Analiz - Irak Mezhepçi Siyaseti Aşabilir Mi?
Tartışmasız 2003 sonrası Irak siyasetinin en önemli olgusu ülkenin etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden yeniden tanımlanmasıdır.
SERHAT ERKMEN - Tartışmasız 2003 sonrası Irak siyasetinin en önemli olgusu ülkenin etnik ve mezhepsel kimlikler üzerinden yeniden tanımlanmasıdır.
Her ne kadar, ABD Irak'ta çoğulcu, katılımcı ve demokratik bir düzen ihdas etme iddiasında bulunsa da Geçiçi Başkanlık Konseyi'nin oluşturulmasından bugüne değin Irak'ta siyaset yapmanın temel yöntemi etnik ve/veya mezhepsel kimliklere ya da onların altında daha yerel kimliklere vurgu yapmak olmuştur. Iraklılık kimliği söylemde kullanılmaya devam ederken bu kimlik üzerinden siyaset yapan oluşumlar bekledikleri başarıyı gösterememişlerdir. Aslında, her seçimde söylemsel olarak bakıldığında IKBY'deki partiler dışındaki parti ve ittifaklar Iraklılık kimliğini her seçimde öne çıkarmışlardır. Ancak bu sadece söylem düzeyinde kalmış, parti ve koalisyonların oluşumu mezhepsel kimlikler ve yerel ittifaklar üzerinden gerçekleşmiştir.
12 Mayıs'taki seçim öncesinde duyulan Şii Arapların bulunduğu listelerde Sünni Araplar, Sünni Arapların bulunduğu Şii Araplar görülmesi durumuna önceki seçimlerde de rastlanılıyordu. Örneğin, 2014 seçiminde eski Başbakan Nuri Maliki'nin listesinde Selahaddin ve Anbar'daki güçlü Sünni Arap aşiretlerinin önde gelenleri ve bazı Sünni Arap bakanlar yer alıyordu. Ancak bu, Maliki'nin mezhepçiliği körükleyen politikalarından vazgeçmesine neden olmamıştı. Benzer bir örnek de 2010 yılında seçimden birinci sıradan çıkan El Irakiye Koalisyonu'ndan verilebilir. Iraklılık kimliğinin önde geldiği, çoğunluğunu Sünni Arapların ve eski Baasçıların oluşturduğu liste, seçimden birinci sırada çıktıktan sonra kısa bir süre içinde, bileşenlerindeki Şii Araplar çeşitli pazarlıklarla listeyi terkedip, Nuri Maliki'nin kurduğu hükümete katılmıştı. Iraklılık üzerinden siyaset yapıldığı söylemi bu seçimde de karşımıza çıkıyor, fakat muhtemelen bu seçimin sonunda da benzer senaryolar tekrarlanacak.
Başbakan İbadi'nin seçim söylemlerinde merkeziyetçilik vurgusu güçlü görünüyor. Hatta, Mukteda Sadr'ın liderliğini yaptığı blok, Sadr Hareketi'nin politik alandaki uzantılarıyla Irak Komünist Partisi'nin ittifakına dayanıyor. Bu seçimin en ilgi çekici ittifakların birisi olsa da seçim sonrası bu ittifakın izleyeceği yol dikkatle izlenmeli. Benzer bir biçimde Ammar El Hekim'in ailesinden miras kalan Irak İslami Yüksek Konseyi'nden ayrılarak vatandaşlık ve sivil toplum kavramlarına dayalı bir siyaset izleyeceği iddiasında bulunduğu görünüyor.
Ancak bu örneklere karşılık, Haşdi Şabi'nin siyasette vücut bulmuş hali olan Fetih Listesi ve Nuri Maliki'nin Hukuk Devleti Koalisyonu mezhepçi siyasetin itici gücü olmaya devam edeceklerdir. Üstelik, seçimin sonucunda ortaya çıkan parlamento aritmetiğinden de önemli olan dinamik hükümetin nasıl teşkil edeceğidir. Ulusal birlik hükümetlerinden vazgeçilmesi ve çoğunluk hükümetine dönülmesi olasılığının çok güçlendiği yeni siyasi atmosferde hükümete küçük ortak olarak girecek olan partilerin sadece dar grup çıkarlarına yönelmesinin güçlü bir ihtimal olduğu dikkate alınacak olunursa yeni dönemdeki siyasetin geçmiş dönemden çok da farklı olmayacağı öngörülebilir.
