28 Şubat Davası
28 Şubat Davası'nda "tanık" olarak dinlenen, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in danışmanı, AK Parti İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, "28 Şubat" döneminde Türkiye'deki 100 liranın 86 lirasının faize gittiğini, o günkü büyük şirketlerin gelirlerinin yüzde 95'inin faizden oluştuğunu belirterek, "Şöyle bir sistem oluşmuştu: Hazine vergi toplar, teşvikler ve krediler adı altında bir abonelik sistemi gibi bu çevrelere para aktarırdı.
28 Şubat Davası'nda "tanık" olarak dinlenen, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller'in danışmanı, AK Parti İzmir Milletvekili Hüseyin Kocabıyık, "28 Şubat" döneminde Türkiye'deki 100 liranın 86 lirasının faize gittiğini, o günkü büyük şirketlerin gelirlerinin yüzde 95'inin faizden oluştuğunu belirterek, "Şöyle bir sistem oluşmuştu: Hazine vergi toplar, teşvikler ve krediler adı altında bir abonelik sistemi gibi bu çevrelere para aktarırdı. O parayı alırlardı bu arkadaşlar, sonra Hazine'nin paraya ihtiyacı olduğunda devlete para satarlardı. Siyasetçiler olarak sistemi bir miktar değiştirmeye kalktığınızda başınıza 28 Şubat, medya infazları falan geliyordu." dedi.
Kocabıyık, Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanında, 1995'teki genel seçimlerden Refah Partisi'nin (RP) birinci çıkmasının ardından, RP'siz hükümet kurma imkanı olmadığını ifade etti.
Önce RP'nin, Anavatan Partisi ile hükümet kurmaya çalıştığını söyleyen Kocabıyık, "Fakat basına da yansıdığı gibi zamanın Genelkurmay Başkanı devreye açıkça girdi, bunu da gizleme gereği duymadı ve RP-Anavatan Partisi hükümetinin oluşumunu engellediler." diye konuştu.
Kocabıyık, şöyle devam etti:
"Daha sonra 28 Şubat dediğimiz müdahaleye zemin hazırlayan ve destekleyen çevreler, başta medya, özellikle Aydın Doğan medyası, belirli sivil toplum örgütleri, '5'li çete' diye siyasi tarihe ismi geçen sivil toplum örgütleri ve İstanbul'un iri kıyım sermaye çevreleri, CHP'nin desteğiyle Anavatan Partisi ve Doğru Yol Partisi (DYP) azınlık hükümeti kurulmasını zorladılar. Tanık olduğum bir yığın olay vardı. 'Bunu yapmazsanız, şu olur, bu olur'. Bu hükümet kuruldu fakat yürümedi. Biz, Sayın Çiller'e Türkiye'nin acilen seçime gitmesi gerektiğini, çünkü ortada siyasi tıkanıklık olduğunu, bunun da parlamento aritmetiğinden kaynaklandığını belirttik. Sayın Çiller erken seçim çağrısında bulundu. Buna, DYP dışında bütün kesimler, daha sonra 28 Şubat'a destek olacak kesimler başta olmak üzere, siyasi partiler, RP dahil karşı çıktılar. Geriye tek alternatif RP ve DYP koalisyonu kalıyordu. Başka siyasi alternatif matematiksel olarak mümkün değildi. Sonuçta, demokrasinin gereğiydi, DYP ve RP ile koalisyon olmaya istek falan da yoktu. Bizim gibi insanlar da dahil böyle bir özendirme yoktu. Tamamen demokrasi ve rakamsal bir şeydi. Buna mecburduk."
Kocabıyık, "Günün gazete arşivleri getirildiğinde, 'Böyle bir koalisyon kurulamaz. Çünkü böyle bir koalisyon alçaklıktır, namussuzluktur, hırsızlıktır' şeklinde bir tablonun görüleceğini" dile getirerek, "Ne kadar kötü sıfat gelirse, önüne koydular. Bunu medyada görürsünüz. Odalar birliğidir, iş adamları derneğidir, 28 Şubat'ı destekleyen çevrelerin hepsi benzer aşağılayıcı sözler ve engelleyici tutumlar takınmışlardır." ifadelerini kullandı.
"Çiller de 28 Şubat gibi bir olayın bir bakıma nedenlerinden birisidir" değerlendirmesinde bulunan Kocabıyık, "Tansu Hanım 1996'da Türkiye'yi Gümrük Birliğine sokmuştu. Sonradan 28 Şubat'a destek veren iş dünyası, bunu istemiyordu. Çünkü Türkiye'de 70-80 yıldır gümrük duvarlarıyla örülmüş iç piyasaya mal veriyorlardı. Bunun devamını istiyorlar, 'Yerli sanayimiz batar, rekabet edemeyiz' diyorlardı. Bir nedeni de budur." dedi.
