Haberler
İsrail ve Hizbullah ateşkese çok yakın: 36 saat içinde ilan edecekler

Savaşın bitmesine saatler kaldı! Ateşkes artık çok yakın

Kreş tartışmasında CHP'li Başarır ağzını fena bozdu: Tweet bu kadar, geri zekalı

CHP'li Başarır ağzını fena bozdu! Varank'ın yanıtı ise daha bomba

Naci Görür'den Malatya'daki depremden sonra korkutan açıklama: Sonuncusu 2 bin 500 yıl önceydi

Malatya'daki depremden sonra korkutan açıklama: Sonuncusu 2 bin 500 yıl önceydi

İşte kokoreçcide ölen gencin son videosu: Ölürsem bunu paylaşın

İşte kokoreçcide ölen gencin son videosu: Ölürsem bunu paylaşın

Safranbolu'ya Dair Hiç Bilmedikleriniz...

Haberler
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Safranbolu tarihi dokusuyla gönül çelici; ama ahşap evlerinin gölgesinde kalmış bir de arka bahçesi var. Kanyonu, seyir terası, su kemeri, mağarası, şelalesi ve deresiyle serin ve yeşil bu bahçe ‘bir tatlı huzur’ için bizi bekliyor yıllardır.

Güzel, tarihi ve ev denilince ülkemizde akla gelen ilk yer elbette Safranbolu olur. Kaç kere giderseniz gidin yine gitmek istersiniz bu büyülü kente. Evleri kadar sokakları, tarihi ve kültürel dokusu sizi cezbeder. Zaten insanı kendine çeken mekanlardan çok onların ruhu değil midir? Çok gezilip görülmüş yerler üzerine yazmak zor. Herkesin bildiği bir duyguyu tarife kalkışmak gibi, usanç verici neredeyse… Şimdi sözgelimi, "Safranbolu evleri" diye söze girecek olsak, "Ah, evet" diyeceksiniz, "Beyaz badanalı, cumbalı, ahşap pencereli o güzelim evler…"

Geleneksel sivil mimari üzerine üç beş satır okumuş herkes, o evlerin birbirinin manzarasını kapatmayacak biçimde dizildiğini de söyleyebilir hemen ve buradan komşuluk hukukuna bir kapı açıldığını… Ama bütün bunları biliyor olmak, şaşırmaya engel midir? Hangi şehirden olduğu fark etmez, çok katlı binaların birindeki kovuğunuzdan çıkıp Safranbolu"ya gitmişseniz, bir vadinin içine serpiştirilmiş o insancıl evleri, 18. yüzyıldan kalma bir kartpostala bakar gibi izlerken, "Bunlar nasıl olmuş da bugüne gelebilmiş?" dersiniz yine de hayretle. Bir Osmanlı kasabasını capcanlı önümüze koyacak kadar çok ahşap ev, sağlı sollu, önlü arkalı duruyor işte! Gözümüz böyle bütünlüklü bir resme alışkın değil ki! O eski evleri, betonarmeler arasında süklüm püklüm görmüşüz bugüne değin, direniyorlar mı yoksa artık onlara göre olmayan bu dünyadan bir an evvel çekip gitmek mi istiyorlar, bir türlü anlaşılmayan o zavallı duruşlarıyla…

Safranbolu"da oysa kendi çağında ve kendi yurdunda gibi emin ve asil görünür bu evler, hatta gözleriniz o kafesli pencerelerde, kanatlı ahşap kapılarda, yüksek bahçe duvarlarında gezinirken, kendi evinizi, kendi hayatınızı zavallı bulursunuz. Bugün, iki asır önceye göre daha iyi yaşıyor olsaydık sözgelimi, başımızın üzerinde yükseldikçe yükselen ahşap bir tavana bakarak uykuya dalardık. Yeterince ferah odamız ve bolca da misafirimiz olurdu. Elimiz ahşaba daha çok değerdi ve etrafı yüksek duvarlarla çevrili bahçelerimizde kuş sesleri dinlerdik. Safranbolu"da hayat böyle midir peki şimdi? Hayır, ilçe sakinleri, otobüsle içinden geçerken başınızı kaldırma zahmetine girmeyeceğiniz "yeni" şehirde yaşıyor ekseriyetle… Kıyıda, kenarda eski mütevazı evinde ya da ihtişamlı konağında yaşamakta inat edenler var tabii; ama çoğunluk o evleri ya restorana dönüştürmüş ya da otele. ve tabii UNESCO tedbiriyle korunan Safranbolu, kalabalık turist kafilelerinin asla kendi haline bırakmayacağı tabilikten uzak bir müze şehir epeydir.

