'Gaza Basma'da Babacan'a Katılıyorum!
2001 krizinden Türkiye'yi çıkaran adam Kemal Derviş, büyümede gaza basma tartışmalarına katıldı.
Türk eonomisini yeniden düzlüğe çıkarmak için 11 yıl önce Türkiye'ye adım attığında, söylediği her söz, attığı her adım gazete manşetlerini süslüyordu. Gazeteciler onun yemek yediği restoranda bir kare görüntü alabilmek için kayık kiralayıp denizden fotoğraf çekiyordu. Vatan Gazetesi'nde yer alan röportajda Türkiye macerasının ardından Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın başına geldi. 4 yıl sürdürdüğü bu görevin ardından halen ABD'nin önde gelen düşünce kuruluşlarından Brookings Enstitüsü'nde Başkan Yardımcısı ve Küresel Ekonomi ve Kalkınma Programı Direktörü olarak görev yapıyor. Aynı zamanda Sabancı üniversitesi Danışma Kurulu üyesi olan Kemal Derviş ile üniversitenin organize ettiği 'Umut Işığı: Çalkantılı Zamanlarda Türkiye- Almanya İşbirliği' paneli için geldiği İstanbul'da görüştük.
Türkiye'de büyüme konusunda bir fikir ayrılığı var. Bir grup 'büyümenin önündeki frenleri kaldıralım gaza basalım' derken diğer grup ise 'hava bulutlu frene basmak lazım' diyor..
Evet, 'Arabayı kullanan gaza basmasını bilir' diye bir demeç oldu bugün de değil mi? (Gülüyor)
Sizin görüşünüz ne bu konuda?
Türkiye'de 3 noktayı vurgulamak lazım. Birincisi, mali istikrar ve maliye politikasının istikrarlı götürülmesi çok önemli. Bu konuda sayın Babacan'a katılıyorum. Mali istikrar ve maliye politikasının sorumlulukla devam ettirilmesi çok önemli.
Siz 2001'de Türkiye'ye geldiğinizde de bu konuya çok önem vermiştiniz.
Türkiye'deki en önemli yapısal değişikliklerden biri de mali disiplinin sağlanmasıydı. Ama tek başına yetmiyor tabi bu büyüme için. Yapısal reformlar sektör bazında büyüme stratejileri. Her iki sistemin düzenli olması. Kayıt dışının kayıt içine girmesi. Ama mali istikrar ana koşul. Türkiye bunu sağladı.
10 yıldır sağlamaya devam ediyor. Bazen gevşediği dönemler oldu. Bu bakımdan çok başarılı. Kamu borcunun milli gelire oranı yüzde 40'ın epey altında. 37'lere düşmüş durumda ve düşüyor. Bu, Türkiye'yi Avrupa'da zorluk çeken ülkelerden çok ayrı bir yere götürüyor. Dolayısıyla maliye politikası daha esnek olabilir. Madem şu an büyüme ciddi şekilde yavaşladı, talep düştü. Türkiye; Avrupa'daki, Amerika'daki, Çin'deki sorunların etkilerini yaşıyor. Maliye politikası daha rahatlatılabilir mi? En önemli sorun cari açık. Maliye politikasının alanının geniş olması lazım. Türkiye'de borç açısından alanı geniş ama cari işlemler açısından geniş değil. Cari işlemler ciddi açık verirken fazla bir gevşeme daha da büyütebilir cari açığı. Mali politika çok hassas bir denge tutturmak durumunda.
Merkez bankasının politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Merkez Bankası'nın son 2 yıldaki uygulamasınu doğru buluyorum. Faizlerin düşmesi ve para politikasının biraz daha rahat gitmesi iyi oldu. Kura yansıdı. TL aşırı değerlenmişti. 2009 krizinin de etkisiyle ithalat ikamesini daha destekler hale gelmesi dövizin pahalılanması iyi oldu hatta biraz daha pahalılanmasının da iyi olacağını düşünüyorum. Dolayısıyla temelde sıkı maliye politikası biraz daha rahat para politikası ve sektörel bazda ihracatı destekleyen çeşitlendirme politikaları. ve mutlaka cari açığı destekleyen makro politikalar olması gerekiyor.
Nükleere nasıl bakıyorsunuz?
