Anayasa Mahkemesinden "Hak İhlali" Kararı
Anayasa Mahkemesi, Almanya'da doğup büyüyen ve daha sonra Türk vatandaşlığından çıkan kişinin nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesiyle isim tashihi talebinin reddedilmesi dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
Anayasa Mahkemesi, Almanya'da doğup büyüyen ve daha sonra Türk vatandaşlığından çıkan kişinin nüfus kaydının kapalı olduğu gerekçesiyle isim tashihi talebinin reddedilmesi dolayısıyla maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine hükmetti.
Resmi Gazete'de yayımlanan karara göre, Almanya'da doğan ve doğum kayıt belgesine uygun şekilde ismi "Aslan Toprak" olarak Alman kütüğüne kaydedilen başvurucunun ismi Türk nüfus kütüğüne "Aslan Faruk Toprak" olarak kaydedildi.
2005 yılında bir Türk vatandaşıyla evlenen başvurucu daha sonra Türk vatandaşlığından çıktı. Başvurucunun eşi tarafından ortak çocuklarının Türk nüfus kütüğüne tescil edilmesi için müracaatta bulunuldu.
Türkiye Cumhuriyeti Düsseldorf Başkonsolosluğundan talebe karşın verilen cevapta, Almanya resmi kayıtlarında çocuğun baba isminin "Aslan Toprak" olarak düzenlendiği ancak başvuru sahibinin eşinin Türk nüfus kütüğünde "Aslan Faruk Toprak" ismiyle kayıtlı olduğu belirtildi. Yerel nüfus idaresinden çocukların baba ismi "Aslan Faruk Toprak" olarak düzenlenmiş doğum kayıt örneği alınarak yeniden başvuru yapılması gerektiği ifade edilerek söz konusu talep reddedildi.
Başvurucu, "Aslan" olan ön isminin vatandaşlıktan çıkması nedeniyle kapatılan Türk nüfus kütüğünde "Aslan Faruk" olarak kayıtlı olduğunu, kayıtlardaki isim farklılığı gerekçe gösterilerek Türk vatandaşı eşinden olan ortak çocuklarının Türk nüfus kütüğüne kaydedilmediğini, ret kararının kendisine ait nüfus kayıtlarındaki bu çelişkiden kaynaklandığını ifade etti. Benzer başka resmi sorunlar da yaşadığına vurgu yapan başvurucu, kapalı nüfus kaydındaki ön isminin "Aslan" olarak düzeltilmesi talebiyle isim tashihi davası açtı.
Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi ise davacının, Alman vatandaşlığına geçmek için Türk vatandaşlığından çıkartıldığını ve kaydının kapatıldığını, kapalı kayıtlar üzerinde işlem yapılmasının, 5490 sayılı kanunun 14. maddesine göre mümkün olmadığını kaydederek, davayı reddetti. Söz konusu mahkeme kararı Yargıtay 18. Hukuk Dairesince de onandı.
Başvurucu daha sonra Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.
Anayasa Mahkemesi, maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının ihlal edildiğine, ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına karar verdi.
Karardan
Kişilerin kimliğinin belirlenmesinde en önemli unsurlardan biri olan isim hakkının, kamu düzeninin işleyişine engel olmayan isim değişikliği taleplerinin kamusal makamlarca karşılanmasını da içerdiğine vurgu yapılan kararda, "Bu bağlamda bu tür taleplerin ileri sürülebilmesine ve incelenmesine olanak sağlayan idari ya da yargısal başvuru yollarının oluşturulması ve kapsamı belirli ulusal ve uluslararası düzenlemeler çerçevesinde uygun görülen taleplerin karşılanması gerekir. İsim değişikliği gibi kişi halleri ile ilgili olan ulusal düzenlemeler hayata geçirilirken mesele, yalnızca düzenlemeyi yapan ülke vatandaşlarının hukukunu ilgilendirdiği kabulüyle dar bir çerçevede ele alınmamalıdır." denildi.
Kararda, isim değişikliği taleplerinin hangi koşullar altında olumlu karşılanacağı, bu tür taleplerin hangi usullerle inceleneceği konusunda yasal düzenlemeler yapılırken kamusal makamların takdir hakkının bulunduğu ifade edildi.
