Polonya seçimleri neden önemliydi, iktidar değişikliğinin sonuçları ne olacak?
Polonya’da dün yapılan seçimlerin resmi sonuçları henüz açıklanmadı.
Polonya’da Pazar günü yapılan seçimlerin resmi sonuçları henüz açıklanmadı. Ancak sandık çıkışı anketleri ve ilk sonuçlar, 2015 yılından beri ülkeyi yöneten Jaroslaw Kaczynski liderliğindeki muhafazakâr milliyetçi Hukuk ve Adalet Partisi'nin (PİS) büyük ihtimalle iktidarı kaybettiğini gösteriyor.
PİS, rekor katılıma sahne olan Polonya tarihinin belki de en önemli seçiminde, yüzde 36 oyla ilk sırada yer aldı. Ancak 2019'da yüzde 44 oy alan parti bu kez Polonya Parlamentosu'nda çoğunluğu elde edemedi. Barajı aşarak Parlamento'ya giren diğer partilerle koalisyon kurma şansı da yok.
Siyasi olarak PİS'e yakın olarak bilinen aşırı sağcı Konfederasyon Partisi'nin oy oranı yüzde 6,4'te kaldı. Bu iki parti mevcut oy oranlarıyla koalisyon kuramıyor.
İlk sonuçlara göre eski Polonya Başbakanı ve Avrupa Birliği (AB) Konseyi Başkanı Donald Tusk’un liderliğindeki Sivil Koalisyon (KO) oyların yüzde 31,6'sını aldı. Üçüncü yol ittifakının oy oranı yüzde 13, Sol Parti’nin oy oranı da yüzde 8,6 oldu.
Bu üç siyasi oluşum mevcut tabloda parlamentoda çoğunluğu elde ediyor. Koalisyon kurmaya da sıcak bakıyorlar.
Sonuçlar henüz kesin olmasa da yorumcular Polonya’da iktidar ve hatta giderek bir rejim değişikliği süreci yaşanması ihtimalinin arttığı görüşünde.
Polonya siyaset dünyasının iki 'düşman' şahsiyeti: Kaczynski ve Tusk
Bu seçimler, Doğu Avrupa’daki sosyalist bloğun çöküşünün ardından Polonya siyasetine damga vuran çok önemli iki politikacı, Jaroslaw Kaczynski ve Donald Tusk arasındaki sonu gelmeyen mücadelede yeni bir dönemin başladığına da işaret ediyor.
Jaroslaw Kaczynski ve Donald Tusk siyasete, Polonya’da sosyalist rejimin yıkılmasında çok önemli yeri olan Solidarnosc Hareketi'nde başladı. Ancak hareketin dağılmasının ardından Kaczynski muhafazakâr, Tusk ise liberal ve özgürlükçü siyaset ekolünü temsil etti. İki lider, son 20 yılda Polonya’nın çehresini belirledi.
Kaczynski, 2006-2007 yılları arasında başbakanlık yaptı. 2007-2014 yılları arasında Tusk bu görevi devraldı. 2015 yılında yapılan seçimlerde yine PİS iktidara geldi, ancak o yıllardan itibaren Kaczynski geri planda kalmayı tercih ederek hükümetlerde yer almadı. Kaczynski, PİS'in siyasetini belirleyen ve her kararda mutlaka onayı olan “bir bilen” olarak kaldı.
Tusk ise iktidarı kaybetmesinin ardından Avrupa Birliği’nde (AB) önemli bir isim haline geldi. Birliğin yürütme organı olan AB Konseyi’ne ve Avrupa Parlamentosu içindeki merkez sağ Avrupa Halk Partisi grubuna başkanlık etti. Ve Polonya için bir kader anı olarak tanımlanan son seçimlerde Kaczynski’yi iktidardan indirmek üzere bir araya gelen muhalefetin başına geçti.
Kaczynski ve Tusk arasında; Avrupa ve dünyaya bakış, toplumsal olaylara yaklaşımlar ve Polonya’nın geleceği gibi konularda köklü ideolojik ve politik farklılıklar var. Ancak iki lider arasında şahsi bir kavga daha var ki, bu da onların ilerde asla bir araya gelemeyeceğinin teminatı: o da Jaroslaw Kaczynski’nin ikiz kardeşinin de yaşamını kaybettiği uçak kazası.
2010 yılında Szmolenszki’de bir Polonya uçağı düşmüş ve aralarında Jaroslaw’ın ikiz kardeşi Lech Kaczynski’nin de bulunduğu pek çok yüksek düzey Polonya devlet yetkilisi yaşamını kaybetmişti.
Jaroslaw Kaczynski bu trajik uçak kazasının bir sabotaj olduğunu ve olayın gerisinde de o yıllarda başbakan olan Donald Tusk’un bulunduğunu iddia etmişti. Bu iddia, hiçbir kanıt bulunamamasına rağmen, her seçimde ve iki lider arasındaki her tartışmada gündeme geldi ve hala da gelmeye devam ediyor.
Seçimlerde kim, ne vaat etti?
Polonya’daki son seçimlerde, her ne kadar seçimlere çok parti katılmış olsa da seçmenin tercihi iki ana eğilimden birini güçlendirecekti.
Bunlardan biri ülkede otoriter bir yapı kurmaya çalışan, yargıyı iktidarın etki alanına açan, medya üzerinde bir egemenlik yaratmaya uğraşan, ülkede kürtajı yasaklayan bazı şehirlerde “LGBT giremez” ibareli mahalleler yaratılmasına sesini çıkarmayan ve tüm bunları yaparken AB ile bitmez tükenmez bir kavga sürdüren, AB ile mahkemelik olan ve AB kurumlarında Polonya’nın oy yetkisinin elinden alınması tartışmalarına neden olan bir siyasi anlayıştı. Bu siyasi anlayışın fikir babası da partisi 9 yıldır iktidarda olan Jaroslaw Kaczynski'ydi.
