Başbakan Davutoğlu, Gazetecilerin Sorularını Yanıtladı
Davutoğlu: (6) "Yeni Türkiye diye tanımladığımız şeyde demokrasiyi sadece derinleştirmekle yetinmeyeceğiz.
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Yeni Türkiye diye tanımladığımız şeyde demokrasiyi sadece derinleştirmekle yetinmeyeceğiz. Yeni bir demokrasi binası inşa edeceğiz. Temelinde özgürlükçü bir anayasa olan ve vesayetçi hiçbir yapıya izin vermeyen. Sadece ekonomik geliri artırmakla yetinmeyeceğiz, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için yeni bir ekonomi binası inşa edeceğiz " dedi.
Başbakan Davutoğlu, TRT Haber ve Spor Yayınları Dairesi Başkanı Nasuhi Güngör'ün moderatörlüğünde gerçekleşen özel yayına katıldı.
Gazeteci Mehmet Barlas'ın, "Amerika, IŞİD'e müdahale edecek mi, Esed'i destekleyecek mi? Biraz realitenin dışında güzel rüyalarla da vakit geçirecek miyiz?" sorusu üzerine Davutoğlu, realiteyi nasıl değiştirdiklerinin güzel örnekleri olduğunu söyledi.
"Eğer biz Irak realitesinde, Kuzey Irak ile geliştirdiğimiz ilişkileri başta idealizm gibi görünen boyutla yürütmemiş olsaydık olmazdı" diyen Davutoğlu, 1990'lı yıllarda dünya ekonomisinin gelişmesine rağmen, dünyada demokrasi dalgası olduğunu kaydetti.
Dünya ekonomisinin büyüdüğünü ve dünyada genel trendin demokrasi olduğunu ifade eden Davutoğlu, o yıllarda Türkiye'deki iktidarların, 28 Şubat da dahil olmak üzere Türkiye'yi daha otoriter yaptığını die getirdi.
Türk ekonomisinin o dönemlerde hiç ilerleme kaydetmediğini ve üç kriz yaşadığını anımsatan Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Şimdi uluslararası politik kriz var, ekonomik kriz var ve dünya konjonktüründe de demokratik trendin aksine çevre bölgelerde ciddi bir çatışmacı otoriter bir tutum var. Biz ise bu dönemde AK Parti iktidarları... Yeni Türkiye bu işte. Demokrasinin gücü de buradan geliyor. Hem ekonomiyi büyüttük, hem demokratikleşmeyi derinleştirdik. Yine bu uygunsuz dış konjonktür devam etse de bu Yeni Türkiye diye tanımladığımız şeyde demokrasiyi sadece derinleştirmekle yetinmeyeceğiz. Yeni bir demokrasi binası inşa edeceğiz. Temelinde özgürlükçü bir anayasa olan ve vesayetçi hiçbir yapıya izin vermeyen. Sadece ekonomik geliri artırmakla yetinmeyeceğiz, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için yeni bir ekonomi binası inşa edeceğiz. Sadece aktif bir dış politika yürütmeyeceğiz. Bu aktif dış politikayı bölgede ve küresel düzende öncü aktör olarak çaba gösteren bir ülke olacağız. Bütün bunlar aslında kararlı ve iradeli bir politikanın, siyasi iradenin uygunsuz dış konjonktüre rağmen neleri başarabildiğinin göstergesidir."
"Türkiye'de siyasi iradeyi kıskaç altına almak istediler"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, uygunsuz dış konjonktürün realizm olarak kendilerini ilgilendirdiğini belirterek, bunun hedefleri açısından bir parametre olmadığını dile getirdi.
Davutoğlu, şöyle konuştu:
"Bu paralel konularına bir atıfla dönmek gerekirse. Onların bize dediği şuydu. Realizme dönelim. Yani, 'Türkiye bütün bu iddialarından geri çekilsin, söylediği, savunduğu ilkelerin dışında açıldığı alanların, Afrika'dan diğer bölgelerden, Türkiye bu mevzilerden geri çekilsin. Demokrasi, çözüm süreci gibi iddialı bir hedeften geri çekilsin'.