"Gümrük Birliğine karşı çıkan holding"
Kocabıyık, "Gümrük Birliğine karşı çıkan holdingin" sorulması üzerine, şunları kaydetti:
"Önemli bir meseledir, bana her soruyu sorabilirsiniz. Ben de açık yüreklilikle herhangi bir zihni kısıtlamaya gitmeden cevap verebilirim. En başta Koç Holding ve onun etrafında kümelenmiş birtakım sermaye çevreleri bunu istemiyorlardı. 'Gümrük Birliğine girersek, Cumhuriyet'in sanayisi çöker' diyorlardı. Rahmetli Özal'dan bu yana merkez sağ siyasetçiler de 'Çökmez, dünyayla rekabete girer, gelişir' diyorlardı. Nitekim seneler sonra Rahmi Koç da 'İyi ki girmişiz' demiştir.
RP'nin ilk yaptığı şey faizlere müdahaledir. O günlerde Türkiye'deki 100 liranın 86 lirası faize gidiyordu. O günkü büyük şirketlerin gelirlerinin yüzde 95'i faaliyet dışı gelirdi, yani faizdi. Türkiye'de şöyle bir sistem oluşmuştu: Hazine vergi toplar, ki hazine müsteşarlarını da her zaman bu büyük firmalar atarlardı, teşvikler ve krediler adı altında bir abonelik sistemi gibi bu çevrelere para aktarırdı. Milli ekonomiyi yürütüyorlar ya... O parayı alırlardı bu arkadaşlar, sonra Hazine'nin paraya ihtiyacı olduğunda devlete para satarlardı. Devletin verdiği parayı tekrar devlete satarlardı. Yıllardır bunu televizyonlarda anlatıyoruz, itiraz edeni de görmedim. Siyasetçiler olarak sistemi bir miktar değiştirmeye kalktığınızda başınıza 28 Şubat, medya infazları falan geliyordu. Yüz liranın 86 lirası faize gidiyordu, bugün 14 lirası gidiyordu. Yaptığım hesaplamaya göre 8-9 yılda 600 milyar dolar Türkiye'de üç bin ailenin cebine gidiyordu, problem buydu."
"Havuz sistemi"
"O günkü askeri cenahın, 28 Şubat'ta birincil ve doğrudan etkisi olan bir grup olmadığını" vurgulayan Kocabıyık, "Askerlerin çok büyük hataları ve günahları var. Ama onları buna iten sebepler var." şeklinde konuştu.
Hükümetin o dönemde sermayeden faizle para almanın önüne geçmek için "akıllıca bir yol bulduğunu ve havuz sistemi oluşturduğunu" anlatan Kocabıyık, şunları söyledi:
"Devletin kurumlarına, 'Paraya ihtiyacınız olduğunda piyasadan değil buradan, havuzdan alın' dendi. Bu, o üç bin aileyi ve onların çevresinde örgütlenmiş medyayı, sivil toplumu vesaire ve birtakım dış çevreleri, çünkü sermaye, uluslararası sermayenin Türkiye distribütörüydü, çok rahatsız etti. Dünyayı da çok rahatsız etti. Sonuçta, bu havuz sistemi başladığı an en büyük rahatsızlık oldu.
İkinci yapılan şey de gümrüksüz araba ithalatını serbest bıraktık. Kendi ülkemizde üretilen malı aşağılamak istemem ama hakikaten teneke üretiliyor ve insanlar bunun için kuyrukta bekliyordu. Biz kaliteli arabayı daha ucuza ithal etme imkanı getirdik. Üçüncü bir şey daha yaptık, faize giden kaynakların bir kısmını ücretlilere zam olarak verdik. Herkes hatırlar, belki Cumhuriyet tarihimizin en yüksek ücret alan memurları o devirde olmuştur. Yüzde 70'e yakın zam verilmiş, piyasa rahatlamıştır. Çevik Bir de çok iyi bilir, etrafında topladığı birtakım subaylar varken, Başbakan'a telefon etmiş, 'Derhal zam verin, yoksa bildiri yayınlayacağız' demiştir. Kendisi herhalde inkar edemez. Başbakan buna üzülmüştür ve bunu Çiller'e aktarmıştır. O da bana anlatmıştır. Başbakan'a, 'Ben görüşürüm' demiştir. Böyle bir olay da oldu ama askerlerimiz dahil tüm kamu görevlilerimiz zam aldılar. O ekonomik çevreler bu zamdan da hoşlanmadılar."
"Kullanıldılar..."
