyonist zihniyetin baştan beri takip ettiği siyasetin tekrar ilanıdır. Dünya kamuoyu "yeter artık barış gelsin, önce ağır silahlar, şimdi de açlık ile ölüme mahkum edilmiş masumların feryadı dinsin" diye harekete geçmişken, İsrail'in, devlet ahlakı bir tarafa, uluslararası hukuku hiçe sayan yeni bir karar ile ortaya çıkması Siyonist planın son aşamasına doğru geldiğinin göstergesidir. Dünya en kötü barışa razı olup, daha önce yeşil ışık yaktığı iki devletli çözüm müzakereleri beklentisi içindeyken Siyonist akıl "ben buradayım" diyerek esasında "Nil'den Fırat'a" bir Yahudi devletini hayata geçirecek üçüncü aşamaya geçtiğini ilan etmiştir.

Ortaya çıktığından beri adeta insanlıktan intikam almayı hedefleyen Siyonist zihniyet, başta ABD ve İngiltere'nin yardımları ile 1948'de Filistinlilere yaşattığı Nekbe ile bozuk zihniyetinin birinci aşamasını hayata geçirmişti. Bu aşamada milyonlarca Filistinli göçe zorlanmış, bir milyondan fazlası da yerinden edilerek mülteci durumuna düşürülmüştü. Sözde devlet kurduğu, sınırları belli olmayan alanlarda hiç kimse yokmuş gibi davranan İsrail, uluslararası toplumun kurallarını da hiçe sayarak 1967 savaşları sonrasında ikinci aşamaya geçmişti. İsrail, Birleşmiş Milletler'in (BM) aleyhteki kararlarına rağmen Filistin'in pek çok yerini işgal edip Filistinlilere ait toprakları gasbederek bozuk zihniyetin bekçilerini yerleştirmiştir. Bütün bu acımasız tehcir, kolonizasyon ve katliamı zamana yayarak sürdüren Siyonist zihniyetin başarısız kaldığı yegane alan Gazze olmuştur. Siyonist zihniyet, şimdi işgal kararı ile üçüncü aşamaya geçip, önce "insansız toprak" olarak addettiği bütün Filistin'i ele geçirmek niyetindedir. İsrail, etkin müesses nizamların gözden çıkardığı Gazze'yi insansızlaştırdıktan sonra başta Doğu Kudüs ve Batı Şeria'yı da tamamen işgal ederek Büyük İsrail'in yolunu açmayı amaçlamaktadır.

İşgal kararının sonuçları ne olur?

İşgal hukuku, İnsan hakları ve insancıl hukuk konusunda hiçbir değer tanımayan İsrail, eğer durdurulamaz ise Batı Şeria'ya yerleştikten sonra üç çeyrek asırdır güvenliğini sağlayan Şeria nehrinin Doğu yakasını yani Ürdün'ü de işgal edecektir. İsrail, kuşkusuz burada da durmayacaktır. Suriye ve Lübnan'ı etkisiz alanlar olarak gören İsrail, Suudi Arabistan'ı hem karadan ve hem de denizden sıkıştırıp Müslümanların kıblesini de kıskaç altına alacaktır. 1917 Balfour Deklarasyonu ve Kudüs'ün İngiltere tarafından işgalinden günümüze kadar yaşananlar bu iddiamızın bir kurgu olmadığını göstermektedir. Üstelik, İsrail'in geçmişteki kazanımları, uluslararası düzenin kurulmaya çalışıldığı ve görece daha kontrol altında olan bir dönemde gerçekleşmişti.

Oysa bugün düzeni korumakla görevli olan sistemler gücünü kaybetmiş ve dünya kontrolsüz bir hal almıştır. Uluslararası toplumun eylemsizliği Siyonist zihniyetin ve onun aracı olan İsrail kabinesinin işini kolaylaştırmaktadır. Dünyayı değerlerden arınmış sadece bir çıkar çarkıfeleği olarak gören ABD Başkanı Donald Trump'ın da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ile işbirliği içinde olması ve açıklamalarıyla katliamlarına peşrev çekmesi de cabasıdır. Görünen o ki Trump, İsrail'i ABD seçim sath-i maili olan 2026 başına kadar tamamen serbest bırakıp, ABD'deki evanjelik seçmenlerinin önüne çıkmayı hedeflemektedir.

Peki bu durumda yapılacak bir şey kalmamış mıdır? Elbette vardır. Dünya her ne kadar bugüne kadar büyük bir vahşeti, katliam ve soykırımı seyretmiş olsa da meseleye hep lokal bir sorun olarak bakmıştır. Oysa bugün gelinen noktada İsrail'in işgal planı meseleyi lokal olmaktan çıkarıp önce bölgesel sonra da bütün dünyayı etkileyecek seviyeye çıkarmıştır. Bireysel veya grup halinde oluşacak tepkilerin yanında, sorunlu coğrafyalarda haksız işgal faaliyetleri başlayacak ve bugün İsrail'e dur diyemeyen müesses nizamlar bile sarsılacaktır. Geçmişten beri söylendiği gibi İsrail dünya barışını tehdit ederken, Filistin de bu barışın yegane anahtarı olacaktır.

