28 Şubat Davası
Dönemin İstihbarat Daire Başkanı Orakoğlu, "müşteki" sıfatıyla beyanda bulundu: "Türkiye'de bütün darbeler muhakkak çok ciddi etkiler yaratmıştır.
28 Şubat Davası'nda "müşteki" sıfatıyla beyanda bulunan dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu, " Türkiye'de bütün darbeler muhakkak çok ciddi etkiler yaratmıştır. Ama 28 Şubat'ın, bilhassa devlet kurumlarında yarattığı travmaların izleri hala silinmiş değil" dedi.
Davanın görülmesine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde devam edildi. Duruşmanın başında Mahkeme Başkanı Fevzi Şıngar, salondakileri duruşma düzenini bozmamaları, aksi takdirde salondan çıkarılacakları ve avukatlar dışındakilerin 4 güne kadar disiplin hapsiyle cezalandırılacağı konusunda uyarıda bulundu.
Daha sonra ifadesi alınan Bülent Orakoğlu, 28 Şubat sürecinde Refah Partisinin "irticai faaliyetler içinde olduğu", DYP'nin ise "Susurluk olayı nedeniyle" kamuoyu önünde yıpratılmaya çalışıldığını kaydetti.
O dönem eline geçtiği "suç belgelerinde" Özel Kuvvetler ve Psikolojik Harekat Daire Başkanlığının icra makamı olarak kullanılması, gerekirse gayri nizami harp taktiklerinin uygulanmasından bahsedildiğini, gerekli sonuç alınamadığı takdirde Özel Kuvvetler Komutanlığının devreye sokulacağının belirtildiğini anlatan Orakoğlu, "Bunun devreye sokulup sokulmadığını henüz bilmiyoruz" dedi.
Orakoğlu, şöyle devam etti:
" Türkiye'de bütün darbeler muhakkak çok ciddi etkiler yaratmıştır. Ama 28 Şubat'ın, bilhassa devlet kurumlarında yarattığı travmaların izleri hala silinmiş değil. Bu dönemde yalnızca dindarlar hedef alınmadı, bu kesim günah keçisi kullanılmak suretiyle, Türkiye'de toplumun tamamına psikolojik savaş açıldı. İnanç özgürlüğü suç kapsamında görülerek, her görüş ve ideolojiden 6 milyon insan fişlendi. İrticai kalkışma olduğuna yönelik algı yaratma amacıyla MGK ve Genelkurmay'da kurulu birimler, asli görevleri dışına çıkarak, darbenin meşru olduğu algısını yaratmaya çalıştı. Hiyerarşi dışı bir yapı tarafından 'İrtica PKK'dan tehlikelidir, aşırı dinci akımlar birinci tehlikedir' diye devlet kurumlarına, medyaya brifingler verildi. İlk brifing Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e verildi. Bunun sonrasında yargı ve basın mensupları, rektörler, iş adamlarına da brifingler verilerek, katılımcılar cunta yanlısı olarak devşirilmeye çalışıldı. Tabii, yapılan bazı hatalar da vardı, onlar da kullanılarak, darbeciler bir taraftan kontrollerindeki medya hareket merkezi vasıtasıyla hedef alınan kişi ve kuruluşlarla ilgili masa başında hazırlanan haberlerin manşete taşınmasını sağladı, diğer taraftan bu haberler suç delili olarak kullanılmaya başlandı."
"BÇG'nin, Refahyol iktidarını, antidemokratik şekilde iktidardan uzaklaştırmak için darbecilerce kurulmuş bir suç şebekesi olduğunu" söyleyen Orakoğlu, "devletin nasıl ele geçirilmeye çalışıldığını, şiddet, baskı unsurlarının nasıl uygulandığını gördüğünü" kaydetti.
O dönemde kendisi, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve İçişleri Bakanı Meral Akşener'e ilişkin "CIA ajanı", "casus", "çete", "köstebek" gibi "masa başında üretilen" suçlamalar yöneltildiğini anlatan Orakoğlu, "Darbeye karşı çıkmamız ve bu darbenin BÇG grubunu deşifre etmemiz nedeniyle hedefe konulmuş vaziyetteydik. Hedefimiz TSK falan değil, demokratik hukuk devletinin hakim olmasını ve darbe zihniyetinin yok olmasını sağlamaktı" dedi.
