Avusturya'da Aşırı Sağcı FPÖ, Genel Seçimlerde Birinci Olması Bekleniyor
Son kamuoyu yoklamalarına göre, aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi (FPÖ) 29 Eylül'de yapılacak genel seçimlerden galip çıkması bekleniyor. FPÖ, haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu seçiminden sonraki anketlerde önde gösteriliyor. Parti, yaklaşık %28 oy alacağı tahminleriyle, ülke tarihinde ilk kez bu kadar güçlü bir konumda. FPÖ'nün tarihi Nazi geçmişi, onun yükselişinde önemli bir zemin hazırladı.
Avusturya'da son kamuoyu yoklamalarında birinci sırada gösterilen aşırı sağcı Avusturya Özgürlük Partisi'nin (FPÖ) Nazi geçmişine rağmen 29 Eylül'de düzenlenecek genel seçimden galip ayrılmasına kesin gözüyle bakılıyor.
Aşırı sağcı FPÖ haziran ayındaki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerindeki zaferinden sonra anketlerde önde görünüyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ilk defa bir seçimde birinci sıraya yükselen aşırı sağcıların, Avusturya'daki tüm anketlerde milletvekili seçiminin kazananı olması bekleniyor. FPÖ'nün seçimde az yüzde 28 oy alacağı tahmin ediliyor.
Nazi diktatör Adolf Hitler'in Almanya'da iktidarı ele geçirdiği 1933 sonrasında Avusturya'da da varlık göstermeye başlayan Nazi ideolojisi ve bu ideolojinin en önemli savlarından biri olan "büyük Alman imparatorluğunu kurma" hayali yolunda 1938'de müstakil bir devlet olan Avusturya, Nazi Almanyası'na katılarak bu ülkenin bir eyaleti oldu.
FPÖ ise Avusturya'nın tanınmış Nazilerinden toprak sahibi, Nazilerin sivillerden oluşan silahlı yapısı SS içinde tümgeneral düzeyinde görev yapmış ve İkinci Dünya Savaşının bitimine kadar da Nazi parlamentosunun üyesi Nazi ideolojisine hizmet eden Anton Reinthaller tarafından 1956'da kuruldu.
Reinthaller, savaş sonrasındaki hapis cezasının ardından kendisi gibi tanınmış Nazi yoldaşlarıyla kurduğu partiye 1958'de ölmesine kadar genel başkanlık yaptı.
Kurucu üyeleri tanınmış Nazilerden oluşan aşırı sağcı partinin siyaset serüveni, Soğuk Savaş döneminde İkinci Dünya Savaşı'na ait anıların tazeliğini koruması, Yahudi soykırımına ilişkin her geçen gün yeni unsurların ortaya çıkması ve bu korkunç katliama dair hatıraların hafızalarda bıraktığı derin izler nedeniyle çok silik bir şekilde ilerledi.
Haider ile yükselişe geçen aşırı sağcılar
Partinin başına 1986'da 46 yaşındaki Jörg Haider'in gelmesiyle milliyetçi, liberal söyleminden uzaklaşan FPÖ, daha sağcı ve popülist bir çizgiye kaydı.
Haider, Avrupa Birliği (AB) karşıtı söylemi, anavatan vurgusu, filizlenmeye başlayan yabancı karşıtlığı ve ülkede uzun yıllar iktidarı paylaşan merkez sağ Avusturya Halk Partisi (ÖVP) ve Sosyal Demokrat Parti (SPÖ) hegemonyasına karşı yürüttüğü propaganda ile girdiği her seçimde partinin oylarını yükseltmeyi başardı.
Avusturya'da 1999'da yapılan seçimlerde Haider'in FPÖ'sü yüzde 26,9 oy oranı ile ikincilik koltuğunu Sosyal Demokratla paylaşmayı başardı. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ilk defa bu kadar yüksek oy oranına ulaşan aşırı sağcılar, merkez sağ ÖVP ile koalisyon hükümeti kurma kararı aldı.
FPÖ'ye ilk dış müdahale
Avrupa'da aşırı sağcı bir partinin iktidarı paylaşacak olması dikkatleri Avusturya'ya çekti. Başta İsrail olmak üzere AB'nin sert tepkisi ve baskıları sonucunda Haider, koalisyon hükümetinde yer almadı.
Bu gelişme seçmende hayal kırıklığına yol açarken, partinin ciddi anlamda kan kaybetmesine yol açtı. Erken seçime gidilen 2002'de FPÖ, oylarının yüzde 16,9'nu kaybederek ciddi bir hezimet yaşadı.
Strache ile İslam ve Türk düşmanlığı öne çıktı
Bu durum parti içinde ayrışma ve lider değişimini zorunlu kıldı. 2005'de yapılan kongrede diş teknisyeni Heinz Christian Strache partinin başına geldi.
Partinin Viyana Teşkilat Başkanlığını yürüten Strache, özellikle Viyana'daki yerel seçimlerde kullandığı İslam, Türk ve yabancı karşıtı söylem ve sloganlarla tanınıyordu. Strache'nin partinin başına geçmesiyle FPÖ'nün siyasi söyleminde de ciddi değişiklik yaşandı.