Taraftar değilim. Nükleer en dikkatli ülkelerde bile tehlikeler arz ediyor. Fransa'nın yeni hükümeti nükleer bağımlılığını azaltmaya karar verdi. Almanya tüm elektrik ihtiyacının yüzde 50'sini yenilenebilir kaynaklardan sağlayabiliyor ki Almanya'da güneş yok. Türkiye'de müthiş bir enerji potansiyeli var güneş ve rüzgarda. Bu enerji devrimini başarmamız lazım. Çünkü enerji bizim cari açığımızda da çok önemli bir faktör.
Türk ekonomisi nominal anlamda son 10 yılda yüzde 200'den fazla büyüdü. Ancak sabit fiyatlarla hesaplandığında kişi başına düşen milli gelirde sadece yüzde 30'luk bir artış var. Siz dünyada büyüme konusunda sayılı uzmanlardan birisiniz. Bu rakamlar size ne söylüyor?
Türkiye hızlı büyüyebiliyor son derece dinamik bir ülke ama krize de girebiliyor. 2001 krizi çok kötüydü ama ondan önce de çok krizler olmuştu. 2009'da da Türkiye aslında dünya bunalımından kısıtlı da olsa kısa bir süre de olsa çok etkilendi.
'Teğet geçti' yorumuna katılıyor musunuz peki?
(Gülüyor) Büyüme eksi 4.7 oldu bir yılda. Dolayısıyla ortalamayı düşürüyor. Bu zor yılların ortaya çıkmasının temel nedeni iç tasarrufun yetersizliği. ve son bir söz: İnsanların geleceklerine güvenmeleri, barış içinde, özgürlük içinde, kardeşlik içinde yaşayacaklarına inanmaları, demokrasinin düzgün işlemesi, bu güvenin temel unsurlarından. Buna güvenen insan yatırım yapar, tasarruf eder. Dolayısıyla ben sadece ekonomiye odaklanıyorum ama ekonomi içinde siyasal güven ve insanları barıştıran bir siyasi yapı çok önemli.
Gelişmiş ülkelerin merkez bankaları ortak bir tavır alarak son haftalarda piyasalara para pompaladı. Biraz da ana görevleri olan fiyat istikrarını sağlamak ve yerel para biriminin değerini korumak gibi amaçlara aykırı hareket etmiyorlar mı bu anlamda?
Merkez Bankalarının kanunları var. Türkiye'de de öyle. Ben buradayken yasayı yenilemiştik. ABD'deki Merkez Bankası'nın iki görevi hem fiyat istikrarını hem de istihdamı sağlamak. Yani açık olarak amaçları arasında istihdam da var. Avrupa'da ise sadece fiyat istikrarı. Böyle bir fark var. Ama tabi Merkez Bankacılığı genelde büyük oranda fiyat istikrarına yöneliktir.
Avrupa Birliği Yüksek Komiseri Javier Solana ile yazdığınız makalede kısa ve orta vadede bir enflasyonist politikanın Avrupa'da krizi aşmakta etkili olabileceğini savunuyorsunuz siz de.
Henüz hareket etmiyor bu paralelde. Avrupa Merkez Bankası (ECB) Başkanı Mario Draghi'nin Ağustos başında açıkladığı, Eylül başında karara bağladığı ikincil piyasadan zorda olan devletlerin tahvillerini alma kararıyla birlikte oradan piyasaya girecek paranın sterilize edilmesi ne kadar kolay tartışılır. Ama ECB'nin şu andaki tutumu 'daha yüksek bir enflasyonu kabul ediyoruz' doğrultusunda değil. Benim Solana ile yazdığım makalenin gerisinde diyebiliriz. Yüzde iki enflasyon amacının düşük olduğu; 3, 3.5 hatta 4 amacının geçici olmak üzere daha yararlı olacağı kanısındayım.
Siz pek iyimser değilsiniz sanırım euro ve eurozone konusunda?