Çarşı esnafının bir gösterinin içindeymiş gibi yaşamasına ne demeli! Çin işi ıvır zıvırla dolu dükkanların önünde spreyli kolonya şişesiyle bekliyor, gelip geçene püskürtüyor ve sonra siz artık alışkın adımlarla dönüp giderken kurulmuş makineler gibi fiyatlardan söz ediyorlar. Doğal olduğu söylenen; ama fosforlu renkleriyle asla doğal görünmeyen sabunlar ve çoğu da Safranbolu"ya özgü olmayan hediyelik eşyalar arasında, el yapımı sirkeler satan ya da belki bir asırdır orada duran lokum dükkanına rastlamak hoş elbette. İlçeye adını veren kıymetli safran çiçeğini de unutmayalım bu arada. Bir vadi ortasına kurulmuş eski Safranbolu"ya, yüksekçe bir yerden mesela Hıdırlık Tepesi"nden bakınca, şehirleri havadar yamaçlara ya da engin ovalara kuran geleneğin kimi zaman neden göz ardı edildiğini merak ediyor insan.

Safranbolu"ya giren ilk Türkler, zamanla bir seyir terasına dönüşen bu tepeye yerleşmişken üstelik… Gerçi ilçe halkı, kışın çarşı içinde, yazın serin bağ evlerinde konaklayarak bu meseleyi halletmiş görünüyor; ama doğrusu şu ki hayat, bağ evlerinin ıssızlığında değil, merkezde daha coşkulu akar her zaman. Evlerin, bir caminin, çarşının, kervansarayın, büyükçe bir hamamın etrafında halkalandığı şehir merkezinde Cinci Hanı ve hamamı bir mihenk taşı neredeyse. Turist kafileleri med cezir dalgaları gibi oraya yaklaşıyor, sonra dağılıyor ve sonra yine yaklaşıyor. Yön duygusunu bir parça yitirmiş hanım teyzeler ve bey amcalar çarşıya ya da eski sokaklara dalmadan önce, kaybolma endişesiyle ihtimal ki, "hamamın kubbeleri" diyorlar kendi kendilerine, dersini ezber eden çocuklar gibi, "Bu kubbelerin önüne geleceğiz işte!" İlçe merkezi çarşısı pazarı, anıtsal mimarisi ve inci taneleri gibi sağa sola serpiştirilmiş evleriyle elbette gönül çelici. İster yürüyün, ister bir çay bahçesinin serinliğinde ev yapımı şerbetinizi yudumlayarak şehri izleyin, kim karışır? Ama bilin ki Safranbolu"nun gizli bir arka bahçesi var. Şöhretli evlerinin gölgesinde kalmış, minik şelaleleri, berrak göletleri ve dereleriyle yemyeşil serin ve dingin bir bahçe… O bahçeye girişte, "Kristal" seyir terasına pek heves etmeseniz de olur.

Kalabalıktan, kuyrukta beklemekten, jetondan, turnikeden zaten bunalmış bir büyük şehir mağduruysanız hele, İncekaya Su Kemeri"ne bir göz atıp, Tokatlı Kanyonu"na inen tahta merdivenlere yönelin usulca. Şelaleler orada yolunuzu kesecek işte, göletler ve şırıl şırıl akan dereler de… Ah, Güllüşah"ı unuttuk, o bir eşek… Pek şakacı ve hazırcevap sahibi, Kemal Sunal"ın oynadığı "Güllüşah ile İbo" filminden esinlenip bu ismi koymuş eşeğine. Güllüşah"ın işi, basit, tahta bir arabayı beş on adım çekmekten ibaret. Mesafe o kadar kısa ki arabaya bindiğinize ve verdiğiniz paraya değmiyor elbette; ama eşeğin yularından tutan sahibi esprileriyle bir gösteriye dönüştürmeyi başarıyor bu kısacık gezintiyi. Hem şehir kaçkını olmasak ne işimiz var o eşek arabasında! Toplu taşıma araçlarını, egzoz dumanını, motor homurtusunu protesto ediyor olamaz mıyız yani? Elinde çekiciyle yürüyüş güzergahındaki tahta merdivenleri onaran yaşlı bir köylü, daha kirli bir dünyadan inmiş yaralı kardeşleriymişiz gibi baktı zaten az önce bize. Haksız da sayılmaz hani; o çorapları çıkarmalar hemen, toprakta yürümeler, buz gibi dereye ayakları sokup stres gidermeler, gözleri yeşille, kulakları kuş sesiyle dinlendirmeler, otu çöpü koklamalar, bir arınma gayreti bir telaş ki sormayın gitsin! Eh ne diyorduk, bilinmeyen bir Safranbolu da varmış demek ki, gözleri ve gönülleri en az o beyaz badanalı evler kadar okşayacak bir gizli bahçe…

Ali PEKTAŞ

Kaynak: Projemlak / Emlak
title