BBC muhabiri, İsrail saldırılarının ardından Lübnan'da Sur'a gitti: 'Böyle aşağılanmak istemiyoruz, bırakın evimde öleyim'
Lübnan'ın güneyindeki Sur kentinde sokaklarda oyalanmak mantıklı değil ve konuşacak insan sayısı giderek azalıyor.
Lübnan'ın güneyindeki Sur (Tire) kentinde sohbetler artık aceleyle yapılıyor. Sokaklarda oyalanmak mantıklı değil ve konuşacak insan sayısı giderek azalıyor.
Sohbetler İsrail bombardımanının ya da Hizbullah'ın roket atışlarının gürültüsüyle kısa kesilebiliyor.
İsrail insansız hava araçları tepenizde vızıldıyor.
Aracınızı hızlı sürüyorsunuz ama gökyüzünde gözler olduğu için fazla hız yapmıyorsunuz. Çoğu kez boş yoldaki tek araçsınız ve hedef olabilirsiniz.
Vücudumuza giydiğimiz zırh gibi bu bilgi de hep bizimle.
Ama buradaki sivillerin kendilerini koruyacak bir zırhları yok ve pek çok Lübnanlının artık başlarını sokacak evleri de yok. Başbakan Necip Mikati'ye göre bir milyondan fazla kişi kaçmak zorunda kaldı.
Savaş burada bir boşluk yarattı; Roma kalıntıları ve altın kumlu plajıyla gurur duyan bu antik kentin kanını emdi.
Sokaklar boş, dükkanlar kapalı. Deniz kıyısı ıssız. Pencereler İsrail'in hava saldırılarıyla sarsılıyor.
Yerel sivil savunma merkezi terk edilmiş durumda; kurtarma ekipleri İsrail'den gelen uyarıyla tahliye edildiler.
İsrail saldırıları giderek artıyor ve kaldığımız otele daha da yaklaşıyor. Son günlerde karşıdaki tepelere 500 kilo ağırlığındaki en yıkıcı bombalarla saldırdı.
Bir de Hizbullah faktörü var. Silahlı grup, işgalci İsrail birliklerini Lübnan topraklarında engellemeye çalışırken bile, Sur kentindeki uluslararası medyayı kontrol ediyor. Yazdıklarımız ya da yayımladıklarımız üzerinde hiçbir kontrolü olmasa da hareketlerimizi kısıtlıyor.
Hastanelerde doktorlar yorgun ve bunalmış görünüyor. Seyahat etmek çok tehlikeli olduğundan birçoğu artık evlerine gitmiyor, hastanede kalıp hastalarla ilgileniyor.
Hiram Hastanesi başhekimi Dr. Salman Aidibi, bacağı alçıda, kolu sargılı 9 yaşındaki Meryem’i gösteriyor.
“Dokuz kişilik bir aile olarak geldiler. Beşi tedavi edildi. Meryem’i ameliyat ettik, durumu çok daha iyi. Onu bugün evine göndermeyi umuyoruz” diyor ve ekliyor:
“Yaralıların çoğuna burada ilk yardım yapılıyor ve durumları stabilize olunca diğer merkezlere gönderiliyorlar, çünkü bu hastane ön cephede.”
Hastaneye günde yaklaşık 30-35 yaralı kadın ve çocuk geldiğini ve bunun personeli olumsuz etkilediğini söylüyor.
“Çalışırken pozitif olmamız gerekiyor. Durup düşündüğümüzde duygusallaşıyoruz” diyor ve ekliyor:
“Lübnan'da yıkıcı bir savaşın içindeyiz. Barış umuyoruz ama her türlü olasılığa da hazırlıklıyız.”
Sur’un yerlilerinden Hasan Manna da en kötüsüne hazırlıklı. Savaş giderek şiddetlenirken o bu şehirde kalmaya ve 14 yıldır işlettiği küçük kahve dükkanını açmaya devam ediyor.
“Evimi, ülkemi terk etmiyorum. Çocuklarımla evimde kalıyorum. Onlardan (İsraillilerden) korkmuyorum.
“ Dünya alem sokakta. Böyle aşağılanmak istemiyoruz. Bırakın evimde öleyim.”
Beş komşusu geçen hafta sonu İsrail hava saldırısında evlerinde ölmüş. Hasan bu olayı görmüş ve gelen iki füzeyle havaya fırlasa da sadece kolundan yaralanıp kurtulmuş.
Orada bir Hizbullah hedefi var mıydı bilmiyoruz. Hasan ölenlerin hepsinin sivil olduğunu, aralarında iki kadın ve bir bebeğin de bulunduğu bir aile olduğunu söylüyor.
İsrail, Lübnan halkını değil Hizbullah savaşçıları ve tesislerini hedef aldığını söylese de, doktorlar ve Hasan gibi tanıklar da dahil olmak üzere buradaki pek çok kişi aksini söylüyor.
İsrail sivillere zarar verme riskini en aza indirmek için adımlar attığını söylüyor ve Hizbullah'ı sivil nüfus arasında altyapısını gizlemekle suçluyor.
Hasan, “Orada hiçbir şey (silah) yoktu” diye ısrar ediyor. “Eğer olsaydı, bölgeyi terk ederdik. Bombalanacak hiçbir şey yoktu. Kadın 75 yaşındaydı”
Saldırıdan sonra enkazı kazarak hayatta kalanları aramış Hasan, ta ki kendisi bayılıp hastaneye kaldırılana kadar.
Komşularından bahsederken sesi öfke ve kederle kesiliyor ve gözleri yaşlarla doluyor.
“Bu adaletsizlik, tümüyle adaletsizlik. Biz bu insanları tanıyoruz. Onlar burada doğdu. Keşke ben de onlarla ölseydim.”
On gün önce, sınıra yakın bir Hristiyan bölgesindeydik.
Adının açıklanmasını istemeyen bölge sakini bir kadın, herkesin diken üstünde olduğunu söyledi.
“Telefon sürekli ötüyor. (İsrail) saldırılarının ne zaman geleceğini asla bilemiyoruz. Hep gerginiz. Çoğu gece uyuyamıyoruz.”
Uzak tepelerden dumanlar yükselmesine neden olan bir İsrail hava saldırısının gürültüsüyle konuşmamız kesildi.
Sınıra yakın köylerin isimlerini saydı; Hizbullah ve İsrail arasında geçen yıl yaşanan çatışmalardan sonra terk edilmiş ve yıkılmışlar.
Bu bölgelerdeki hasarın 2006'daki beş haftalık savaştan çok daha büyük olduğunu söyledi.
“İnsanlar daha sonra geri dönmek istese bile dönecek ev kalmadı. Akrabalarını kaybetmeyen ev yok. Bütün erkekler Hizbullah’tan.”
“Savaştan önce Hizbullah sürekli silahlarıyla övünürdü, İsrail'le sonsuza kadar savaşacağını söylerdi. Destekçileri bile artık İsrail saldırılarının sayısı ve boyutu karşısında şok olmuş durumda.”
Burada çok az kişi geleceğe dair tahminde bulunma cesareti gösterebilir. “Bir tünele girdik ve daha ışığı göremedik.”
Tel Aviv'den Tahran'a ve Washington'a kadar hiç kimse bir sonraki adımın ne olacağından ve ertesi gün Orta Doğu'nun neye benzeyeceğinden emin olamaz.
Habere katkı: Mohamed Madi