Ben eninde sonunda Avrupalıların Avrupa'yı feda etmeyeceği kanısındayım. Churchill'in bir lafı var Amerikan dış politikası için, 'Her türlü yanlışı yaptıktan sonra en sonunda doğruyu yapar' diye... Biraz öyle bir durum var. Krizin derinliğini sorunların zorluğunu anlıyor devlet başkanları zaman geçtikçe ve şu anda eurozone'u kurtarma konusunda daha kararlı bir tutum var. Ama tabi bunun kısa vadeli tedbirleri var uzun vadeli tedbirleri var. Kısa vadeli tedbirleri ECB'nin ciddi olarak tahvil fiyatlarını etkilemesi ve faizleri düşürmesi. Bunu hiç para harcamadan başarmış durumda bir ölçüde. İnandırıcı olursanız fazla para harcamadan da amaçlarınıza ulaşabilirsiniz. Draghi bunu Merkel'in de desteğini alarak açıkladığı zaman piyasalar geçici olarak epey rahatladı. İspanyol ve İtalyan faizleri epey düştü. Ama tabi temeldeki sorun hallolmadı. Çünkü temeldeki sorun bir takım ülkelerin özellikle güney ülkelerinin yarışabilirlik yarışabilme gücündeki eksiklik. Almanya'nın çok büyük bir artı vermesi. Şu an Almanya Çin'i geçmiş durumda. Herkes Çin'den şikayet ediyordu bir dönem şimdi dünyada en fazla cari artı veren ülke 210 milyar dolar civarında son 12 ay içinde. İşin ilginç tarafı artı veriyor ve euro da değer kaybediyor. Artı daha da artabilir. Güney ülkeleri ise açık veriyor. Bu euro olmasa develuasyonla halledilebilirdi. Kolay olurdu. Şimdilik sadece güney ülkelerine deflasyonu dayatmakla yani ücret ve fiyatların düşürülmesiyle bunun düzelebileceğine inananlar oldu. Ama Fransa'da hükümetin değişmesiyle Almanya'da da kamuoyunun durumu daha iyi anlamasıyla önümüzdeki aylarda ciddi bir değişimin olabileceği kanısındayım. Almanya'daki ücretler artabilir. Almanya, Merkez Bankası'nı destekleyebilir. Piyasaya daha fazla para girmemesi için tahvil alımında kullanılan paranın tümünün strerilize olmasından vazgeçilebilir. Daha rahatlatıcı bir politikaya gidilebilir. Bütün mesele Almanya'daki kamuoyu bunu kabul eder mi. Seçim var 2013'ün Eylül'ünde. Merkel çok ince bir dengeyi tutturmak mecburiyetinde. Biraz umutluyum. Daha doğru bir makro politika uygulanacağı konusunda.
Türkiye Cumhuriyeti'nin 100'üncü yılı olan 2023 için belirlenmiş hedefler var. Türkiye'yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokmak. Kişi başına geliri 25 bin dolara çıkarmak. 500 milyar dolarlık ihracat rakamına ulaşmak gibi. Önümüzde 10 yıllık bir sure var. Türkiye'nin bu 10 yıllık kalkınma planında en önemli temel politikaları neler olmalı?
Ben gerçekten Türkiye'nin bu hedefleri elde edebileceği kanısındayım. Birçok koşula bağlı tabi. Birincisi, büyümenin hızlı devam etmesi ve bu seneki gibi yüzde 3'lerde kalan senelerin az olması gerekiyor. Büyümenin yüzde 5-7 arasında gerçekleşmesi hem mümkün hem gerekli. Bu konuda doğru makro politikaların uygulanması maliye politikasından ödün verilmemesi ama para politikasından taviz verilmemesi ve kurun yarışmacı olması önemli faktörler.
Türk lirasının değerinin biraz daha aşağı çekilmesi gerektiğini mi düşünüyorsunuz?
Tabi yapay olarak çekmek doğru değil de toplam makro tedbirler içinde yarışmacı kurun olması çok önemli. Bütün bunların ulusal tasarrufun artmasına yol açması gerek. Önemli eksiğimiz ulusal tasarruf oranımızın yüzde 13-14-15'lerde dolaşıyor olması. Hindistan'da yüzde 35, birçok ülkede yüzde 25. Biz yüzde 15'i ancak yakalıyoruz. Bunu sihirli bir değnekle değiştirmek mümkün değil. Doğru makro paketle doğru vergi politikasıyla tasarrufu önemseyen politikalarla tasarruf oranını 2013 hedeflerini yakalamak için hiç olmazsa 21-22'lere çıkarmak lazım Türkiye'nin dinamizmi insanların daha iyi bir yaşama ulaşma isteği, coğrafi konusu, enerji konusunda güneş ve rüzgara önem vermek gerek Türkiye'de.