Koronavirüs: Sinema yazarları karantinada ne izliyor?
Sinema yazarlarına yeni filmlerin gösterime giremediği ve festivalleri takip edemedikleri bu dönemde evlerinde hangi yapımları izlediklerini sorduk.
Koronavirüs salgınıyla beraber sinema salonları kapandı, çok sayıda film festivali iptal edildi.
Bu dönemde vizyona girmesi planlanan filmlerin gösterimlerinin de ertelenmesiyle sinema sektörünü küresel olarak zor bir dönem bekliyor.
Pandemi yüzünden bu yıl sektörün neredeyse 15 milyar dolar kaybedeceği öngörülüyor.
Binlerce kişinin işsiz kalacağı tahmin edilirken belirsizlik yüzünden zararın boyutlarının ne olacağı tam olarak net değil.
Diğer yandan herkesin evine çekildiği bu dönemde film, dizi ve belgesel izleme oranı yükseldi.
Kimi Avrupa ülkelerinde belediyeler vatandaşlarının balkonlarından film izleyebilmesi için gezici sinema hizmeti verirken kimi şehirlerde de arabalı sinema ruhunun yeniden canlandığı görülüyor.
Bu dönem birçok alanda olduğu gibi sinema sektörü ve film izleme alışkanlıklarına yönelik değişiklikleri de beraberinde getirecek.
Biz de sinema yazarlarına yeni filmlerin gösterime giremediği ve festivalleri takip edemedikleri bu dönemde evlerinde hangi yapımları izlediklerini sorduk.
Festival heyecanı ve koşuşturması
Bir filmi herhangi bir yerde izleme olanağı olmasına rağmen çoğu sinema yazarı salona gitmeyi özlediklerini söylüyor.
Sinema yazarı ve eleştirmen Müge Turan, "O karanlık sinema salonuna girip kendimi o koltuğa bırakmaktan halen aşırı zevk alan biriyim. Film her yerde izlenebilir ama o sinema deneyimini, festivale katılıp bünyem çökene dek film yüklemesi yapmayı çok özledim" diyor.
Uluslararası alanda önde gelen festivallerden Cannes ve Karlovy Vary Film Festivalleri iptal edilirken, Türkiye'de de İstanbul Film Festivali ve Uluslararası Gezici Filmmor Kadın Filmleri Festivali gibi festivaller iptal oldu.
İşçi Filmleri Festivali ve Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali ise gösterim ve etkinliklerini dijital ortama taşıdı.
Sinema yazarı ve televizyon programcısı Alin Taşçıyan da filmin sinemada izlenmesi gerektiğini söyleyerek sinemaya gitmeyi, festival heyecanını ve koşuşturmasını özlediğini söylüyor.
Taşçıyan, program direktörü olduğu Filmmor Kadın Filmleri Festivali'ni haziran ayında online olarak gerçekleştirmek için hazırlandıklarını aktarıyor.
Tematik festivaller için online'a geçmenin uygun bir seçenek olduğunu söyleyen Taşçıyan'a göre bunu köklü festivaller için gerçekleştirmek mümkün değil:
"A sınıfı köklü festivaller için yılın en çok beklenen filmlerinin dünya prömiyerlerini online yapmak mümkün değil. Bu dönemden nemalanan korsanlara çanak tutmuş olurlar. O yüzden çoğu iptal yolunu seçti. Üzücü de olsa doğrusu bu. Online Cannes, online Karlovy Vary Film Festivalleri olmaz."
' Kapısı sokağa açılan sinemalar yok ediliyor '
Sinema yazarı, yönetmen ve kurgucu Fırat Yücel ise asıl meselenin insanlarla bir araya gelerek filmleri konuşamamak ve tartışamamak olduğunu söylüyor.
Ancak Yücel'e göre salgın öncesi dönemde de Türkiye'de bu açıdan durum parlak değildi:
"İstanbul'da bir sinema ve festival deneyimi yaşanabilecek, kapısı sokağa açılan sinemalar birer birer yok ediliyor.
Emek Sineması ve Yeni Rüya yıkıldı; Alkazar, Sinepop ve şimdi de Kadıköy yakasında Rexx gibi birçok sinema, devletin kamu kaynağını bu salonlara destek için kullanmayıp AVM'leşmeyi teşvik eden politikaları sonucu kapandı."
Sinemanın bir kültürel pratik olarak AVM gibi mekanlarda hayat bulamayacağını, nefes alamayacağını söyleyen Yücel, "Salgının sinema yazarında bıraktığı en yoğun hissiyat, kültür mekanlarını yeniden kazanma ve yaratma yönünde bir aciliyet duygusu olmalı." yorumunda bulunuyor.
Netflix ile değişen vizyon kavramı
Sinema yazarı ve eleştirmen Aslı Ildır, son dönemde güçlenen online film izleme platformlarıyla filmi salonda izleme alışkanlığının halihazırda değişmeye başladığını vurguluyor:
"Son dönemde 'vizyon' kavramının sinema salonunun dışına taşarak Netflix gibi dijital platformları da kapsar hale gelmesi, geçmişte bir istisna olan bu durumu yeni bir tür 'normalin' parçası haline getirdi.
"Bu da elbette sinema yazarları için 'beyazperde deneyimini' yeniden düşünmek, belki yeni eleştiri kriterleri getirmek ve zaman zaman platform/mecra odaklı düşünmek gerekliliğini doğuruyor."
Ildır, bu dönemde vizyon, ödül sezonu, festivaller ve sektördeki diğer gelişmeleri, kısacası güncel olanı takip etmesi ve yakalaması gerekmediğinden izlemeyi hep ertelediği filmlere dönme fırsatı yakaladığını vurguluyor.