Doğrudan İslam'ı ve Müslümanları hedef alan Strache, ülkedeki yabancılar arasında da Türkleri hedefe koydu. AB'ye mesafeli duran Strache, Türkiye'nin AB üyeliği sürecine de çok katı bir tutum sergileyerek karşı çıktı. Strache'nin başlattığı İslam, Türk ve yabancı karşıtı söylem sağ ve merkez sağ seçmende ciddi bir karşılık buldu.
Haider'e oranla daha az donanımlı, konuşma becerisi zayıf, bilgi birikim açısından daha düşük bir profil ortaya koyan Strache, seçim kampanyalarından sorumlu kıldığı Herbert Kickl'ın Nazi propaganda tekniğini de anımsatan basit, kışkırtıcı, nefret söylemi içeren, ötekileştirici slogan ve kampanya taktikleriyle oy oranını yükseltmeyi başardı.
Strache'nin bu yükselişi karşısında yerleşik partilerin söylem geliştirme konusunda yaşadığı sorunlar, seçmenin sağa yönelişini hızlandırdı. 2013'de yapılan genel seçime biri FPÖ'den ayrılma Haider'in kurduğu Avusturya'nın Geleceği İçin İttifak Partisi (BZÖ), ikincisi sağ-popülist Avusturya için Stronach Ekibi adındaki üç sağcı parti girdi.
Bunların arasında en çok dikkat çekeni 1954'de Kanada'ya göç eden Avusturya asıllı milyarder Frank Stronach'ın kurduğu Stronach Ekibi partisi oldu. 1932 doğumlu bu zengin iş adamının artık dilini dahi konuşmayı unuttuğu anavatanında birdenbire siyasete girmesi, FPÖ'nün söylemlerine benzer savlarla seçmeni ikna etme çabası dikkati çekti.
Stronach Ekibi, 2013 seçiminde yüzde 4'lük barajı aşarak, yüzde 5,7 ile ilk defa seçime girmiş bir parti olarak meclise 11 milletvekili sokmayı başardı. Haider'in partisi BZÖ yüzde 3,5 ile seçim barajına takılırken, aşırı sağcı FPÖ de oylarını yüzde 20,5'e yükselterek, bölünen oylara rağmen 3'üncü parti olmayı başardı.
FPÖ'ye iç müdahale
Uzmanlar, benzer söyleme sahip bu üç partinin tek çatı altında seçime girmesi durumunda yüzde 30 gibi ciddi bir başarı elde edebileceğine işaret ederek, 2017'de yapılan genel seçimlere girmeyeceğini açıklayan ve daha sonra partiyi lağveden milyarder Frank Stronach'ın kurduğu siyasi oluşumu, Strache'yi durdurmak için yapılan bir hamle olarak değerlendirdi.
Mülteci sorunuyla söylem üstünlüğü kazanan aşırı sağ
Avrupa'da 2015'te ortaya çıkan mülteci krizi Strache'nin başında bulunduğu FPÖ'nün söylem üstünlüğünün daha da pekişmesini sağladı.
Bu arada 2016'da yapılan cumhurbaşkanlığı seçiminde aşırı sağcı partinin adayı Norbert Hofer ilk turda yüzde 35 düzeyinde bir oy oranına ulaştı ve ülkenin en üst makamına bir aşırı sağcının seçilebileceği korkusu ortaya çıktı.
Sembolik bir güce sahip cumhurbaşkanlığı için yapılan seçimlerde katılım oranının yüzde 50'nin üzerine çıkmadığı ülkede 2016 seçiminin ikinci turuna katılım yüzde 74'ün üzerine çıkarken, ilk turda oyların yüzde 21'ni alan eski Yeşiller Partisi eş başkanı ve seçimlere bağımsız aday olarak giren Alexander Van der Bellen yüzde 53 ile cumhurbaşkanlığı koltuğunu garantilemiş oldu.
Eski Başbakan Kurz, aşırı sağcı ideolojiyi iktidara taşıdı
FPÖ'nün yükselişi geçici müdahalelerle durdurulamayacağının anlaşılması üzerine sahneye merkez sağın parlayan genç yıldızı Sebastian Kurz çıktı. Merkez sağ ÖVP içinde kariyer basamaklarını çok hızlı tırmanan ve henüz 27 yaşında Dışişleri Bakanlığı koltuğuna oturan Kurz'un ileride partinin başına geçeceği herkesin ortak öngörüsüydü ancak Kurz tahmin edilenden çok daha önce harekete geçti.
Göçmen sorunun yaşandığı 2015'te Dışişleri Bakanlığı koltuğunda oturan Kurz, başta Türkler olmak üzere yabancılarla geliştirdiği iyi ilişkileri bir kenara bırakarak doğrudan Türkiye'yi hedef almaya başladı.
