İklim krizi: Kuzey Amerika'daki öldürücü sıcaklar neden korkutucu?
ABD ve Kanada'nın kuzey batısında hava sıcaklığı 1937'deki 45 derece seviyesini 4,6 derece aştı ve bu günlerce sürdü.
ABD ve Kanada'nın kuzey batısında hava sıcaklığı zaman zaman rekor düzeyde artış kaydeder. Ama bugünlerde sıcaklıkta çok yüksek bir artışa tanık oluyoruz.
Kanada'da daha önce kayda geçen en yüksek sıcaklık 45 santigrat derece ile 1937'de olmuştu.
Normalde bu türden rekor artışlar kısa süreli olur, ama bu yıl üç gün üst üste eski rekor birkaç derece artışla aşılmış oldu.
Kanada'nın Lytton kentinde sıcaklık 49,6 dereceye ulaştı, yani eski rekoru 4,6 derece ile aştı. İnsan faaliyetlerinden kaynaklı karbon salımının şüphesiz bunda etkisi olduğunu ve 1800'lerden bu yana ortalama sıcaklığın 1,2 derece artmasına yol açtığını biliyoruz.
İklim uzmanları bir süredir bu konuda oldukça endişeli. Profesör Brian Hoskins'e göre "Rekor artış kaygı verici. İklim modellerinin ortaya koyduğu geleceğe yönelik tahminler iyimser olarak değerlendirilebilir. Bu modeller tahminde biraz tutucu davranmış". Yani başka bir deyişle, bazı yerlerde durum tahmin edilenden çok daha kötü olabilir.
Araştırmacılar, Dünya'daki iklim değişikliğine ilişkin öngörülerini bilgisayar modellemelerine dayandırıyor. Ancak bunu yaparken daha küçük bölgelere odaklanmak yerine hava sıcaklığını geniş çaplı olarak değerlendiriyor. Oysa bazı bölgelerde bu sıcaklıklarda çok daha aşırı değişiklikler baş gösterebilir.
İşte bilim insanları artık bu türden daha aşırı hava olaylarına ilişkin tahminler geliştirmeye çalışıyor.
Bu aşırılık sadece sıcak hava dalgası olarak değil, sel baskınlarına yol açan şiddetli yağmur şeklinde de meydana geliyor. Eski altyapı sistemleri bunları kaldıramıyor.
Öte yandan hava sıcaklığının artması bilim insanlarının belirlediği hedeflerin değişmesine neden oluyor. Üstelik Kanada'da gözlenen aşırı sıcaklar, sanayi öncesi döneme özgü ortalama küresel sıcaklığın 1,2 derece artmasından kaynaklı.
Ancak önümüzdeki on yılda bu sıcaklık artışının 1,5 derece olması, hatta tedbir alınmazsa 2 dereceye çıkması bile söz konusu olabilir. Bu durumda ne tür değişikliklerin 'güvenli' düzey olarak kabul edilebileceğini öngörmek oldukça zor.
İngiltere'nin İklim Değişikliği Yasası'nın mimarlarından Barones Worthington, bu konuyla ilgili olarak "Bilim insanları artık endişeli değil, büyük korku yaşıyor" diyor.
"İklim üzerinde çok büyük etkide bulunmayacak seviyede karbon salımı üzerinde çalışılıyor. Ama böyle ya böyle bir 'güvenli' seviye yoksa?"
Thatcher uyarmıştı
İngiltere'nin kimyacı eski başbakanı Margaret Thatcher 1989'da sera gazlarının iklim üzerindeki etkisine dair Birleşmiş Milletler'de uyarılarda bulunmuştu. Ancak fosil yakıt şirketlerinin lobi çalışmaları ve dezenformasyon kampanyaları ile bu uyarılar dikkate alınmadı.
Zengin ülkeler, olası bir tehdide karşı gezegeni korumaya değil ekonomik büyümeye odaklanırken, gelişmekte olan ülkeler de gelişmiş ülkeler kadar havayı kirletmeye "hakları" olduğunu savundu.
Sonunda önde gelen birçok ülke, önümüzdeki on yıllar boyunca iklim değişikliğine yol açan sera gazlarının salımının azaltılması yönünde politikalar belirlemeye başladı.
Sorun sadece hava sıcaklığının artması da değil. İklimde yaşanan aşırılıkların Antarktika'da, Himalayalar'da ve Kuzey Buz Denizi (Arktik) bölgesinde yol açtığı sonuçları görüyoruz.
Bilim insanları, bugünkü gibi devam ederse dünyanın bazı bölgelerinde yaşamın mümkün olmayacağına dair uyarılarda bulunuyor.
Peki liderler bizleri güvenli kılmak için neler yapıyor?
Atılan adımlar yeterli mi?
Bu konuda çok söz ediliyor ve bazıları gerçekten de iklim değişikliğini önlemeyi amaçlıyor. Ama küresel ısınmanın sonuçlarını bugün somut olarak yaşıyoruz; oysa başlıca ülkelerin sera gazı salımını azaltma planlarının sonuçlarının ancak 2050'de alınması hedefleniyor.
ABD Başkanı Joe Biden, karbondioksit (CO2) salımının 2005 seviyesine kıyasla yarı yarıya azaltılacağından söz ediyor. Ama bunun için önerdiği yeşil teknoloji yatırımlarına Cumhuriyetçiler karşı çıkıyor.
General Motors ve diğer bazı otomotiv şirketleri, 2035'ten itibaren karbon salımını sıfırlayacak elektrikli araçların satışını gündeme getirme vaadinde bulundu. Ama Biden bunun ne zaman başlayacağına dair bir tarih belirlemedi.
Üstelik Biden'ın iklim özel temsilcisi John Kerry'nin Amerikalıların yaşam tarzında değişiklik yapmalarının gerekmediğini ifade etmesi eleştirilere neden oldu. Zira iklim uzmanları iklim değişikliğine karşı yeni teknolojilerin kullanımını, daha küçük araç kullanma ve daha az et yeme gibi davranış değişikliklerini zorunlu görüyor.
Öte yandan İngiltere'de de iklim değişikliğine karşı politikalar bakımından uygulamada uçurumlar ortaya çıkabiliyor. Örneğin hükümet yol yapımı için 27 milyar sterlin, hızlı tren hattı için 100 milyar sterlin harcamayı planlıyor. Bunlar ise karbon salımının sıfırlanması bakımından hemen olumlu sonuç verecek projeler değil.
Teknoloji alanında bazı olumlu gelişmeler var. Örneğin güneş enerjisi panelleri ve rüzgar enerjisinin maliyeti giderek azalıyor. Ama bunların toplam enerji üretimindeki payı sadece yüzde 14.
Öte yandan Meksika Körfezi'nde gaz boru hattındaki çatlak nedeniyle okyanusun alev aldığına, Asya'da kömürle çalışan 600 yeni termik santralin inşasının planlandığına tanık oluyoruz.
Dünya milyarderleri ise iklim değişikliğine karşı mücadelede kullanmak yerine uzaya turist gönderme projesi için milyarlarca dolar harcıyor.
Politika belirleyiciler ve işletmelerin iklim krizi konusundaki farkındalığının arttığından söz edilebilir. Ama toplumun attığı ve atmayı planladığı adımlar, doğa olaylarının gerisinde kalıyor.
Belki de Thatcher haklıydı; on yıllar öncesinden bu konuda eyleme geçmek gerekiyordu.