Kocabıyık, "hükümet yoluna devam ederken, özellikle Aydın Doğan medyasının, bilinçli olarak sıkıştırmaya başladığını" bildirdi. Medyanın dünyanın her yerinde siyasi iktidarlara muhalefet ettiğini, denetleme görevi yaptığını belirten Kocabıyık, ancak o günkü gazetelere bakıldığında bunun normal muhalefet olmadığının anlaşılacağını kaydetti.
O günlerde herkesin, "ışıkların yanıp yapmadığına bakmak için" Genelkurmay Başkanlığının önünden geçtiğine işaret eden Kocabıyık, şöyle konuştu:
"Böyle bir algı oluşturulmuştu. Silahlı kuvvetlerin önüne laiklik, irtica vesaire ile örülü bir projeksiyon koymuşlardı. Onlar tabii, silahlı kuvvetlerin duyarlılıklarını, onları nasıl harekete geçireceklerini falan biliyorlardı ve harekete geçirdiler. Silahlı kuvvetler de birtakım işgüzar komutanlar nedeniyle bunu satın aldı, içselleştirdi ve yasa dışı bir kuruluş olan Batı Çalışma Grubu (BÇG) kuruldu. Onun etrafında bu çalışmalara ortak oldular ve kullandılar. Bir süre sonra ihale tamamen silahlı kuvvetlere devredildi. Ama bilin ki her anında, bir kısım medya, bazı yargıçlarımız ve bazı sivil toplum örgütleri bu organizasyonun içinde aktif olarak, bunu daha geriden yönettiler. Ama askerlerimizden o gün, bu işe bulaşanlar, bilsinler ki açık şekilde kullanıldılar.
Demokrasilerde nerede görülmüş, balans ayarı yapmak? 28 Şubat, 1960 gibi, 1980 gibi açıkça bir darbedir ve bu darbenin 291 milyar bedeli olmuştur. Bu 28 Şubat'ı yapanları, planlayanları, teşvik edenleri ve devletin silahını siyasi iktidara gösterenleri tarih affetmeyecek."
Kocabıyık'ın sözlerine tepki
Kocabıyık, 28 Şubat darbesini yapanların Türk milletine iki bakımdan büyük kötülük ettiklerini dile getirerek, "Terör örgütü o günlerde yine vardı fakat o dönemlerde terör örgütü asla bir taban tutamadı, orada. Partileri vardı, oy oranı da yüzde 3 buçuğu geçemiyordu. Siyasi Kürtçülük, etnik siyaset orada taban bulamıyordu." değerlendirmesinde bulundu.
Sözlerinin devamında bunun "nedenini" açıklarken, "Sayın generallerin kafaları karışabilir, sosyolojiyi falan pek sevmezler ama..." diyen Kocabıyık'a, bazı sanık ve avukatları, "Haddini aşma, düzgün konuş, şov yapma" ifadeleriyle tepki gösterdi.
Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar, sanık ve avukatlarına, "Lütfen, oturun, sakin dinleyelim" derken, tepkiler üzerine Kocabıyık, sözlerini geri aldı.
Kocabıyık, "Sayın gazeteci Taha Akyol, Çevik Bir Beyefendi'ye 'Sosyologlardan niye yararlanmıyorsunuz?' dediği zaman, 'Bizim kafamızı karıştırırlar' demişti" ifadesini kullandı.
Şikayetçi avukatlarından Necip Kibar ayağa kalkarak, "Biz (bu sözü) alkışlıyoruz" dedi.
"PKK o arazinin üzerine cuk diye oturdu"
Beyanına devam eden Kocabıyık, 28 Şubat öncesinde RP'nin Van, Ağrı, Diyarbakır, Muş gibi illerde belediye başkanları olduğunu ve siyasi Kürtçülüğün gelişemediğine dikkati çekerek, "28 Şubat RP'yi tasfiye etti, siyasi alan boşaldı, PKK o arazinin üstüne cuk diye oturdu. Bunu anlatmak istiyorum" diye konuştu.
Kocabıyık'ın sözlerine sanık avukatlarının, "Burada politika mı yapıyoruz?" demesi üzerine Mahkeme Başkanı Şıngar, "Düşüncelerini açıklıyor. Kimseye hakaret etmiyor" dedi.
Sanık avukatlarından Müşteba Aydın, "Bana düşüncelerini açıklama" derken, Başkan Şıngar, Ceza Muhakemesi Kanunu'nun, mahkeme başkanına, duruşma düzenini bozan kişiyi dışarı çıkarma hakkı veren maddesini hatırlattı.
