Haberler
İstanbul'daki aile katliamında 3 kişinin daha cansız bedeni bulundu

Aile katliamında 3 kişinin daha cansız bedenine ulaşıldı

8 kişinin öldüğü aile katliamıyla ilgili çarpıcı detay: 30 dakikada bir cinayet işlemiş

Türkiye'yi sarsan aile katliamında kan donduran 30 dakika detayı

CHP'li Karabat'tan gündem yaratacak iddia: 200 TL'ye tüm kimlik bilgileriniz satılık

CHP'li isim video paylaşıp skandal bir iddiada bulundu

Görüntü Türkiye'den! Yolun ortasında donan at, kaskatı kesildi

At donduran soğuk

BBC

Gladbeck: Alman Medyasının 30 Yıl Önce Meslek Etiği Sınırlarını Buharlaştırdığı İki Ölümlü Rehine...

Haberler
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Bundan 30 yıl önce Almanya'da bir rehine krizi başarısız bir banka soygunuyla başladı ve 54 saat sonra biri 15, diğeri 18 yaşındaki iki rehinenin öldürüldüğü bir dramla sona erdi.

30 yıl önce, Batı Almanya başarısız bir soygun girişimiyle başlayıp, 54 saat sonra otoyoldaki bir çatışmayla sona eren rehine krizine kilitlenmişti. Olayın toz bulutu kalktıktan sonra medya ve özellikle bir gazeteci çizgiyi aştıkları nedeniyle eleştirilere hedef oldu.

Uyarı: Bazı okuyucular bu yazıdaki fotoğrafları rahatsız edici bulabilir

Dieter Degowski geçen Şubat ayında hapisten çıktı. Degowski, üç gün boyunca, halkın gözleri önünde, her dakikası medya tarafından hevesle belgelenen bir dizi şiddet suçunda oynadığı rol nedeniyle 30 yıla yakın hapis yattı.

Almanya'da Gladbeck Rehine Krizi diye hatırlanan olay, hala ülkenin vicdanında bir yara. Çünkü iki genç rehine hayatını kaybetti. Çünkü polis olayların kontrolden çıkmasına izin verdi ve çünkü işlenen bir suça görülmemiş bir erişim sağlayan medya, polisin krizi olaysız sona erdirme girişimlerine darbe vurdu.

O dönem 39 yaşındayken Köln'de yayımlanan bulvar gazetesi Express'te editör yardımcılığı yapan Udo Röbel, "Gladbeck hem polis ve hem de tabii medya için tamamen yeni bir durumdu. Bugün yaşansaydı bütün gazeteciler durur ve 'Bir dakika, geçmemem gereken bazı sınırlar var' der. Ama o zaman bir çılgınlık haliydi. Durup ne yaptığımızı düşünmedik" diyor.

Otobüsü rehin aldılar

Her şey bir banka soygunuyla başlamıştı.

16 Ağustos 1988'de Degowski ve suç ortağı Hans-Jürgen Rösner, Deutshce Bank'ın, dönemin Batı Almanyası'nda Ruhr bölgesinde bulunan Gladbeck'teki şubesine zorla girdil. İkili banka çalışanlarını silahlarıyla tehdit etti. Henüz hiç müşteri yoktu, çünkü banka şubesi daha açılmamıştı. Ama polis dakikalar içinde olay yerine geldi.

Neredeyse bütün gün süren müzakerelerin ardından polis, iki adamın bir araç ve nakit 300 bin Alman Markı'yla gitmesini kabul etti. İki banka çalışanını rehin alan ikili, araçla gecenin karanlığına karıştı.

Rastgele arabayı sürmeye başladılar ve bir noktada Rösner'in kız arkadaşını da aldılar. Ertesi gün, öğleden sonra Gladbeck'in 230 kilometre uzağındaki Bremen kentinin bir dış mahallesinde arabayı kenara çektiler.