???????İsrail'in tehditlerine karşı hangi adımlar atılmalı?

ABD hariç BM üyelerinin neredeyse tamamı Filistin'i bir devlet olarak tanıdıkları gibi Filistin Devleti de BM'nin gözlemci üyelerinden biridir. Bu yüzden BM derhal eski ataletinden sıyrılıp dünya barışı için önlem almak zorundadır ve bu görevidir. Bunun için bir karara ihtiyacı yoktur. Zira 1948'de Filistin bölgesi için kurulan ve çatışmaların yoğunlaştığı dönemlerde çeşitli isimler altında bölgede görev yapan BM Ateşkesi İzleme Teşkilatı (UNTSO) halen aktif bir organdır. Nitekim en son görevini, İsrail'in Lübnan'ı yeniden işgal ettiği 1982 yılından 2000 yılına kadar BM Geçici Gücü (UNIFIL) adıyla yapan UNTSO, derhal güçlü bir kadro ile Gazze'ye gönderilmelidir. Abraham Anlaşmalarının asla kurtarmayacağı Körfez yönetimleri de bu gücün masraflarını üstlenerek varlıklarını garanti altına almalıdırlar. Zira gelecek onları affetmeyecek ve nüfusu hızlı artan kendi ve komşu ülkelerindeki yeni nesillerin gazabından kurtulamayacaklardır.

Türkiye'nin gayretleri ile acil olarak toplantıya çağrılan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) da bu süreçte yeni bir rol üstlenmelidir. Kuruluş amacı Kudüs'ü korumak olan İİT için bugünden daha büyük bir tehdit yoktur. Öncelikle Lahey grubunun Bogota'daki son kararlarını resmen onaylayıp, uygulanmasının takipçisi olunmalıdır. Hatta D-8 gibi diğer üye gurupların da topluca benzer kararlar alıp uygulamalarını teşvik edilmelidir. Retorik ve mevcut diplomasi araçları ile İsrail'in durdurulamayacağını bilerek en azından statükoyu koruyabilmek için İslam ülkelerinden oluşan bir barış gücü oluşturup, İsrail'in sınırlarına yerleştirilmelidir.

Kısa bir zaman önce ABD'nin yenilediği yardımlar ile sessiz kalan Mısır, ürkekliğinden sıyrılıp İİT ile işbirliği halinde Gazze'ye yardımların girmesi için her türlü tedbiri almalıdır. Bugün Gazze'nin karşı karşıya kaldığı mesele sadece Gazze'nin değil, bütün İslam ülkelerinin iç meselesidir. İç politikalardaki dengeler, iktidarı sürdürme, toplumsal talepleri karşılama gibi bahanelerin hiçbir anlamı kalmamıştır. İşgal kararından sonra Arap Birliği ve bazı üyelerinin yaptıkları açıklamalar olumlu görülse de çare üretmekten ve kendi kamuoylarını bile tatmin etmekten oldukça uzaktadır. 1967'den beri tekrarlanan soğumuş sloganlar hiçbir işe yaramamaktadır. İsrail'in işgal politikası devam ettiği sürece diğer ülkelerin de yakın gelecekte ciddi tehditlerle karşı karşıya kalacağı apaçıktır. Bu yüzden kuruluşundan bugüne kadar pek fazla bir şey yapamamış olan Arap Birliği Teşkilatı durumu fırsat bilip silkinmeli ve ağırlığı olan, toplumları ile bütünleşmiş bir teşkilat olduğunu göstermelidir.

Türkiye'nin Gazze ve Filistin konusundaki pozisyonu ve kararlılığı oldukça nettir. Katil kabinenin işgal kararından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın diploması girişimleri ile Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın sahaya çıkması Türkiye'nin bölgesel tehdidi algıladığını ve İsrail'in Türkiye için de yakın gelecekte açık bir tehdit oluşturduğunu dünyaya ilan etmiştir. Bu da uluslararası hukukun Türkiye'ye verdiği hakları her zaman kullanmaya hazır olduğunu göstermektedir. Elbette öncelik Gazze'de 2 milyon insanın feryadını dindirmek olmalıdır. Ama ardından, hem onların hem de bölgenin güvenliği için gereken kararlı adımlar hangi vesile ile olursa olsun atılmalıdır. ???????

[Zekeriya Kurşun, Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Öğretim Üyesi ve ORDAF Başkanıdır.]

*Makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editoryal politikasını yansıtmayabilir.

Haberler.com
500
Haberler.com'da yer alan yorumlar, kullanıcıların kişisel görüşlerini yansıtır ve haberler.com'un editöryal politikası ile örtüşmeyebilir. Yorumların hukuki sorumluluğu tamamen yazarlarına aittir.
title