Seçimlerde ikinci eğilim ise Polonya’nın rotasını tekrar Avrupa’ya çevirmeyi amaçlayan, hukuk devleti kazanımlarının vatandaşların elinden alınmasına izin vermeyeceğini ilan eden, kürtajı serbest bırakacağını vaat eden, gereksiz ulusal çıkar kaygılarının ekonomik yaşam üzerinde yarattığı engellemelere liberal çözümler bulacağını vurgulayan ve sonuç olarak 38 milyon nüfusa sahip bu ülkeyi Avrupa’da layık olduğu yere taşıma yemini eden bir siyasi anlayıştı ve bu politikanın temsilcisi de Donald Tusk’tı.
Seçim sonuçları seçmenin Polonya’da ana hatları Donald Tusk tarafından belirlenen bir rotada ilerlemesi için bir koalisyon kurulmasını istediğine işaret ediyor.
Yeni iktidar Polonya’de neleri değiştirebilir?
Donald Tusk başbakanlığında bir koalisyon kurulursa ve yeni hükümet Polonya Parlamentosu'ndan destek de alırsa, Polonya bir rota değişikliğini kolayca gerçekleştirebilir mi?
Donald Tusk bir yıl içinde kürtajın tekrar serbest bırakılmasını vadetti. Bu, belki yeni hükümetin en kolay başarabileceği işler arasında. Ancak yorumcular, son dönemde muhafazakâr hükümet tarafından atılan ve aralarında yargı reformunun da bulunduğu bazı kurumsal değişikliklerin o kadar da kolay geri çevrilemeyeceği kanısında.
Dönüşümü engelleyen faktörlerin başında Polonya Cumhurbaşkanı Andrzej Duda geliyor. Muhafazakar siyasete sadık Duda, veto yetkisine sahip ve veto edilen bir yasanın Parlamento'da kabul edilebilmesi için anayasaya göre beşte üçlük bir çoğunluk gerekiyor. Muhalefetin bu çoğunluğa sahip olamayacağı kesin.
Bir diğer faktör de Anayasa Mahkemesi ve yargı mekanizmaları. PİS'in 10 yıla yakın egemenliği boyunca hem Anayasa Mahkemesi'nde hem Başsavcılıkta ve hem de Hakimler Yüksek Kurulu'nda siyasi olarak kendisine yakın kadrolar yerleştirdiği ve bu kurumların muhalefetinin aşılmasının kolay olmayacağı da yine yorumcuların dikkat çektiği noktalar arasında.
Seçim sonuçları, Ukrayna savaşını nasıl etkiler?
Rusya’nın 24 Şubat 2022'de işgale başladığı Ukrayna’nın desteklenmesi, Polonya seçimlerinde rakip kamplar arasında görüş farklılıklarının en az olduğu konuydu.
Polonya’da istisnasız siyasetin tüm kanatları, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaşın Polonya’nın ulusal çıkarlarını çok tehlikeli bir şekilde zedelediği konusunda hemfikirdi.
Dolayısıyla hem iktidar ve hem de muhalefet, Ukrayna’nın her anlamada desteklenmesini, Batı’dan gelen askeri yardımlar dahil olmak üzere her türlü yardımın Polonya üzerinden Ukrayna’ya ulaştırılmasını ve Ukraynalı mültecilere kapıların açılmasını savunuyorlardı.
Ukrayna’ya karşı neredeyse “açık çek” niteliği taşıyan karşılıksız desteği son zamanlarda tereddütlü hale getiren gelişme, Ukrayna tahıl stoklarının dünya pazarlarına AB üzerinden gönderilmesi uygulaması olmuştu.
Doğu Avrupa’ya giren ucuz Ukrayna tahılı bu ülkelerde sıkıntılara yol açmış, tahıl üreticisi kırsal kesimin protestolarına neden olmuş ve Polonya hükümeti bu uygulamayı boykot ederek Ukrayna tahıl ithaline izin veren AB politikalarının değiştirilmesini önermişti.
Bu gelişmelerin bir diğer sonucu da Ukrayna’ya Polonya tarafından verilen desteğin azaltılmasıydı. Polonya hükümeti, ülke toprakları üzerinden devam eden silah sevkiyatının azaltılacağını açıklamıştı.
Bu sıkıntıları şimdi iktidara gelecek olan muhalefet de paylaşmıştı. Çünkü yaklaşan seçimler nedeniyle kırsal kesimin tepkilerini kimse üzerine çekmek istemiyordu. Ancak yorumcular seçim sonrasında iktidarda kim olursa olsun Polonya’nın Ukrayna’ya karşı olan büyük desteğinin devam edeceği öngörüsünde bulunmuşlardı.
Donald Tusk’un da Ukrayna’ya desteği azaltmadan sürdürmesi bekleniyor. Hatta Tusk’un Ukrayna’nın, hem AB’ye ve hem de NATO’ya alınmasını desteklediği de biliniyor.
45 milyon nüfusa sahip Ukrayna’nın, AB'ye üye olması halinde, savaş sonrasında hem savaşta yerle bir olan ülkenin yeniden imarı ve hem de neden olacağı ticaret sayesinde çevre ülkelerde ve özellikle de Polonya’da hızlı bir kalkınmaya neden olabileceği de iktisatçıların öngörüleri arasında.