Parçalı parlamento yapısı ve ittifaklar
Ülkenin demografik gerçekleri Irak'ta Şii Arapların siyaseti uzun bir süre daha domine etmeye devam edeceğini gösteriyor. Elbette, Irak'ta Şii Arapların tamamı tek bir politik kimliğe sahip değiller. Bu seçimde dahi birbiriyle yarışan Haydar İbadi'nin Zafer Koalisyonu, Hadi Amiri'nin Fetih Listesi, Nuri Maliki'nin Hukuk Devleti Koalisyonu, Sadr'ın desteklediği Sairun ve Ammar El Hekim'in Ulusal Hikmet Hareketi olmak beş önemli Şii Arap ittifakı ön plana çıkmaktadır. Üstelik bu gruplar arasındaki uzlaşmazlıklar hiç de yabana atılacak durumda değildir. İbadi'nin iktidarını pekiştirmek için Haşdi Şabi'nin "devlet içinde devlet" konumunu ortadan kaldırmaya çalıştığı, Nuri Maliki'nin güvenlik bürokrasisindeki ve güneydeki aşiretler üzerindeki etkisini silmek istediği, Sadr'ın öngörülemez hamlelerine karşı tedbir arayışında olduğu ortadadır. Fakat, ne İbadi ne de diğer Iraklı Şii Arap politikacılar tek başına Irak siyasetine yön verecek güce sahip değiller.
Mecliste en çok sandalye alabilecek partinin en çok 70-85 arası vekil çıkarabileceği mevcut siyasi ortamda 329 sandalyeli mecliste hükümet kurabilmek ve ülkeyi yönetebilmek için ciddi tavizler vermek gerekmektedir. Üstelik, Irak siyaseti üzerinde İran'ın yoğun etkisi dikkate alındığında kararların sadece hükümetlere bağlı olmadığı bir kez daha hatırlanabilir. Bu durumda, karşımıza çıkan tablo Şii Araplar arasında farklı gündemlerin ön plana çıkabildiği ancak nihayetinde ülke siyasetinde başat güç olabilmek için ortaklık kurmaya çalıştıkları yönündedir.
Tüm bunlara ek olarak, bugüne kadar kurulan ulusal birlik hükümetlerinden farklı olarak çoğunluk hükümeti kurulması tercih edilse dahi İbadi'nin yanına bazı Kürt partileri ya da Sünni Arap partileri alarak merkezinde mezhepsel bir dayanışmanın bulunmadığı bir hükümet kurmasını beklemek hayalcilikten öte birşey olmayacaktır. Irak'ta güvenlik tam olarak sağlanamamışken, büyük ekonomik sıkıntılar varken, birçok şehirde altyapı perişan haldeyken, işsizlik çok yüksek boyutlardayken mevcut yapıyı değiştirebilecek bir siyasi denklem çıkmasını beklemek gerçekçi görünmemektedir. Muhtemelen seçim sonrasında büyük Şii Arap listelerinden hiçbirini dışlamayan yanlarına da onlarla işbirliği yapabilecek Kürt, Türkmen ve Sünni Araplardan müteşekkil bir hükümet çıkacaktır. Bu nedenle, seçimin Irak siyasetinin doğasının değişmesinden ziyade iktidarın aynı aktörler arasında farklı oranlarla paylaşılacağını öngörebiliriz. Son 15 yıldır ülkede kritik görevler almış ve Irak'ın bir türlü ayağa kalkamamasından sorumlu üst düzey siyasetçilerin hayatta olanlarının çoğu yine bu seçimin en önemli adayları ve siyasi liderleridir. Bu da Irak gibi lider üzerinden siyaset yapılan bir ülkede güçlü bir değişim olmayacağının en önemli işaretlerinden birisi olarak okunabilir.