Orakoğlu, elde ettiği belgelerden sanık Çevik Bir'in "çalınan belge" diye bahsettiğini belirterek, "Bu zihniyetinin değişmediğini gösterir. Aradan 10 yıl geçmiş, fatura 340 milyar dolar olmuş..." diye devam etti. Bu sırada Orakoğlu'na bazı sanık avukatları, "asıl konuya dönmesine" ilişkin sözler söyledi. Mahkeme Başkanı Şıngar, avukatları, Orakoğlu'nun sözünü kesmemeleri konusunda uyararak, "Dosyamız için hem tanık hem müştekidir, önemli biridir" dedi.
Orakoğlu, devamında, Ergenekon davasını gören mahkemede "psikolojik harekat düzeni kurulduğunu" ileri sürerek, kendisi heyete dönük konuşurken, arkadaki birkaç kadın sanığın güldüğünü, onun arkasındakilerin de hakaret ettiğini anlattı.
-"Hükümete bildirmeye karar verdik"
Hakkında o dönemde hazırlanan iddianamenin, kontrol edilen medyada yazılanlardan oluştuğunu savunan Orakoğlu, göreve başladıktan kısa süre sonra, Gazeteci Enis Berberoğlu'nun, "Askere meydan okuyan polis şefi" başlıklı bir yazı yazdığını, bunun "şahsına yönelik açık psikolojik harekata işaret ettiğini" ileri sürdü.
Bu yazıdan sonra TSK'nın üst düzeyinde kendisine karşı ilgi oluştuğunu, Teoman Koman'ın kendisiyle görüştüğünü anlatan Orakoğlu, sonraki süreçte sanıklardan Eser Şahan'ın kendisini araştırmak üzere Kadir Sarmusak'ı gönderdiğini öğrendiğini belirtti. Ancak Sarmusak'ın BÇG'ye ilişkin 5 belge getirdiğini belirten Orakoğlu, şöyle devam etti:
"Getirdiği belgelerin o sırada çok farkında değildim. Yakın çalışma arkadaşlarımla toplantıda belgeleri değerlendirdik. BÇG'nin Türkiye'yi darbe şartlarına götürmeye yönelik grup olduğu kanaati oluştu. Bu bilgi ve belgeleri hükümete bildirmeye karar verdik. Devletin hiyerarşik kuralları içerisinde Kemal Çelik'e götürdük, onunla Meral Akşener'in yanına götürdük. Sayın Akşener, 'Sayın Çiller'e siz götürün' dedi. Çiller'in danışmanı Hüseyin Kocabıyık ile Çiller'e gittik. Ben dışarıda bekledim. Sonra girdim izah ettim. Sonradan öğrendiğime göre, o Başbakan Necmettin Erbakan'a, Erbakan da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e iletiyor. Buraya kadar her şey devletin kuruluşu ve nizamı içinde işliyor."
-"Şahsımıza yönelik operasyona sebep, Sayın Demirel'dir"
Demirel'in, dönemin Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı başta olmak üzere "darbecilerin bir kısmıyla" yakın ilişki içinde olduğunu savunan Orakoğlu, "Sayın Demirel, belgeleri alacak ve bunların nasıl elde edildiğini bize soracak diye düşündük. Fakat bu belgeyle ilgili hiçbir çalışma yapmadığını, belgeleri Karadayı Paşa'ya verdiğini, onun da Çevik Bir'e ilettiğini tespit ettik. Emniyet İstihbarata, şahsımıza yönelik operasyon yapılmasına sebep, Sayın Demirel olmuştur" diye konuştu.
Ardından açılan soruşturma sonucunda Sarmusak'a ulaşıldığını bildiren Orakoğlu, bu dönemde yazılan bir yazıda, "Kadir Sarmusak bağlantı ağı" ifadesinin kullanıldığını, çete faaliyeti içinde gösterildiklerini kaydetti.
O süreçte casusluk ve vatan hainliğiyle suçlandığını belirten Orakoğlu, "17-18 sene sonra bunu konuşmak kolay. Bakın halen duygulanıyorum" dedi.
Belgeler nedeniyle açılan dava kapsamında cezaevindeyken aleyhine yayınlar yapıldığını anlatan Orakoğlu, Gazeteci Sedat Ergin'in, dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Güven Erkaya ile yaptığı görüşmeye dair haberden bahsetti ve "Tamamen darbenin haklı olduğunu gösterecek, bizim bir suç şebekesi olduğumuzu anlatacak bir yayın çıktı" ifadesini kullandı.
Orakoğlu, Gazeteci Yavuz Donat'ın da o dönemde yayımlanan röportajının tamamen psikolojik harekatla ilgili olduğunu" iddia etti.