Degowski ve Rösner, Bremen'da araç kiralamaya çalışıp başaramayınca, 30'dan fazla yolcusu bulunan bir otobüsü rehin aldılar. Gazeteciler otobüs durağına akın etti. Bazıları, otobüse binip fotoğraf çektiler. Rösner, elinde tabancasıyla sokakta doğaçlama bir basın toplantısı düzenledi.

Sonunda otobüs, Hamburg'a doğru yola çıktı. Sonra, otobandaki bir dinlenme tesisinde, daha önce rehin aldıkları iki banka çalışanını serbest bıraktılar ve Rösner'in kız arkadaşı Marion Löblich tuvalete gitti.

Polis burada ölümcül bir hata yaptı. Tuvaletten çıkarken Löblich'in kız arkadaşını gözaltına aldılar. Löblich'in dönmediğini fark eden Degowski ültimatom verdi: ya beş dakika içinde geri gelecek ya da beş dakika içinde bir rehineyi vuracaklardı. Polis, beş dakikalık sürede Löblich'i serbest bırakamadı ve 15 yaşındaki rehine Emanuele di Gieorgi başından vuruldu. Kan kaybından öldü.

Hollanda sınırını geçti

Otobüs yeniden yola çıktı ve sabahın ilk saatlerinde Hollanda sınırını geçti.

Kaçaklar otobüsü terk edip, Alman polisinin verdiği bir BMW'ye geçtiler. Yanlarına iki yolcuyu rehine olarak almışlardı. 18 yaşındaki Silke Bischoff ve arkadaşı Ines Voitle. sabah 7'den sonra tekrar Batı Almanya'ya geçtiler.

Almanya genelindeki milyonlarca televizyon izleyicisi, nefeslerini tutmuş olanları izliyordu. En unutulmayan anlardan biri de, vücudu zevksiz dövmelerle kaplı Rösner'in Bremen'de toplanan gazetecilere her şeyi sona erdirmeye hazır olduğunu söyleyip silahının namlusunu ağzına sokmasıydı.

Ama bir adam tüm bu heyecanı kaçırmıştı.

Gazeteci Udo Röbel, "Birkaç gün izin almıştım ve televizyon izlemiyor, radyo dinlemiyordum. Yani ne olup bittiği hakkında bir fikrim yoktu." diyor.

O sabah tenis kulübünün kafeteryasındaki televizyonda olan biteni gördü.

"Hemen arabaya atlayıp, işe gittim. O gün, bugün manşet ne olacak diye kaygılanmam gerekmediğini biliyordum" diyor.

Ama Röbel'in bilmediği, kendisinin de haberin bir parçası olacağıydı.

Röbel ofisine gider gitmez, bir iş arkadaşı son olarak Hollanda sınırını geçtiği bilinen BMW'yle ilgili şaşırtıcı haberi verdi.

Aracı Köln'ün merkezindeki bir pazarın önüne çekmişlerdi.

Röbel aşağı koştu. Araç orada, sokağın ortasındaydı. İçinde yorgunluktan tükenmiş, kırılma noktasındaki beş kişi vardı.

Sürücü koltuğunda elinde silahla Hans Juergen Rösner, yanında Marion Löblich, arka koltuktaysa Ines Voitle, Silke Bischoff ve aralarında Dieter Degowski vardı. Onun elinde de bir silah bulunuyordu.

"Acaba silahı rehinenin başına mı dayatsak?"

Gazetecilerin çekebileceği dehşet içeren görüntü bol sayıdaydı.

Onlarca gazeteci ve halk, aracın etrafına doluştu.

Mikrofonları ve kameraları, açık pencerelerden içeri sokuyorlardı.

Boynuna silah dayanan Silke Bischoff, gazetecinin bir sorusuna belli belirsiz bir gülümsemeyle yanıt verdi.

İçtiği biraların ve günlerce uykusuz kalabilmesini sağlayan amfetaminin etkisi altındaki Degowski birini öldürmüş olmakla övünüyordu.