Tüm uygunsuz konjonktüre rağmen eğer çözüm süreci bugün yeni bir ivme kazanmışsa bunun arkasında halkın iradesine dayalı gücün etkisi var. O iradeyi kırmak istediler. Yani temelde demokrasiye vurulan darbe üzerinden yeni bir vesayetçi yapıyla hepimizin bildiği usul ve yöntemlerle Türkiye'de siyasi iradeyi kıskaç altına almak istediler."
Davutoğlu, bir şekilde olağanüstü dönem şartının oluşturulmak istendiğine işaret ederek, uygunsuz dış konjonktürün değerlendirilmesi gerektiğine inandığını ifade etti.
Başbakan Davutoğlu, "Ama iç siyasi hedefleri ortaya koyarken ve Yeni Türkiye rüyası iddiası ortaya koyarken, bir engel olarak görülmemesi kanaatindeyim" değerlendirmesinde bulundu.
"IŞİD ortaya çıktığında ilk harekete geçen ülkeyiz"
Davutoğlu, gazeteci Nihal Bengisu Karaca'nın, Avrupa ülkelerinin IŞİD konusunda işbirliği yapıp yapmadığı yönündeki sorusu üzerine, bu tehlike ortaya çıktığı zaman ilk uyarıcı sinyalleri gönderen, ilk harekete geçen ülkelerden biri olduklarını söyledi.
Israrla, Özgür Suriye Ordusu ve ılımlı muhalefetin desteklenmesi gerektiğini söylediklerini anımsatan Davutoğlu, "Aksi taktirde radikalleşme ile rejimin zulmü arasına sıkışan halk, radikalleşme eğilimine yönelir. Bunları hep ısrarla söyledik" değerlendirmesinde bulundu.
Davutoğlu, 10 Ekim 2013'te IŞİD'i Bakanlar Kurulu kararıyla terör örgütü listesine alan ilk ülkelerden olduklarını belirterek, şöyle devam etti:
"Yani bu konuda Türkiye'nin bu tehlikeyi görmediği, bu tür radikalleşme tehlikesiyle ilgili sadece IŞİD değil, bir halk eğer 3 yıl her türlü bombardımanla karşı karşıya kalmışsa, kitle imha silahları kullanılmışsa, her şey gözümüzün önünde yaşandı. Kimse şimdi bunun üstünü örtemez ve bütün dünya buna sessiz kalmışsa, bu tür radikal eğilimler (mazur göstermek için söylemiyorum) bu tür radikalleşmeye uygun zemin oluşur. Bu zemin üzerinde tehlikeyi gördüğümüz andan itibaren biz her türlü tedbiri aldık. Hiçbir şeyi eksik bıraktığımız kanaatinde değilim. Ama Türkiye'de öyle bir kanaat var ki, şu veya bu vilayetimizde sakallı bir Arap gördüğünde IŞİD, şu örgüt diye bakıyor. Halbuki bunun hepsini tek bir çatı altında görmek mümkün değil. Psikolojik algı da doğru değil. AB ülkelerinin işbirliği eksikliği başlarda vardı. Birçok dışişleri bakanı muhatabım, bu konuda Türkiye'den birtakım taleplerde bulundu. 'Bazı vatandaşlar geçiyor, Türkiye durdursun'. Ben onlara söyledim. Madem siz biliyorsunuz onları kendi ülkenizde tutun, gerekli tedbiri alın. 'Biz demokratik bir ülkeyiz, engelleyemeyiz'. Peki, bize ismini verin. 'Suç işlememiş birinin ismini size veremeyiz'. Peki 30 milyonu aşkın kişinin bir yılda turist olarak geldiği bir ülkede hangi şartta, hangi temelde, hangi demokratik ya da evrensel hukuk gereği engel olabiliriz. Şimdi daha etkin işbirliği mekanizmaları kuruluyor. Bu konularda daha yakın istihbarat işbirliği, şartlar bunları gerektiriyor. Bizim bu konuda çok dikkatli bir politika takip etmemizin sebeplerini Türk kamuoyu gayet iyi biliyor. Provokatif şekilde bizi şu veya bu tutuma sevk etmek isteyenler aslında vatandaşlarımızla ilgili ve diğer kaygılarımızı da göz önüne almak durumundalar. O bakımdan bizim kamuoyumuz dikkatli politikamızın arkasındaki sebepleri gayet iyi anlıyor. Bu, baştan beri bunun ihmal edildiği gibi bir hususu kesinlikle gündeme getirmez."