- Sünni Arapların durumu
Sünni Araplar arasında da durumun çok farklı olduğu söylenemez. İşgalden sonra siyasetin en çok dışlanan aktörü olan Iraklı Sünni Araplar, DEAŞ'ın ortaya çıkmasından sonra bir de meşruiyet açısından ithamla karşı karşıyadır. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Usame Nuceyfi ve ekibinin DEAŞ'a karşı sahada ne kadar etkisiz kaldığı görüldü. Üstelik, bunun sadece parlamento koridorlarında sınırlı kaldığı söylenemez. Nuceyfiler ve müttefikleri tekrar siyaset sahnesinde ön plana çıkmaya çalışmalarına rağmen halkın desteğini almaları konusunda güçlü engeller var. Bunun eski bakanların önderlik ettiği listelerde de yaşandığı söylenebilir. Bağımsız ve yerel ittifaklar kuran Sünni Arap siyasetçileri meclise girmeye çalışsa da Başbakan İbadi'nin listesinde yer alanlar da yabana atılmamalıdır. Aslında bakılırsa Sünni Arapların 2014'ten farklı bir tablo çizdiği söylenemez. Güçlü bir liderliğin bulunmadığı, büyük ölçüde dağılmış, yerel çıkarlar çerçevesinde hareket eden ve bulundukları bölgeyi hala güçlükle kontrol edebilen Sünni Araplar için tek çare merkezi hükümetin başına kim geçerse geçsin onlarla ittifak yapmaktır. Aksi takdirde tekrar kendi bölgelerinde kontrollerini yitirebileceklerdir.
Kerkük, Selahaddin, Musul, Anbar ve Diyala'da Sünni Arapların birbirleriyle olan rekabeti en az diğer gruplarla olan rekabetleri kadar önemli olacaktır. Bu mücadelenin temel nedeni, işgal sonrası Irak'ta onları biraraya toplayabilecek güçlü bir politik kimlik geliştirmekten ziyade yerel grup ve birey çıkarlarına odaklanmalarıdır. Bugün Sünni Araplar arasında aşiretçilik, Baasçılık, Irakçılık ve mezhepçilik dağınık bir biçimde görünmektedir. Bunlardan hangisinin belirleyici olduğu yerel şartlara göre değişmektedir. Tam da bu durum, seçimleri onlar için merkezden gelecek kaynaklardan yararlanma fırsatı haline getirmektedir. Iraklı Kürtlerde yoğun bir biçimde görünen hatta bazı örneklerde Şii Araplar arasında bile görünen ayrı bir federal bölge kurulması fikri zaman zaman ortalarda görülse de gerçekçi olmaktan uzaktır. Ancak işte tam da bu sorun Sünni Araplarla Irak devleti arasında çözülmesi güç bir problem meydana getirmektedir. Merkezden beslenmek ya da orada güçlenmek isteyen Sünni Araplar yoğun bir biçimde yerel gündemlere sahiptir ve onlar arasında siyasetin belirleyicisi yerel işbirlikleri olmaktadır. Bu durum Sünni Arapların ne etkin bir iktidar ortağı olmasını ne de bir alternatif geliştirebilmesini sağlamaktadır. Sonuçta ortaya derin bir dışlanmışlık duygusu çıkarken bu dışlanmışlığın mezhepçi baskıyla birleşmesi şiddet dalgasının belli periyotlarla yükselmesine neden olmaktadır.
Irak'ta her seçim bir umutla beklenirken ardından gelen şiddet dalgası ülkeyi daha çok zayıflatıyor. Muhtemelen bu seçimin sonucu da diğerlerinden farklı olmayacak. Ancak, Sünni Arapların merkezi yönetime adil bir biçimde entegre edilmesi Irak'ta siyasetin hem şartlarını hem de ülkenin geleceğini değiştirebilir. Aksi takdirde gelecek yıl bu zamanlar Irak'ta yükselen şiddet yine Ortadoğu'nun en önemli gündem maddelerinden birisi haline gelebilir.
[Doç. Dr. Serhat Erkmen, JSGA Uluslararası Güvenlik ve Terörizm Anabilim Dalı öğretim üyesidir]