Aydınlar"In Medya Bildirisine Tepkiler
Bir grup yazar, gazeteci ve eski siyasetçinin imzaladığı bildiri, çeşitli kesimlerden tepki görüyor.
Bir grup yazar, gazeteci ve eski siyasetçinin imzaladığı bildiri, çeşitli kesimlerden tepki görüyor.
SETA Genel Koordinatörü ve İstanbul Şehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhanettin Duran, AA muhabirine yaptığı açıklamada, söz konusu bildirinin, "otoriterleşme" iddiasının aldığı "çılgınca bir hal" olduğunu söyledi.
Türkiye'nin, Nazi Almanyası koşullarında olmadığını ve ülkede yaşananların bununla açıklanamayacağını vurgulayan Duran, AK Parti gibi Türkiye'nin demokratik dönüşümünü sağlamış ve çok yakın zamana kadar bütün bu eleştiren aydınların da katıldığı bir aktörü "Nazi partisi" ile kıyaslamanın doğru bir benzetme olmadığını ifade etti.
Varlığını, Türkiye'nin demokratikleşmesine bağlamış AK Parti'nin böyle bir kıyaslamada yeri olmadığını dile getiren Duran, "Terörle ve paralel çeteyle mücadele eden bir iktidarı, tutup da otoriter bir konuma koymak demokrasi teorisini doğru anlamamaktır. Bu yapılan, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti karşıtlığının fazlaca afyonlaşmış çılgınlık halidir" dedi.
Son dönemde Paralel Devlet Yapılanması ve terör örgütü PKK'ya yönelik operasyonların baskı olarak nitelendirilmesinin doğru olmadığını vurgulayan Duran, "Yaşananlar, Kürt sorununu çözme cesaretini göstermiş AK Parti'nin aynı zamanda Türkiye'deki istikrarını da koruma çabasıdır. Bunun etrafında yapılmış şeyleri otoriterleşme olarak göstermek doğru değildir" şeklinde konuştu.
"Erdoğan karşıtlığı"
Aydınların aykırı şeyler söyleyebileceklerini ancak bildirinin içeriğindeki mesajın Türkiye'nin gerçekliğini yansıtmadığına dikkati çeken Duran, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Bu tutum, muhalefetin AK Parti ve Erdoğan'a karşı histerik bir halidir. Türkiye'nin demokrasisini geliştirmede geldiği noktayı gözden kaçırıyor. Terörün ve paralel çetenin olduğu bir Türkiye'de devlet kurumlarının bazılarının ne kadar işlemez hale geldiğini, felç olduğunu gördük. AK Parti hem demokrasiyi güçlendirmek zorunda hem de devlet kurumlarını güçlü ve işler tutmak durumunda. Devlet kurumlarının işlemediği bir yerde demokrasi olmaz. Hiçbir demokrasi Türkiye'deki devlet kurumlarının karşılaştığı saldırıya boyun eğmez. Paralel çeteyle yapılan mücadele bunun mücadelesidir ve bu da otoriterlik değildir. Güçlü devlet kurumları olmadan, demokrasi olmayacağını bu aydınlar pekala bilir ya da bilmeleri gerekir."
"Erdoğan karşıtlığı"nın, son dönemde aydınların fazlaca tükettikleri bir afyon olduğunu ve buna bağımlı hale geldiklerini düşündüğünü aktaran Duran, "Her şeyde Erdoğan'ı suçlu görmek bir tür aktör ve muktedir olamamanın mazereti, çaresi, reçetesi gibi sunuluyor. Bence insanlar kendi demokratik mücadelelerini yapmayı tercih etsinler. Bu nakaratı kullanmak çok anlamlı değil ve artık bunun bir karşılığı da yok. Miadı da doldu" ifadelerini kullandı.
Duran, Türkiye'de muhalif basın üzerinde yeni operasyonların yapılacağı yönünde ifadelerin yer aldığı bildirinin gerçeği yansıtmadığını belirterek, "Bu operasyonun, paralel çeteyle ilgili bir operasyon olduğunu düşünüyorum. Diğer muhalif medyayla alakası olduğunu düşünmüyorum" dedi.
