Ayfer Tunç: "Öfke Çağında Yaşıyoruz"
Ayfer Tunç'un 26 yaşında yazdığı Kapak Kızı kitabının 12 yıl sonra yeniden yayınlanması konusuyla söyleşi başladı.
Ömer Türkeş, Kapak Kızı'nın edebiyata girmek için iyi bir başlangıç olduğunu belirtirken Ayfer Tunç, anlattığı temalardan kopamayan biri olduğunu söyledi: "İki yazar var bence, sürekli üstünde oynamaya devam eden türdenim ben." Noktayı, virgülü göstermesinin bile çok önemli olduğunu belirten yazar, "Benim yeniden yazımdan anladığım başka bir şey, elimden gelse her şeyi tekrar yazarım. Bazı yazarlar hayatları boyunca aynı şeyi yazıyor, aynı filmi çekiyorlar. Örneğin Thomas Bernhard; hangi romanının hangisinden farklı olduğunu söylemek zor."
Bütün sınıf arkadaşlarım bankacı oldu
1989 yılında Kapak Kızı'nı yazmaya başladığı dönemin, geleceğin sinyallerini verdiğini ifade eden yazar, "Siyasal mezunuydum. Bankacılık, parlayan bir ışık gibiydi ama ben bunu seçtim. O tarihte İstanbul Radyosu'na oyunlar yazıyordum. Özel televizyonlar çıktı, sonra iletişim dünyası bizi belirlemeye başladı."
Tunç, bu gelişimi şöyle açıkladı: "Taşra, taşralıktan çıktı ve kimliğini hızla kaybetti. Eskiden çocukluğumuzda bir şehre gittiğimizde duyduğumuz o haz yok oldu. Taşrayı sadece televizyondaki yemek programlarında seyredebiliyoruz. Bu taşra hikayesi beni de sezgisel olarak etkiliyordu."
"Her şeyi abartarak yaşama eğilimindeyiz"
Ayfer Tunç, Ömer Türkeş'in "Yeşil Peri Gecesi'nde daha çok popüler kültür anlatısını tersine çevirme temalarını kullanıyorsun. Kapak Kızı'nda farklı… Aradan 20 yıl geçmiş. Hikaye devam ediyor ama başka bir hikaye de var" şeklindeki yorumu üzerine, "Daha önce nesne olan karakter sonra özne oluyor. Yeşil Peri Gecesi'nde öyle bir çağda yaşıyoruz ki, olması gerekenden farklı tondayız. Her şeyi abartarak yaşama eğilimindeyiz. Öfke çağında yaşıyoruz. Çağın bize dayattığı, bir şeyi çok fazla insana ulaştırma. Her türlü satış, aşkın algılanışı, siyaset de böyle. Hayatta yaşadığınız yoğunluk da böyle. Eskiden yaşanan bir olayın etkisi daha uzun sürüyordu. Şimdi bir tenis topu gibi, önce biri çarpıyor sonra diğeri…"
Sonsuza kadar yaşayacakmış gibi yazıyoruz
Ayfer Tunç, Semih Gümüş'ün "Medya istediğini yapabiliyor. Gerçeğin ne olduğunu anlayamaz hale geldik. Edebiyatın yapmaya çalıştığı şey ise gerçeği en çarpıcı yönüyle insanlara sunmak. Edebiyat nasıl bir yerde duruyor?" şeklindeki sorusunu şöyle cevapladı: "Medya çarpıtıyor, edebiyat yeniden üretiyor. Hepimizin yapmak istediği, meselelerin tırnaklarının ne yaptığını göstermek. Bir şeyler yapıyorsak, bir şeyler battığı için yapıyoruz. Hikayenin insanlığın temel ihtiyaçlarından biri olduğunu düşünüyorum. Medya, edebiyatın rolünü çalmış durumda ve içi boş hikayeler sunuyor. İyi hikaye anlayabiliyorsanız siz iyi bir gazetecisiniz."
Tunç, Gümüş'ün "Medyanın oynadığı rolü popüler edebiyat almış olmuyor mu?" sorusunu ise şu şekilde yanıtladı: "Oluyor. Acaba ben yeni okuru anlayabiliyor muyum, kendi yerimde sayarak eskiyor muyum diye soruyorum. Hiçbir sanat eseri sonsuza kadar yaşamaz. Ama biz yaşayacakmış gibi yazıyoruz."
Geçmişiyle yüzleşmekten korkan bir toplumuz
Toplum olarak geçmişle yüzleşmekten korkulduğunu ifade eden Tunç, bir şeyi çözmek yerine etrafından dolaşma mantığıyla hareket edildiğini sözlerine ekledi. Yazar, "Yüzleşmeye çalışanlar linç ediliyor. Rahatımız kaçmasın, itiraf etmeyelim… İtirafın eksikliği kültürümüzde önemli bir şey. Edebiyat bunu yapabilecek kaynaklardan bir tanesiydi. Bence bütün toplumlar deli ve bu delilik, toplumsal söz ile sorunumuzdan kaynaklanıyor."
Nitelikli edebiyat erozyona uğruyor
Gerçek edebiyatın batıda da erozyona uğradığının altını çizen Ayfer Tunç, Amerika'daki bir kitapçıda Nobel ödüllü yazarların bile isimlerinin duyulmamış olduğuna dikkat çekti: "Aslında edebiyat, yakın coğrafyalar arasında çok sağlam bir köprü. Batıyla karşılaştırıldığında biz de edebiyat çok yeni."
Türkçe'nin korunmasının yetersizliğine dikkat çeken yazar, "50 yıl içinde Türkçe kalmayacak. Bariz dil yanlışları doğru kabul ediliyor. Bu dili konuşanların onu korumaması çok yazık. Türkçe'nin gördüğü tahribat karşısında hala ayakta olması bile şaşırtıcı" dedi.
Şiirin yazı sanatlarının atası olduğunu söyleyen Tunç, "Yazmadan önce mutlaka şiir okuyorum. Arınma ve edebiyat sularına girme arzusuna kapılıyorum. Metinlere öykü veya roman yazayım diye başlamıyorum. Meselenin beni götürdüğü yere göre değişiyor. Öykünün geldiği yer itibarsız değil. Öykünün yükte hafif, pahada ağır olduğunu düşünüyorum. Benim öykülerim genelde uzundur, roman yazınca da uzun oldu. Şiir hiç yazmadım hayatımda. Sınırsız yaşayamam, novelist'im."