Kocabıyık, sözlerine şöyle devam etti:
"Sonuçta RP, tasfiye edildi, Anayasa Mahkemesince kapatıldı. Gerçekte öyle mi? Türkiye'de hiç kimse RP'nin hukuki nedenlerle Anayasa Mahkemesince kapatıldığına inanmaz. 28 Şubat'ın memlekete verdiği bütün zararlarını terazinin bir kefesine koyuyorum, terazinin diğer kefesinde daha ağır bir günahı olduğunu ifade ediyorum. RP'ye hayatımda bir gün oy vermiş biri değilim, yakınlık da duymadım. RP'nin tasfiyesi, bugün önümüze bir büyük tehdit olarak çıkan siyasi Kürtçülüğün bir numaralı nedenidir. Çünkü RP, siyasi araziyi tutuyordu. Askeri cenahın ve 28 Şubat cuntasının ikinci büyük günahı, Özel Tim'i zayıflatmaktır. Bunun için BÇG unsurları büyük gayret sarf etmiştir. Özel Tim'in silahlarını baskı ve tehditle almışlardır.
TSK içinde siyasi iktidara karşı psikolojik savaş durumu alınmıştır. 'Gerekirse şu kadar kişi ölür', manşet... Bunu bir general söylüyor. Bir başka generalimiz çıkıyor, meşru başbakana en galiz küfürleri yapıyor. Bunlar psikolojik savaşın görüntüleridir. Medya sürekli hükümetin devam etmemesi gerektiğini yazıyor. Bir an geldi ki bütün toplum şöyle bir algıya sahip oldu, çünkü Sincan'da tanklar yürüyor, ışıklar yürüyor, böyle bir psikolojik savaş bu, 'Eğer bu hükümet gitmezse Türkiye'de darbe olacak'. O günlerde Türkiye'nin en demokrat insanlarıyla konuştum, hükümete niye destek vermediklerini sordum. Bana söyledikleri, 'Kör müsünüz, Türkiye darbeye gidiyor. Tekrar askeri darbe mi yaşayalım' olmuştur."
Hüseyin Kocabıyık, 28 Şubat'ta Türkiye'nin toplumsal dokusuna müdahale edildiğini bildirerek, "En çok üzüldüklerimden birisi, Genelkurmay'da brifing veriliyor, yargıçların büyük kısmı gidiyor, askerler, generaller... Brifing notu okunuyor. O not, bir Kürtçü komünistin kitabından alınma. Bazı şeyleri söylemiyorsak, vatanseverliğimizden söylemiyoruz." diye konuştu.
Sanıklardan Abdullah Kılıçarslan, "Gerçek neyse söyleyin. Ne biliyorsan söyle" dedi. Salondan uğultular yükselirken, şikayetçi avukatlarından Emrullah Beytar ayağa kalkarak, "Yanında oturan avukata, Kılıçarslan tarafından terbiyesiz dendiğini" söyledi.
Beytar, Kılıçarslan'a da "Mert ol, mert" diye seslenirken, Kılıçarslan "Dışarı gel, konuşalım" ifadesini kullandı.
Tartışmanın sonrasında şikayetçi avukatlarından Necip Kibar söz alarak, davanın ilk gününden itibaren sanık ve avukatlarının tüm beyanlarını müdahalesiz dinlediklerini belirtti.
Kibar, "Kocabıyık insanları küçültücü beyanda bulunmuyor. Anlattığı gerçeklerden rahatsız olan sanıklar ve avukatları, tanıklığı engellemek için her türlü çaba içine giriyor. Bir daha bu tür tavırlarda bulunanların duruşma dışında bırakılmasını istiyorum" ifadelerine yer verdi.
Sanık avukatlarından Hulusi Coşkun da "Burada, şikayetçi taraf müvekkillerimiz için, kesinleşmiş karar olmamasına rağmen 'Biz darbeci diyeceğiz' dediler. Hiçbir şey demedik. Tanık burada tanıklık yapmıyor, maddi vakaları açıklamıyor, adeta konferans veriyor, Türkiye'yi yargılıyor. Tenzih ediyorum, gizli tanık beyanlarına paralel beyanlarda bulunuyor" şeklindeki görüşlerini paylaştı.
"Bu bir adli vaka değildir. Bir tarihsel olayın çerçevesini, yaşadıklarımı anlatmaya çalışıyorum" diyen Kocabıyık, "Sayın Çevik Bir, bir otelde konferans veriyordu. MHP Milletvekili Ahmet Çakar heyecanla bir şeyler söylemişti. Bir'in söylediğini unutmam, 'Otur otur, heyecanlanma. Biz heyecanlandık, bizi de kullandılar' dedi. Dikkat edin, 28 Şubat'ı yapan, organize eden hiyerarşik yapılanmanın başına herkes askeri koyar. Ben onun başında kimlerin olduğunu anlattım" beyanını verdi.
Duruşma, Kocabıyık'ın beyanının alınmasıyla sürüyor.