Kurz'un Türkiye karşıtlığı sağcı seçmenin dikkatini çekti. Aynı zamanda Uyum Bakanı da olan Kurz, ülkede İslam dinin resmen tanınmasını sağlayan ve 1912'de yürürlüğe giren İslam Kanunu'nda Müslümanların hayatını olumsuz yönde etkileyecek değişiklikler yaptı.
Kurz, Türkiye ve İslam karşıtı yaklaşımına kısa sürede mülteci ve göçmen karşıtlığını da ekleyerek, aşırı sağcı partinin bütün söylemini neredeyse bire bir merkez sağa taşıdı.
Strache, Kurz'un kendilerini taklit ettiğini, onun yapay, FPÖ'nün ise gerçek olduğu savını dillendirse de başarılı olamadı. Avusturya'da 2017'de yapılan seçimde kamuoyu yoklamalarına göre yüzde 18'lere gerileyen merkez sağcı ÖVP, Kurz'un aşırı sağdan aktardığı yeni söylemle yüzde 30'un üzerine çıkarak birinci parti oldu.
Aşırı sağcı koalisyon
Kurz, parti programı olarak neredeyse birbirinin aynısı olan aşırı sağcı FPÖ ile koalisyon kurdu. Kasım 2017'den Mayıs 2019'a kadar süren aşırı sağcı koalisyon hükümetinin aldığı neredeyse bütün kararlar İslam, Türkiye ve göçmen karşıtı oldu.
İktidar ortağı olan FPÖ, her ne kadar ortaklığın büyük paydaşı olmasa da görüşlerini iktidara taşımayı başardı. Bu süreçte, ilkokullarda ve anaokullarında başörtüsü yasağı, ülkedeki Müslümanları fişlemek için Siyasal İslam Dokümantasyon Merkezi, Müslümanların güvenlik sorunu olarak tanımlanması gibi bir dizi adım atıldı.
Yolsuzlukla sarsılan FPÖ
Mayıs 2019'da dönemin Başbakan Yardımcısı ve FPÖ Genel Başkanı Strache'nin İspanya'nın İbiza adasında bazı devlet ihaleleri ve ülkenin en çok satan gazetesinin bir kısım hissesinin, partisine destek karşılığında Rusya iş adamlarına verilmesi yönündeki pazarlıkları içeren videonun basına yansıması, başta aşırı sağcı liderin kariyeri olmak üzere koalisyonun sonunu getirdi.
Daha sonra Strache hakkında çıkan çok sayıda yolsuzluk iddiaları FPÖ'nün ciddi kan kaybetmesine yol açtı.
FPÖ, 2019'da yapılan seçimlerde ikinci sıradan üçüncü sıraya geriledi. Aşırı sağcı söylemi iktidara taşıyan Kurz, oylarını yüzde 37'ye yükselterek seçimin kazananı oldu.
FPÖ bir kez daha kendi kabuğuna çekilirken, aşırı sağcı ideoloji Kurz eliyle iktidardaki varlığını sürdürdü. Kurz'un yalan beyanda bulunmak, yolsuzluk, haksız rekabet gibi suçlamalar nedeniyle hakkında açılan soruşturma sonrasında Ekim 2021'deki istifasına kadar yaptığı düzenleme ve aldığı kararların büyük çoğunluğunda İslam ve yabancı karşıtlığı belirleyici bir rol oynadı.
Avrupa'da Müslümanların Sosyal Demokrat Partiden sonra en çok tercih ettiği Yeşiller Partisi ile kurduğu ikinci koalisyon hükümetinde, Müslümanlara ait kurum ve kuruluşları hedef haline getiren İslam Haritası, terör bahanesiyle kamuoyunun yakından tanıdığı Müslüman şahsiyetlere yönelik "Operasyon Lüxor" adı verilen orantısız polis şiddetinin önce çıktığı baskınlar gibi birçok olumsuz gelişme yaşandı.
Aşırı sağcı ideoloji FPÖ olmadan iktidarda
Aşırı sağcı FPÖ yolsuzluk ve yeni genel başkan seçimi gibi sorunlarla meşgulken, aşırı sağcı ideoloji iktidarda sorunsuz bir şekilde varlığını sürdürdü.
Yaşamın birçok alanında etkili olan aşırı sağcı ideolojiye karşı Avusturya'da yabancı ve Müslümanların oy verdiği Sosyal Demokrat Parti ise "bize oy verin yoksa aşırı sağcılar gelir" ile seçmenlerini korkutmaktan öteye gidemedi.
Dünyayı etkisi altına alan Kovid-19 salgını ve buna karşı yürürlüğe sokulan uygulamalar, daha sonra Ukrayna'da başlayan savaş ve bunun yansıması olan hayat pahalılığını seçmenlerini mobilize etmek için kullanan FPÖ, küllerinden yeniden doğdu.
Aşırı sağcılar yürüttükleri kampanyanın ilk meyvesini 6-9 Haziran'da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldı. Aşırı sağcılar İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde ilk defa bir seçimde birinci sıraya yükseldi.
Ülkede yapılan bütün anketlerde en az yüzde 28 ile aşırı sağcıların, pazar yapılacak milletvekili seçiminin kazanını olacağı öngörülüyor.