Tüsiad Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Cansen Başaran-Symes, "Olağanüstü halin (OHAL) bir an önce kaldırılmasını, ülkenin Meclisinin yeniden asli görevini yapmaya odaklanmasını ve kanun hükmünde kararname ile yönetimin sonuna gelinmesini bekliyoruz.
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Cansen Başaran-Symes, "Olağanüstü halin (OHAL) bir an önce kaldırılmasını, ülkenin Meclisinin yeniden asli görevini yapmaya odaklanmasını ve kanun hükmünde kararname ile yönetimin sonuna gelinmesini bekliyoruz. Zira Türkiye'nin bir an önce normalleşmeye ihtiyacı var." dedi.
Başaran-Symes, TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Toplantısı'nda yaptığı konuşmada, yaşanan sıra dışı günler ve darbe girişimi akabinde gerçekleştirilen temizlik operasyonlarının ülke genelinde ekonomik aktörler arasında ciddi ve derin bir güven bunalımı yarattığını söyledi.
Terörle mücadele ve darbeciliğe son verme bağlamında güvenlik kaygılarının anlaşılır nedenlerle olağanüstü arttığını dile getiren Başaran-Symes, şöyle konuştu:
"Ancak bu güvenlik kaygılarından kaynaklanan bazı OHAL uygulamaları özellikle Anadolu'da ticari hayatı olumsuz etkiliyor, ekonomide güven kaybına neden oluyor. OHAL'in bir an önce kaldırılmasını, ülkenin Meclisinin yeniden asli görevini yapmaya odaklanmasını ve kanun hükmünde kararname ile yönetimin sonuna gelinmesini bekliyoruz. Bekliyoruz, zira Türkiye'nin bir an önce normalleşmeye ihtiyacı var. Bunun da ancak toplumsal mutabakat zemininin yeniden oluşturulması, gerginlikleri azaltacak adımların atılması ve birleştirici bir söylemin benimsenmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyoruz. Unutmamalıyız ki normalden ne kadar uzaklaşırsak normalleşme de o kadar uzun ve zorlu olacaktır."
Mutabakata dayalı düzene geçmenin en önemli adımlarından birinin yargı bağımsızlığının üzerine titrenmesi olduğunu ifade eden Başaran-Symes, "Yargıda ve tüm kamu kurumlarında liyakat bazında ayrımcılık gözetmeyen bir istihdam politikası uygulanması gerektiğini tekrarlamak isterim. Yargıya güvensizliğin son derece yüksek seyretmesi de bu bağlamda ivedilikle ve çok köklü şekilde üzerine gidilmesi gereken bir sorunun derinleştiğine işaret ediyor." dedi.
Başaran-Symes, acilen toplumun tüm kesimlerini içine katacak, heyecanlandıracak ve harekete geçirecek bir büyüme hikayesinin ve bunu destekleyecek eğitim reformları, teknoloji tercihleri ve kurumsal düzenlemelerin hep beraber yapılması gerektiğini söyledi.
Türkiye-AB ilişkileri
Başaran–Symes, ABD'nin, dünya ile özellikle de Avrupa ve Ortadoğu ilişkilerini nasıl kurgulayacağının, Türkiye açısından büyük önem taşıdığını vurguladı.
Batı ittifakında bir tarafın ABD ise diğer tarafın da AB olduğunu kaydeden Başaran-Symes, "AB'nin, ciddi bir kimlik krizi yaşaması, karar vermede zorlukları olması, dünya siyasetinde ekonomik gücü oranında bir ağırlık gösterememesi, içindeki dayanışmanın kırılması AB'nin dünya ekonomisi ve siyasetinde silinip atılacak bir unsur olduğu anlamına gelmez. Türkiye'nin AB ile ilişkilerinin müzakere sürecinin diğer hiçbir aday ülke için olmadığı kadar olağanüstü uzun sürmesinden ötürü yıprandığı bir gerçektir. Diğer taraftan Türkiye'nin AB ilişkilerinin kamuoyunu dalgalandıracak, muhataplarımızı da duygusal tepkilere itecek bir dille sürdürülmesinin ülkemizin çıkarlarına uygun olmadığını düşünüyoruz." diye konuştu.
Başaran-Symes, AB ile Türkiye arasındaki ilişkilerin çok boyutlu olduğunu vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Ekonomi açısından, AB ekonomi çerçevesi dışında kalan bir Türkiye'nin kalkınma hedefleri sekteye uğrayabilir. AB yalnızca ekonomik açıdan önemli bir referans noktası da değildir. Batı'dan kaynaklanan ancak tüm toplumlarda ideal ya da en azından gerekli değerler olarak kabul edilen hukukun üstünlüğü, mülkiyet hakkının kutsallığının güvence altına alınması, erkler arasında güç dengesi, yargının bireysel hakları koruması, yargılamanın insan onuruna uygun şekilde yapılması AB'nin ortak paydalarıdır.