"Bu metni imzalayanlar Mesih rolüne soyunuyor"
Türkiye gazetesi yazarı Yıldıray Oğur da Hitler döneminde 6 milyon insanın toplama kamplarında yok edildiğini, böyle bir örneğin ve abartının, verilen tepkinin, çok şey söyleyecek sözü kalmamış insanların tepkisi olduğunu gösterdiğini söyledi.
Bildiriye imza atanların hiç birinin trenlere doldurulup toplama kampına götürülmediğini, hepsinin hayatlarını sürdürdüğünü dile getiren Oğur, "Ülkelerde, demokrasilerde sorunlar, siyasi tartışmalar olabilir ama tüm bu tartışmaların hepsini, 'yıkıldık', 'mahvolduk', 'bitiyoruz', 'eğer şunu yapamazsak uçurumdan yuvarlanırız. İç savaş çıkar, darbe olur', 'Biz bir grup beyaz atlarına binip gelmiş aydınız. Ancak bizi dinlerseniz sizi bu iç savaşa gitmekten, Hitler dönemine geçmekten kurtarırız.' Gerçekle de alakası kalmamış bir kurtarıcı edasıyla tartışmayı ve sorunları abartarak, bunu bir kıyamet alametine çevirerek Mesih rolüne soyunuyor, bu metni imzalayanlar" değerlendirmesinde bulundu.
Bildiriyi imzalayan aydınların verdiği tepkinin ölçüsü olmadığını, 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde Koza Grubu'na operasyon düzenlenmesinden manalar çıkarmaya çalışıldığını aktaran Oğur, şunları kaydetti:
"İnsanlar belli şeylere tepki gösterebilirler, yazı yazabilirler, açıklama yaparlar ama bunun gerçeklikle ilişkisinin mutlaka kalması lazım. Ama siz elinizi Hitler dönemiyle açarsanız, o zaman kimse sizi ciddiye almaz. Ayrıca burada gerçekten bir Hitler benzetmesi yapılacaksa, bildiriye imza atanların bir grubu, polis ve savcılıkta Gestapo, propagandada da Goebbels yöntemini kullanan bir cemaatle ortak hareket ediyorlar. Bir grubu da ES ES milisleri gibi oraya buraya saldırıp terör estiren bir örgütle beraber hareket ediyor. O yüzden illa da bir Hitler benzetmesi yapılacaksa, bu iki gayrimeşru iktidar odağıyla beraber hareket edenler bu benzetmeye daha yakın."
"Şiddetle bu kadar mesafesizlik..."
Oğur, dünyada şiddetle, silahla devlet içinde örgütlenmiş gayrimeşru yapılarla demokrasi mücadelesi veren aydın bir kesim kalmadığına dikkati çekerek, şunları aktardı:
"Eğer ortada şiddet ve silah varsa siz o pozisyonla aranıza mesafe koymanız gerekir. Bu tam tersi maalesef. Her gün insanları öldüren bir örgütün neredeyse ağzının içine bakıyorlar. Onunla hareket ediyorlar, eleştiremiyorlar. Aydınlığı geçin, buradan demokrat, düşün adamı falan çıkmaz. Şiddetle bu kadar mesafesizlik...
Devlet içinde örgütlenmiş, devlet içinde devlet olmaya çalışan, bunun için pek çok hukuk dışı yöntemlere başvurmuş, bununla ilgili pek çok delil ortaya çıkmış gayrimeşru bir yapıyla bu kadar yakın, ona yönelik her operasyonu demokrasinin bitişi ve Hitler dönemine geçiş olarak yorumlayan aydın sınıfının Batılı, laik, demokrat olması mümkün değil. Çünkü demokrasi, hukuk devleti ve özgürlük ortamı öncelikle meşru siyasi, meşru hukuki ve meşru sivil yapıların üzerine kuruludur. Devlet içinde alternatif bir devlet olarak hareket eden bir yapı üzerinden, onun arkasına saklanarak ve onun üzerinden ateş açarak, demokrasiyi, özgürlükleri savunamazsın. Büyük bir çelişki var."