Rösner de teslim olmayacaklarını söyleyip duruyordu.

Bir kadın fotoğrafçı geldi ve sakin sakin daha iyi bir açıdan fotoğraf çekebilmek için merdiven kurdu.

Bir televizyon muhabirinin röportaja hazırlanırken, Dewoski'nin silahını kucağında tuttuğunu gördüğünde kameramanına "Acaba silahı rehinenin başına mı dayatsak?" diye sorarken gösteren görüntüler var.

Tüm etik sınırlar buharlaşmıştı.

Bir gazetecinin öne doğru çıktığı ve ikiliyle bir tür yakınlık kurduğu görülüyordu.

30'lu yaşlarında, kısa saçlı ve gözlüklüydü. Koyu renkli ceketinin kollarını dirseğine kadar katlamıştı. Ajite olmuştu, kollarını sallıyor, etrafta olup biteni seyredenleri azarlıyor, araçtan uzaklaşmaları için itiyordu.

Bu, gazeteci Udo Röbeldi.

Röbel, "Rösner ve Degowski'nin psikolojisi çökmek üzereydi, durumun ne kadar tehlikeli bir hale geldiğini görebiliyordum" diyor.

Görüntülerden de Rösner'in telaşlı olduğu görülüyor. Arabadan dışarı çıkıyor ve her iki eliyle tuttuğu silahını kalabalığa doğrultuyor.

Röbel, "Daha sonra bana otobana en çabuk yoldan nasıl çıkabileceğini sordu. 'Buradan hemen çıkmalıyız. Arkadaşım kendini tamamen kaybetmek kaybetmek üzere' dedi" sözleriyle anlatıyor olanları.

Röbel yolu tarif etmeye başladı ama Rösner sabırsızdı.

"Niye binip bize yolu göstermiyorsun?"

Röbel, "O an bir karar vermek zorundaydım. Giderek daha az kontrol altında tutulabilen bir durumun sorumluluğunu aldığımı hissettim. Ama sonra içimdeki gazeteci iç güdüsü 'Bu haberi istiyorum. Bu benim' dedi" şeklinde konuşuyor.

'Cehennemden gelmiş bir gazeteci miydim?'

Röbel arabanın arkasına, Silke Bischoff'un yanına oturdu ve araç yavaş yavaş kalabalıktan uzaklaştı.

Röbel, "Bunu yıllarca düşündüm. Ben cehennemden gelmiş bir gazeteci miydim, yoksa gerginliği azaltmaya ve iki kıza yardımcı olmaya çalışan bir insan mıydım. Buna yanıt vermek zor, ancak durumun sorumluluğunu aldığımda sanırım her ikisiydim de. Aynı anda hem olayları sakinleştirmeye çalışan bir adam hem de hayatının haberini yapan, adrenalin dolu bir gazeteciydim" diyor.

Bir sohbet başlatmaya çalıştı.

"Aracın dinlendiğini düşünüyordum ve polisin işine yarayacak bir şeyler söyletmeye çalışıyordum. Ama sonra Degowski silahını bana doğrulttu ve çenemi kapatmamı söyledi. Hiçbir şey söylememenin daha iyi olacağını fark ettim." Silke Bischoff

Silke Bischoff, Bremen'deki bir avukatlık bürosunda stayjerdi. O gün işi bir saat erken bitmişti ve aynı otobüsle eve gitmek için arkadaşı Ines Voitle'yi beklemişti.

Silke'nin annesi Karin, Der Stern dergisine geçtiğimiz aylarda verdiği söyleşide, kızının başına silah dayalı fotoğrafı hakkındaki duygularını anlattı.

"Silke çok cesurdu. Çok cesurdu. Ben o durumla onun gibi başa çıkamazdım. Başta o fotoğraf yüzünden kabuslar görüyordum. Şimdi başa çıkabiliyorum. Hala acı veriyor ama artık gözlerimi kaçırmam gerekmiyor."

