Analiz - Zimbabve'deki Darbe Çin İşi Olabilir Mi?
Zimbabve'de "Bu bir darbe değildir!
SERHAT ORAKÇI- Zimbabve'de "Bu bir darbe değildir!" diyerek başlayan askeri bir darbe gerçekleşti. Robert Mugabe'nin 37 yıl süren iktidarı bu ani "olayla" son buldu. Darbenin uluslararası bağlantıları hususu ise karanlıkta kalmaya devam ediyor.
İlk makul uluslararası bağlantı Anglosakson küresel medya kanalları tarafından Çin olarak sunuldu. BBC, Reuters, CNN, The Guardian, Telegraph, Independent gibi basın kuruluşları fazlasıyla kendinden emin bir tonda Çin'i işaret ettiler. Bu görüşü ileri sürenlerin gerekçesi ise General Constantino Chiwenga'nın darbeden kısa süre önce Çin'e yaptığı resmi ziyaretti. Ziyaretten sonra ülkede sıcak olayların yaşanmaya başlaması Çin ihtimalini güçlendiriyordu.
Çin ile Zimbabve ordusunun generalleri arasında sömürgecilik döneminden beri devam eden yakın ilişkiler düşünüldüğünde, Çin'in darbeye destek vermiş olması olağan görünüyor. Çin'in Zimbabve'deki ticari ilişkileri bir takım silah anlaşmalarını da kapsıyor. Hatta darbe sürecinde Mugabe'nin kapısına dayanan zırhlı araçlar bile Çin yapımıydı. Aslında bu yüzden Chiwenga'nın Çin ziyaretinde de anormallik aramamak gerekir.
Fakat Çin'in bu darbeyi yaptırma olasılığı, bir takım parametreler göz önünde bulundurulduğunda uzak bir ihtimal olarak görünüyor. Öncelikle bu iddia, Çin'in bu zamana kadar Afrika'da sergilediği geleneksel siyasetle hiç uyuşmuyor. Afrika'da iç siyasete karışmama prensibini katı bir şekilde uygulayan Çin'in darbede yer alması bu siyaset çizgisiyle uyumlu değil. Keza Çin dışişleri bakanlığı ve Güney Afrika'daki Çin elçiliğinden yapılan açıklamalar da bu eksendeydi: Çin'in isminin darbeye karıştırılmasının bazı çevrelerce kötü niyetle yapıldığı söylenirken, asıl hedefin Çin'in Afrika'daki olumlu imajını kirletmek olduğu belirtildi.
İkinci husus ise izolasyona maruz kalmış bir ülkenin Çin için fazlasıyla uygun bir platform sağlıyor oluşu. Mugabe döneminde Zimbabve'nin maruz kaldığı izolasyon, Çin'in burada daha fazla alan elde etmesiyle sonuçlandı. Bu zamana kadar Zimbabve'de Batı'nın yokluğunu yatırımlarıyla Çin doldurmuştu. Hatırlanacağı gibi, 2000'li yılların başında Mugabe'nin gerçekleştirdiği tartışmalı toprak reformu, nüfusun yüzde 1'inden az olduğu halde ülke topraklarının yüzde 70'ini elinde tutan İngiliz kökenli beyaz azınlığın topraklarına el konulmasıyla sonuçlanmıştı. Bu millileştirme projesi Zimbabve ile İngiltere arasında iplerin iyice gerilmesine ve sonuçta ülkenin ambargoya maruz kalmasına yol açtı. Bu durum Çin için Zimbabve'de karlı yatırım alanları açtı ve Çin yatırımları böylece hız kazandı.
2003 yılında "Look East" olarak isimlendirilen doğu siyasetini yürürlüğe sokan Mugabe'nin, Çin'den başka bir alternatifi de bulunmuyordu zaten. Anglosakson küresel medyada "despotik diktatör" şeklinde resmedilen Mugabe Çin'den düşük faizle borç alırken ülkenin yeraltı ve yerüstü kaynaklarını da Çin'e bıraktı. Bu dönem Mugabe ile İngiltere arasında resmen örtülü bir savaş başlatmıştı. İngiliz siyaseti Zimbabve'de Mugabe'yi iktidardan uzaklaştırmaya odaklandı. Anlaşılacağı gibi, bu çekişmeden karlı çıkan taraf elbette ki Çin oldu. 2000'lerle birlikte ülkede başlayan türbülans Zimbabve'yi Batı'dan uzaklaştırırken Çin'e daha fazla yakınlaştırdı.
Bugün Zimbabve'deki dış yatırımların yüzde 74'ü Çin şirketlerine ait ve iki ülke arasındaki ticari ilişkiler yıllık 1,2 milyar dolar seviyesinde seyrediyor. Ülkenin en önemli gelir kaynaklarından birini oluşturan Marange elmas yatakları Çin-Zimbabve ortaklığıyla işletiliyor. Ülkede yaklaşık 10 bin Çinli yaşarken Zimbabve'de faaliyet gösteren 100 kadar Çin şirketine çeşitli kolaylıklar sağlanıyor. Ulusal stadyumu ve Milli Savunma Koleji'ni inşa eden Çin, son olarak modern bir meclis binası inşaatı için de söz vermişti. Çin Devlet Başkanı Xi Jinping 2015 yılındaki Zimbabve ziyareti sırasında pek çok yeni anlaşmaya da imza atmış, Çin firmaları da başta maden sektörü olmak üzere, tarım, inşaat ve enerji alanlarında yatırımlarını artırmışlardı.