Dünyada en çok imza metni yayımlanan ülkenin Türkiye olduğunu vurgulayan Oğur, entelektüelliğin birinci görevinin duruş ortaya koymak olmadığını, bildirilerin altına siyasi aktör olmak için imza atıldığını söyledi.
Entelektüellerin her türlü tartışmanın içinde yer alması, muhalefet etmesi gerektiğini dile getiren Oğur, "Ancak entelektüeller önce derslerini iyi çalışmalıdır. İyi akademisyen olmalıdır, iyi gazetecilik ve iyi yazarlık yapmalıdır, iyi raporlar yazmalıdır. Çözüme de katkı yapmalıdır. Sadece duruş ortaya koymak bir entelektüel pozisyon değil artık" dedi.
Koza Grubu'na yapılan baskına ilişkin de değerlendirmede bulunan Oğur, DAEŞ haberini yaptıkları için polis baskını yapıldığı yönünde kara propaganda yürütüldüğünü ancak bu haberin ne kadar yalan olduğunun gün içinde ortaya çıkarıldığını belirtti.
Türkiye'deki aydınların, bu haberden haberdar değilmiş gibi gazetenin böyle bir haber nedeniyle basıldığı şeklinde bir bildiri imzaladığını ifade eden Oğur, "Bu onların çok kolay bir av olduğunu gösterdi. Hiç okumuyorlar, takip etmiyorlar, fikri takipleri yok. O yüzden bu kampanyaların aleti olabiliyorlar. Hitler Almanyası 2015 başlıklı bir bildiriyi imzalıyorsunuz. 'Hitler dönemine gidiyoruz. Biz buna izin vermeyeceğiz' diyorsunuz. Ardından hayatınıza kaldığı yerden devam ediyorsunuz. Eğer bu bildiri imzalandıktan sonra Hitler dönemine gitseydik, bu bildiriyi imzalayanların trenlere konulup, toplama kampına götürülmesi gerekirdi" şeklinde konuştu.
"Erdoğan'a buğzetmelerinin sebebi diktatörü oluşu değil, bilakis diktatörlüğün canına okuyuşudur"
Diriliş Postası Gazetesi Yayın Yönetmeni Hakan Albayrak da bildiriye tepki gösterdi.
AK Parti döneminde demokratik alanda yapılan değişimlere değinen Albayrak, şunları kaydetti:
"Diktatörlük kalıntısı kanunları ve uygulamaları değiştirerek Kürt'ün adıyla sanıyla Kürt olarak her sahada özgürce arz-ı endam edebilmesini sağlayan, tek parti diktatörlüğünün Dersim katliamı için özür dileyen, kamuda tesettür yasağını kaldıran, devleti Alevi cemaatleriyle diyaloğa sevk eden, Hıristiyan ve Yahudi azınlıkların geçmişte gasbedilen mülklerini iade eden, siyasi partilerin kapatılmasını neredeyse imkansız hale getiren ve tamamen imkansız hale getirmek için elinden geleni yapmış, bütün bunları oligarklarla dövüşle dövüşe ve dövüşürken sadece mevlasına ve seçim sandığından çıkan oylara dayanan, halk oyuyla geldiği gibi halk oyuyla gidebilecek olan bir siyasetçi diktatörse ben hiçbir şey bilmiyorum. Erdoğan'a diktatör diyenlerin neredeyse hepsi bu saydığım demokratik reformlara muarız, tek parti diktatörlüğü hasretinden muzdarip, geçmişte askeri cuntalara ve şimdi de Stalinist PKK'ya bel bağlamış kimseler olduğunda göre, Erdoğan'a buğzetmelerinin sebebi onun diktatörü oluşu değil, bilakis diktatörlüğün canına okuyuşudur."