-"Dik duruşlarını anmak isterim"
"O dönemde Türkiye'yi darbe şartlarına götüren Genelkurmay İstihbaratı ile ilişki kurmadığını, zaten onların da kendilerini tehdit olarak algıladığını" ifade eden Orakoğlu, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi ile Ankara DGM'de hakkında davalar açıldığını anlattı.
Askeri mahkemede yargılanırken, mahkeme heyetine BÇG'nin yasal dayanağını sorduğunu, iki celse sonra bunun hukuki dayanağının EMASYA protokolü olduğuna ilişkin yazının okunduğunu anlatan Orakoğlu, Askeri Hakim Mesut Kurşun'un, basına kendisinden davanın gizli yürütülmesinin talep edildiğine ve dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri Erdal Şenel'in de Orakoğlu'na ceza verilmesini istediğine ilişkin açıklama yaptığını kaydetti.
Askeri mahkeme ve sonrasında Ankara DGM'de beraat ettiğini aktaran Orakoğlu, "Ankara DGM'ye gittiğim günün sabahı, meslek hayatımın en zor günlerinden biriydi. Duruşma listesinde bölücü terör örgütünün elebaşı Öcalan birinci sanıktı. İkinci sanık olarak Öcalan ile yargılanıyor olmam, bu darbecilerin ülkenin birlik ve beraberliğine ne kadar büyük bir dinamit yerleştirdiğinin ispatıdır" dedi.
"Sayın Akşener'in, Sayın Çiller'in o dönemde şahsımıza karşı dik duruşlarını anmak isterim" diyen Orakoğlu, "Akşener'in, darbenin flu, karanlık ortamında, çok kişinin masa altına sindiği süreçte basın toplantısı düzenleyerek, Türkiye'nin karanlık darbeler tarihine ışık tutacak açıklamalarda bulunduğunu" söyledi.
Orakoğlu, "28 Şubat sürecinin ülkeye çok ciddi zararları olmuştur, Ekonomik anlamda ve devletin çalışmasını tahrip anlamında. TSK'da da BÇG ile birlikte hiyerarşi, sanki bozulmaya yüz tutmuştur. Türkiye'yi maalesef onlarca yıl geriye götürmüştür" değerlendirmesinde bulundu.
Orakoğlu, 28 Şubat'ın dış ayağı üzerinde de durulduğunu kaydederek, kendisine göre, 28 Şubat'ın başlangıcının, "D8 örgütünün kurulma kararı alındığı 20 Ekim 1996'ı olduğunu", "bu deklarasyona imza atan ülkelerin liderlerinin ya suikasta kurban olduklarını ya da iktidarlarını kaybettiklerini" anlattı.
-Sorular
Sanık avukatlarından Yakup Akyüz'ün, "Dün polise karşı yapılan haksızlıklardan bahsediyorsunuz. Peki bugün polise yapılan haksızlıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusunu Orakoğlu, "Benim konuşmalarımda hiçbir şekilde TSK'nın kurumsal kimliği hedef alınmamıştır. Gerek TSK gerekse Emniyet içerisinde kanunlar dışına çıkmış, hiyerarşi dışı kim varsa bununla ilgili gereği yapılmalıdır, zaten yapılıyor" dedi.
Sanık avukatlarından Hüseyin Ersöz, Orakoğlu'nun, 1997'de, "167 bin kişilik polis teşkilatı varken ordu darbe yapmaz" dediğini savunarak, "Bugün ise o dönemde ülkenin darbeye gittiğinden bahsediyorsunuz. Bu çelişkiyi nasıl izah edersiniz?" sorusu üzerine Orakoğlu, "Ben asla, 167 bin polis lafını söylemedim. Bunu iftira olarak yazan Enis Berberoğlu hakkında da mahkemenize suç duyurusunda bulunuyorum" dedi.
Orakoğlu, soru üzerine Berberoğlu hakkında, bu konuyla ilgili daha önce suç duyurusunda bulunmadığını bildirdi.
Avukat Ersöz, Orakoğlu'nun çeşitli konulara ilişkin basına yaptığı değerlendirmelerden bazı cümleleri aktardıktan sonra, "Sayın tanığın konjonktürel bakış açısıyla beyanda bulunduğunu düşünüyorum. Beyanlarına itibar edilmemesini istiyorum" dedi.
Sanıklardan Çetin Doğan'ın sorusu üzerine Orakoğlu, kendisinde bulunan belgeleri Hasan Celal Güzel'e vermediğini söyledi.
Duruşmaya, bir süre ara verildi. - Ankara