Bu sayılanlardan da anlaşılacağı üzere, Zimbabve'nin Batılı devletlerce izolasyona maruz bırakılması, Çin'i neredeyse ülkedeki rakipsiz tek yatırımcı haline getirmişti. Aslında ülkenin Mugabe çizgisinden uzaklaşması Çin'in hiç de arzulamayacağı bir şey. Keza darbe öncesinde ismi sık sık anılan Emmerson Mnangagwa görevi devralır almaz bu yönde bazı açıklamalarda bulundu.
Darbecilerin iktidar partisi ZANU-PF'nin ve haliyle oluşturulan geçici hükümetin başına getirdiği Emmerson Mnangagwa konuşmalarında ekonomik kalkınma vurgusu yaparken, ülkeyi yeniden Amerikan ve İngiliz yatırımlarına açmak istediklerini belirtiyor. Bu sözlerle Batı'ya göz kırpan Mnangagwa, 2018 seçimini garantiye almanın yolunun Batı'yı memnun etmekten geçtiğinin de farkında. Darbeciler tarafından "darbe" sözcüğünün bile telaffuz edilmesinden şiddetle kaçınılması ve demokrat bir vitrin sunmak için gösterilen hassas çaba da muhtemelen buradan kaynaklanıyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise bir takım başka gelişmeler var. Belli ki İngiliz siyaset yapıcıları aslında bir süredir Mnangagwa'ya ilgi duyuyor ve Mugabe sonrası Zimbabve için hazırlık yapıyorlarmış. Bu durumun açığa çıkması, İngiltere'ye yakın muhalefet liderlerinin fazlasıyla tepkisini çekmişti. 2016 yılında Chatham House'da konuşan muhalefet partisi MDC-T başkanı Morgan Tsvangirai, bazı yabancı diplomatların Emmerson Mnangagwa'ya destek vermesinden şikayet etmişti. Bazı yorumculara göre, Tsvangirai konuşmasında İngiltere'nin Zimbabve'deki elçisi Catriona Laing'i kastetmişti. Benzer bir çıkışı diğer muhalefet partisi PDP de yapmış, İngiltere'nin Mnangagwa'ya duyduğu ilgiden şikayetçi olmuştu.
Konu üzerinde değerlendirmeler yapan Blessing-Miles Tendi'ye göre, 2000-2013 yılları arasında Mugabe'yi devirmek için Tsvangirai'ye destek veren İngiltere, 2013'teki seçim mağlubiyetinin ardından politika değişikliğine gitmek zorunda kalmıştır. MDC-T'den ümidini iyice kesen İngiliz politikacılar Emmerson Mnangagwa'yı desteklemek yolunu seçmişlerdir. Bu analize göre Mnangagwa'yı iktidara taşımak, 2013 yılından beri yürürlükte olan bir proje olarak ortaya çıkmaktadır.
Emmerson Mnangagwa'nın 6 Kasım'da Mugabe tarafından görevden alınmasında rol oynayan faktörlerden biri de Mnangagwa'nın Mugabe'nin baş düşman olarak gördüğü İngiltere'ye yakınlaşmasıydı. Mugabe'ye yakın kesimlerde, Mnangagwa'nın beyazlarla işbirliği yaparak Mugabe'yi devirmek istediğine inanılıyordu. Hatta devrik başkanın eşi Grace Mugabe yaptığı mitinglerde Mnangagwa'yı Mugabe'ye ihanet etmekle suçluyordu.
Mugabe'nin düşüşüne ve Mnangagwa'nın yükselişine en çok sevinen kesimlerin ülkedeki beyaz azınlıkla birlikte Anglosakson medya kuruluşları olduğunu da unutmamak gerekir. Mnangagwa ile İngilizler arasında kurulan ittifak Mugabe'yi iktidardan düşürdü, ama bu ittifakın da fazla sürmeyeceği ortada. İngilizler Mugabe'nin el koyduğu toprakları geri almanın derdindeler. Mnangagwa da bu konuda şimdiden bazı erken sinyaller verdi. Bu topraklar geri verilemese de beyaz çiftçilere tazminat ödenmesinin yolu açılabilir.
Bütün bunlar birlikte değerlendirildiğinde, Çin'in darbeye karışarak Zimbabve'de belirsizliğe oynaması hiç de makul görünmüyor. Son yıllarda küresel bir aktör haline dönüşen ve Afrika'ya yoğun ilgi duyan Çin yatırım, ticaret, finans gibi alanlarda Zimbabve'de belirleyici bir aktör olsa da siyasi bir aktör değildir. Libya ve Sudan gibi örneklerden hatırlanacağı gibi Çin, işbirliği yaptığı ülkelerde sadık bir müttefik profili çizerek radikal değişikliklere yanaşmamıştır. Aslında Zimbabve'de radikal bir adım atmasını gerektirecek bir durum da oluşmamıştır. Bu yüzden, darbeye isminin karıştırılması Çin'in Afrika'daki imajını zedeleme amacı güdüyor.
[İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi'nde doktora çalışmalarına devam eden Serhat Orakçı, İnsani ve Sosyal Araştırmalar Merkezi (İNSAMER) Afrika uzmanıdır]