"Diyanet'in Başbakanlığa bağlanması bilinçli bir tercih"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Başbakanlığa bağlanmasının bilinçli bir tercih olduğunu belirterek, "Bu, Yeni Türkiye kavramının içini dolduracak adımlardan birisi. Çözüm süreci, paralel devlet yapısıyla mücadele gibi. Ekonomide yeni bazı ikinci atılım dönemi gibi altı doldurulduğunda karşılığı olan bir husustur" dedi.
Şahsi olarak, dini otoritelerin bu tür bürokratik sınıflamalar içine hapsedilmesini doğru bulmadığını ifade eden Davutoğlu, "Dışişleri Bakanı olduğumda verdiğim ilk talimat, Diyanet İşleri Başkanımızın hem de Fener Rum Patriğinin yurt dışı seyahatlerinde, bana gösterilen protokolün onlara da gösterilmesi talimatıdır. Yani Diyanet İşleri Başkanımızın böyle bir bürokratik mekanizma içinde bir yerde bürokratik işlev gören kurum gibi ortaya konması beni şahsi olarak rahatsız ediyordu. Bu, diğer dini otoriterler için de geçerli" değerlendirmesinde bulundu.
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın daha önce bir devlet bakanlığına bağlı olduğunu söyleyen Davutoğlu, "Sayın Başbakanımız, son 2011'de Başbakan Yardımcılığına bağladı. Vakti gelmişti doğrudan Başbakanlığa bağlayarak, bu bürokratik kademelerin dışında, hatta üstünde böyle bir karşılaştırma olmaksızın, bir saygınlık kazanması gerektiğine inanıyorum" diye konuştu.
"Diyanet bir misyon değişimini kendi içinde yaşamaya başladı"
Diyanet teşkilatının toplum üzerindeki manevi otoritesinin siyaset tarafından tanınması gerektiğini belirten Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Geçen sene bütün dini merkezleri İstanbul'da ziyaret ettim hiçbir ayrım gözetmeden. Dışişleri Bakanı olarak, patrikhaneye kadar, Süryani kilisesinden, Ermeni kilisesine kadar hepsini. Bununla şunu ifade etmek istiyorum. Bunlar bizim kadim tarihimizden gelen kurumlarımız. Biz bunlara saygı gösterirsek toplumsal barışa da katkıda bulunuyoruz. Diyanet bu anlamda toplumun büyük çoğunluğunu, kahir ekseriyetini temsil eden bir dini yapılanma olarak devlet hiyerarşisinde hak ettiği yeri almalı. Devlet buna yaklaşırken bir devlet baskısı, bir devlet kurumu gibi değil, saygınlığı tescil edilmiş bir toplumsal otorite olarak görmesi lazım.
Bunun bir başka yönü de 3 Mart 1924'te Hilafetin kaldırılmasıyla birlikte iki kurum siyasetin dışında, yani bakanlık kurumunun dışına çıkarılmıştı. Birisi Şeriye ve Evkaf Vekaleti ve diğeri de Erkan-ı Harbiye. Yani ordu ve din bu anlamda siyasal yapının dışında otoriteler haline dönüştü, reislikler haline dönüştü tabiri caizse. Bu yapılarıyla zamanla Diyanet dini otorite olarak bürokratik yapıda gittikçe önemini kaybeden bir yapı haline dönüştü. Ta ki uluslararası konjonktür ve diğer şartlar bize Diyanet'in önemini gösterene kadar. Demokrasiye geçişle birlikte tekrar bir iade-i itibar sağlanmaya çalışıldı. Ama hep dini hayatı tanzim eden bir kurum olarak görüldü. Soğuk savaş sonrasında bir de vatandaşlarımızın Avrupa'ya gidişleriyle birlikte Diyanet'in sadece Türkiye içindeki dini hayatı tanzim etme rolü değil, aynı zamanda dışarıdaki soydaşların dini hayatlarıyla ilgili katkıda bulunan, vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarını karşılayan bir yapı 90'lı yıllardan sonra, soğuk savaşın çöküşüyle birlikte ortaya çıktı. ve Avrasya şuraları doğdu. Yani Diyanet bu anlamda bir misyon değişimini kendi içinde yaşamaya başladı. Bizim Diyanet'e yüklediğimiz anlamda bu çerçevede uluslararası etkinliği bakımından değişmeye başladı."