Söz konusu takdir hakkının isim değişikliği taleplerinin değerlendirilmesi yolunu tamamen kapatacak ve sonuç alabilmeyi mümkün kılmayacak şekilde kullanılmaması gerektiğine dikkat çekilen kararda, şu görüşlere yer verildi:
"Başvuru konusu olayda olduğu gibi vatandaşlıktan çıkan kişinin kapatılan nüfus kaydının, vatandaşı olunan ülke tarafından oluşturulan geçerli nüfus kaydı ile farklılıklar içerdiği durumlarda, kişi vatandaşlıktan çıkmış dahi olsa kapatılan nüfus kaydı üzerinde mevcut geçerli kaydı etkilemeyecek şekilde sınırlı değişikliklerin yapılabilmesini öngören düzenlemelerin oluşturulması, isim hakkının Anayasanın 17. maddesinin koruma alanı gözetilerek doğru bir şekilde ele alınması anlamına gelecektir. Bu kapsamda kişilerin durumlarına, aileye ve vatandaşlığa ilişkin konularda temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası belgelerden olan 14 No'lu Sözleşme bu tür bir düzenlemenin uluslararası alanda ortak bir uygulama olarak benimsenmesi hususunda hükümler içermektedir."
Söz konusu sözleşme ile taraf olan devletler arasında kişinin kimliğinin belirlenmesinde temel olan isim ve soy isimlerin yazılışında birliğin sağlanmasının amaçlandığına değinilen kararda, sözleşmede aynı kişi hakkında açılmış birden fazla nüfus kütüğünde isim veya soy isimlerin birbirinden farklı gösterildiği durumlarda bu kişilere uluslararası düzeyde asgari bir güvence sağlandığı ifade edildi.
Başvurucunun iddiaları ve derece mahkemelerinin gerekçeleri dikkate alındığında 5490 sayılı kanunun 14. maddesinin, kapalı nüfus kayıtları üzerinde işlem yapılmasına olanak vermediği şeklinde yorumlanarak uygulanmasının, meşru amacın gerçekleşmesine yönelik olarak Anayasanın 17. maddesinin sağladığı güvenceler karşısında demokratik bir toplumda gerekliliği ve ölçülülüğünün tartışılması gerektiğinin vurgulandığı kararda, "Yürürlükte olan mevzuatın vatandaşların isim değişikliğine ilişkin taleplerinin ileri sürülebilmesine, bu taleplerin idari ve yargısal merciler tarafından incelenmesine, neticede uygun görülen değişikliklerin talep doğrultusunda yerine getirilmesine olanak sağladığı tartışmasızdır." değerlendirmesinde bulunuldu.
"Ölçülü ve adil bir denge sağlanmadı"
Başvuruya konu yargılamada 5490 sayılı Kanunun 14. maddesinin İlk Derece Mahkemesi ve Yargıtay tarafından somut olaydaki gibi yorumlanıp uygulanması nedeniyle, başvurucunun mağduriyetinin giderilmesine ve manevi varlığı kapsamındaki ismi üzerinde değişiklikler yapılabilmesine olanak veren güvenceleri içeren 14 No'lu Sözleşmenin dikkate alınmadığına vurgu yapılan kararda, ilgili mevzuatın başvurucunun şikayetini giderebilecek şekilde yorumlanabilmesi imkanı bulunmasına rağmen bu hususta bir değerlendirme dahi yapılmadığının anlaşıldığı kaydedildi.
Kararda, "Tüm bu nedenler dikkate alındığında 5490 sayılı Kanunun 14. maddesinin 14 No'lu Sözleşme dikkate alınarak yorumlanmaması nedeniyle Derece Mahkemelerinin somut olaydaki yorum ve yaklaşımının başvurucunun mağduriyetini gidermediği, usulüne göre yürürlüğe girmiş uluslararası sözleşme hükümlerinin mahkeme kararlarında göz önünde bulundurulmadığı, dolayısıyla söz konusu yargısal yaklaşımın bu haliyle demokratik bir toplumda gerekli olma şartının sağlanmadığı ve kamunun ve bireylerin çatışan çıkarları karşısında ölçülü ve adil bir denge sağlamadığı sonucuna varılmıştır." görüşlerine yer verildi.