Röbel, 40 dakika boyunca, otoban kenarındaki bir dinlenme tesisine varana dek araçtaydı. BMW'yi uzaklaşırken izledi. Bir televizyon ekibi geldi ve onunla röportaj yaptı.

Röbel, "Sonra birden dizlerimin bağı çözüldü. Ne yaptığımı fark etmiştim. Ne kadar kolay ölebileceğimi fark ettim." diyor.

Dram, otobanın birkaç kilometre ilerisinde, başladıktan 54 saat sonra aniden ve şiddet dolu bir şekilde sona erdi.

Sonunda saldırma emri alan polis, yandan çarparak BMW'yi durdurdu. Çatışma çıktı. Her şey olup bittiğinde Rösner ve Degowski, kelepçelenmiş ve yüzleri asfatla bastırılmış şekilde görüldü. Marion Löblich de yakalandı. Ines Voitle arabadan yol kenardaki hendeğe atlayarak kurtuldu.

Ama Silke Bischoff için yapacak bir şey yoktu. Rösner'in silahından çıkan mermiyle göğsünden vuruldu ve olay yerinde öldü.

Udo Röbel, haberi polis karakolunda aldı.

"Şoke olmuştum. Daha birkaç dakika önce yanında oturuyordum."

Sonra bürosuna gidip tanık olduklarını yazmaya başladı.

"Kendimi kınadığım bir şey varsa o da şu: Silke Bischoff'un hayatının son anlarını yazmaya çalışırken, medya röntgenciliğinin sonuna kadar gittim. Bu haberin son damlasına kadar suyunu çıkardığım için hala utanıyorum."

'Katliamı önlediniz'

Röbel birkaç yıl sonra bir polis akademisinde olayın tartışıldığı bir panale davet edildiğini söylüyor. Rösner ve Degowski'ye ömür boyu hapis cezası veren yargıç da oradaydı.

Röbel "Bir noktada gazetecilerin çizgiyi geçtiğini ve bunun bir daha asla yaşanmaması gerektiğini söyledim." diyor.

"Daha sonra yargıç bana döndü ve 'Bay Röbel bana kalırsa o gün Köln'de bir katliam yaşanmasını önlediniz. Arabaya binip, gangsterlerin uzaklaşmasını sağlamasaydınız, durum tamamen kontrolden çıkabilirdi' dedi. Benim için bu günahlarımdan bağışlanmam gibi bir şeydi."

Herkes meseleye bu kadar müşfik bakmadı. Kuzey Ren Westphalia Eyaleti Parlamentosu'nun yaptığı soruşturma sonucu hazırlanan raporda, gazetecilik etiğine sert eleştiriler vardı.

Raporda, "Örneğin faillere aktif bir şekilde yardım eden ve polisin işini yapmasını önemli ölçüde zorlaştıran bir gazetecinin, 'akıllıca' hareketine doğrudan referans verilerek rakip bir gazete tarafından daha iyi parayla transfer edilmesi kabul gördüğü sürece, görünür gelecekte farkındalığın artması ihtimali az." denildi.

Udo Röbel bir yıl sonra Almanya'nın en büyük bulvar gazetelerinden Bild am Sonntag'a transfer oldu ve daha sonra kardeş gazetesi Bild'in genel yayın yönetmenliğini yaptı.

Gladbeck'te yaşananlar sonucu Alman Basın Konseyi kurallarını değiştirdi ve bir suç işlendiği sırada gazetecilerin faillerle röportaj yapmasının kabul edilemeyeceğini belirtti.

Hapisten çıktığında yeni bir kimlik verilen Dieter Degowski'nin nerede yaşadığı bilinmiyor. Marion Löblich dokuz yıl hapis cezasının altısını yattı. Hans Jürgen Rösner ise hala hapiste.

BBC
title