AB üyeleri içinde bunları sorgulayan siyasi akımların varlığı, derin acılar sonucunda şekillenmiş bu ilkesel çerçevenin bir kenara atılacağı anlamına gelmez. Türkiye'nin de bu konularda yıllar önce verdiği doğru karardan dönmemesi gerekir. İdam cezası tartışmalarını özellikle bu bakımdan sakıncalı buluyoruz."
AB ile terörle mücadele ortak bir dilin bulunmamasının vizesiz seyahatin askıya alınmasına yol açtığını kaydeden Başaran-Symes, "Türkiye-AB ilişkileri bu nedenle bir yeni güvensizlik eşiğinden daha geçiyor. Avrupa Parlamentosu tavsiye kararı bu bağlamda toplumumuzda da sert bir tepki ile karşılandı. Bizce de Avrupa Parlamentosunun kararı yapıcı olmayan ve amacının tersi sonuçlar verecek bir tutumdur. İlişkilerin onarılamaz noktaya gelmesinin yol açacağı olumsuzlukların bir kez daha düşünülmesi gerekir. Bunların ışığında iki hafta sonra toplanacak Avrupa Konseyinin ilişkilerdeki krizi aşmaya yönelik adımlar atması yönünde çağrıda bulunuyoruz." ifadelerini kullandı.
Başaran-Symes, Türkiye'nin 2011'deki "Arap başkaldırı"sına ciddi destek verdiğini anımsatarak, özellikle Suriye'de olayın başka boyutlara evrilmesiyle bölgede kontrolsüz bir sarmalın oluştuğunu kaydetti. Başaran-Symes, "Bugün Ortadoğu uzun zaman kendine gelemeyecek, düzen kuramayacak, yaraları saramayacak durumda. Jeopolotik çatışmaların ideolojik dili olan mezhep çatışmaları daha bir süre bölgeyi kasıp kavuracak. Bunun panzehiri aslında bizde mevcuttur, o panzehir laikliktir. Ortadoğu'daki kan ve şiddet sarmalı bize laikliğin önemini bir kez daha gösterdi. Bunu görmek istemeyenler, ideolojik nedenlerle bu gerçeği reddetmek isteyenler olabilir ancak önümüzdeki yeni dönem bu ilkenin giderek daha öne çıkacağı bir dönem olacak. 90 yıl önce kazandığımız bu önemli avantajımızı yitirmememiz, tersine üzerine titrememiz gerektiğine inanıyorum." değerlendirmelerinde bulundu.
"Yaraları saracak önlemler almalıyız"
Başaran-Symes, 15 Temmuz'un ardından ortaya çıkan kapsayıcı siyaset anlayışın yeninden canlandırılması gerektiğini vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Türkiye'de patlayan terörizm, bir dönem tüm toplumumuzda ciddi umutlar yeşerten sürecin askıya alınmasına yol açtı. Terörle mücadeleyi, toplumsal bütünlüğümüzü ve ülkemizin dirliğini yakından ilgilendiren Kürt meselesinden ayırmalıyız. Toplumsal barışı yeniden kuracak, son dönemdeki çatışmalarda yaşanan trajediler sonucu oluşan yaraları saracak önlemleri almalı, teröre başvuranları, şiddeti kutsayanları tecrit edecek bütünleştirici bir söylem ve siyaset geliştirmeliyiz.
Kapalı bir modelle örgütlenen ve mensuplarından kendi hiyerarşisinde biat talep eden FETÖ gibi sekter yapıların devlete sızmalarının bedelini neredeyse çok ağır bir şekilde ödüyorduk. Böyle bir yanlışa bir daha düşmemeliyiz. Buna karşılık terör örgütleriyle meşru mücadelenin çok ötesine giden tutuklama dalgalarının da ülkemizin normalleşmesinin önünde bir engel teşkil ettiğini düşünüyoruz."
Dünya ve Türkiye için 2016'nın karamsarlığın arttığı bir yıl olduğuna dikkati çeken Başaran-Symes, şöyle devam etti:
"Geçmişe baktığımızda toplum olarak belirli ülkeler üzerinde hedeflere doğru mutabakat sağlayarak güç birliği yaptığımızda ciddi başarılar elde ettiğimizi gördük. Bugünkü sıkıntılarımızın temelinde iş birliği ruhunu yitirmenin, siyaseti sıfır toplamlı bir oyun haline getirmenin, rejimin kurucu ilkelerinin sorgulanmasının payının yüksek olduğunu düşünüyoruz. Güvenlik önlemlerinin de toplumsal güveni zedeleyici bir düzeye ulaşmamasını arzu ediyoruz. Kendi çoğulculuğumuzla barışık, ortak hedeflere doğru birbirimizin alanına, yaşam tarzına, düşüncesine saygı duyarak iş birliği yapmayı yeniden başardığımız takdirde bugünkü karamsarlığı tarihe gömebiliriz."
(Bitti)