"Dini yaklaşım siyasetin belirleyici unsurlarından biri"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne yurt dışından bakanların ve değerlendirenlerin, Diyanet teşkilatını ve ülkedeki dini hayatı bir referans ölçüsü olarak gördüklerini söyledi.
"Balkanlar için bu böyledir, Orta Asya için böyledir, Afrika'daki topluluklar için ki; Afrika Dini Zirvesi Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından tertip edildi" diyen Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Diyanet, kendi milli misyonu dışında ki başta öyle düşünülmüştü, sadece Türkiye sınırları içinde fonksiyonlar icra eden ve dışarıya gitmesi bile izne tabi kılınan bir kurum gibiydi. Şimdi yeni bir muhtevaya, yeni bir misyona doğru tarihin doğal seyri içinde gelindi. Diyanet İşleri Başkanımızın Rus Ortodoks Patriği ile geliştirdiği ilişkiler, Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilere katkı sağlar hale geldi. Diyanet İşleri Başkanlığımızın Afrika'da yaptığı faaliyetler, bizim Afrika açılımımızda önemli bir ufuk açtı. Irak'ta ve Suriye'de mezhep çatışmasının arttığı dönemde haziranda, ramazanda Diyanet İşleri Başkanlığımızın Şii ve Sünni ulemayı İstanbul'da toplayıp Müslüman alimler toplantısı yapması. Orada ben de bir konuşma yaptım. Artık şunu görmek durumundayız. Küreselleşmenin getirdiği boyutlar ve diğer unsurlarla dini yaklaşım, dini hayat, siyasetin önemli belirleyici unsurlarından biri. Bu sadece Türkiye için değil. Çevremizdeki gelişmelere baktığımızda dini barışın temin edilmediği yerlerde, karşılıklı dini saygının, toleransın, hoşgörünün sağlanamadığı yerlerde iç barış da olmuyor. Bu mezhebi anlamda da böyle. O açıdan hem Diyanet İşleri Başkanlığımıza hak ettiği konumu kazandırmak, hem bu kadar ciddi ve önemli bir ulusal ve uluslararası işlev gören yapıyı bizzat istişare ederek, bir süreç içinde bu yapıya katkıda bulunmak hem de Türkiye'nin dini alanda da ihtiyaç hissettiği reformlar, Alevi-Sünni ilişkisi, mezhebi ilişkilerin düzenlenmesi, Alevi vatandaşlarımızın dini ihtiyaçlarının karşılanması dahil olmak üzere birçok konuyu daha yakından takip edebilmek için Diyanet İşleri Başkanlığımızı Başbakanlığa doğrudan bağlamayı tercih ettim. İlk fırsatta da bu konuları ele alacağımız bir istişare yapacağız."
Başbakan Davutoğlu, mümkün olduğu kadar din devlet ilişkilerinin tanziminde Diyanet ile dini hayatın çok daha geniş bir özerkliğe sahip olmasının, hedefleri olması gerektiğini bildirdi.
Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:
"Bunu adım adım, konuşarak, bütün kesimlerle istişare ederek gerçekleştirme zarureti var. Yani başta Diyanet teşkilatı, dini hayatı devlet tarafından kontrol altında tutmak için ulusal yapı olarak örgütlendi. Amacı oydu. Ama şimdi bu kalıp içinde dini hayatı tutmak mümkün değil. Dini hayatın bugünkü küresel ve bölgesel ihtiyaçları karşılayacak şekilde düzenlenmesi veya özgürlüğe kavuşturulması ve belli bir özerkliğe kavuşturulması açısından Diyanet İşleri Başkanlığımızın bu yeni statüsüyle çok ciddi mesafeler alacağımız kanaatindeyiz."
- İstanbul