Ildır, yayın kurulunda yer aldığı Altyazı Sinema Dergisi'nin son sayısında "Zor Zamanlar" adlı özel bir dosya hazırladıklarını anlatıyor:
"Bu dosyada salgının farklı anlamlarına baktık ve sinema üzerinden bu dönemi nasıl anlayabileceğimiz üzerine kafa yorduk. Çoğumuzun evde 'kişisel ekranlarıyla' baş başa kaldığı bu dönemde, salgının çağrıştırdıklarını filmlerle olan ilişkimiz üzerinden yeniden düşünmek bana iyi geldi.
"Filmlerin hem çok anlamlı, hem de çok anlamsız bir hale geldiği bu tuhaf dönem, belki bizlere sinemanın 'durarak' da var olabileceğini hatırlatır ve bizi 1, 10 ya da 100 yıl öncesinden keşfedilmeyi bekleyen filmlerle tanıştırır."
Tematik filmleri ya da yönetmen filmlerini izlemek
Yine Altyazı Dergisi'nin yazarlarından olan Fırat Yücel de bu dönemde İşçi Filmleri Festivali, Uçan Süpürge, Documentarist ve Kuirfest gibi oluşumların etkinliklerini, ECAL'ın (İsviçre'de sanat ihtisası veren bir üniversite) Jean-Luc Godard ile yaptığı gibi sinemacılarla gerçekleştirilen söyleşileri takip ettiğini söylüyor.
Salgın sırasında çevrimiçi kurgu atölyeleri vermeye başlayan Yücel, Mithat Alam Film Merkezi'nin Türkiye Sineması Görsel Hafıza Projesi'ni erişime açmasını bu dönemin en güzel sürprizi olarak tanımlıyor.
Yücel, Altyazı dergisinin ilk yıllarındaki belli bir yönetmene ya da belli bir türe ait filmleri planlı izlemeleri gibi karantina döneminde de benzer bir seyir alışkanlığını hayata geçirdiğini anlatıyor.
Yücel'in bu sözlerine paralel olarak Aslı Ildır da daha çok yönetmen ya da belli bir tema çerçevesinde derlenen filmlerin gösterildiği online film platformu MUBI Türkiye'yi bu dönemde izlediğini aktarıyor:
"Klasikleri restore kopyalarından izleyebilmek, başka hiçbir mecrada ulaşamayacağım kült klasiklere erişebilmek ve keşfedilmemiş yeni yönetmenlerle tanışmak bu duraksama döneminde MUBI'yı ideal kıldı benim için."
'Sinemayla kurduğum ilişkinin terapi gibi bir yanı yok'
İstanbul Modern Sinema Programları Danışmanı Müge Turan, her gün farklı türde yapımlar izlediğini anlatıyor.
Kanada'daki Toronto Üniversitesi'nde akademisyenlik yapan ve bu dönemde online dersler veren Turan, bir akşam yönetmen Luis Buñuel'in bir filmini ertesi gün bir Portekiz filmi izlediğini aktarıyor:
"Benim sinemayla kurduğum ilişkinin terapi gibi bir yanı pek yok. Galiba hiç olmadı. Daha çok yeni bir film keşfetmenin veya eski bir filmi yeni bir damakla tatmanın hazzı benim için. Ama eminim normale göre daha sık değişen ruh halimiz film seçimimizde etkili oluyordur."
Diziler ve klasikler
TRT 2'de "Film Önü/Film Arkası" programını Mehmet Açar ile sunan Alin Taşçıyan, işi gereği hep film izlediğini, karantina döneminde ise normalde fırsat bulamadığı dizilere yöneldiğini belirtiyor:
"Karantinanın ilk haftalarında hep merak ettiğim bazı dizileri izledim, zaten o ilk haftaların kaygılarıyla çok da konsantre olamadım başka şeylere, diziler iyi geldi. Handmaid's Tale, The Young Pope, The New Pope ve Unorthodox'u merakla izledim. Westworld ve Black Mirror'a başladım ama beni pek sarmadıkları için sürdüremedim. Onun dışında klasikleri tercih ettim, güvenli liman olarak."
' Katil Kim? ' filmleri
Yazar Fırat Yücel ise dönemin getirdiği hissiyat ile tuhaf bir biçimde "Katil Kim? filmlerine yöneldiğini söylüyor:
"Robert Altman'ın Gosford Park'ını izledikten sonra, onun gibi tek mekanda geçen, Agatha Christie tarzı filmler izlemeye devam ettim. Çok da uzak değil insanlığın bugünkü haline. Bu filmlerde de hizmet edenler var, hizmet edilenler var, bir de katil var. Emeğini satarak yaşayanlar ve onların emeği üzerinden sermaye biriktirip bir yandan da dünyanın doğal kaynaklarını sömürenler. Bir de, bu adaletsiz düzenin çarklarını döndürme aracı olarak 'hepimiz aynı gemideyiz' retoriği.
"Belki tek fark, içinde bulunduğumuz dünyanın katilinin kapitalizm olduğunu çok iyi bilmemiz ama onu yargıya taşıyacak gücü henüz bulamamış olmamız. 'Katil Kim?' filmlerinin bu açıdan tuhaf bir cazibesi var; Gizli Hedef ya da Monopoly gibi kutu oyunlarını hatırlatan bir mikro-makro denklemi. Örneğin Costa-Gavras'ın ilk filminin bir 'Katil Kim?' filmi olduğunu bilmiyordum, bu süreçte öğrendim. Bir nevi zihinsel-bilişsel pratik olarak bu filmlerin dünyasına daldım diyebilirim."