Avrupa'nın Göbeğinde Gerçekleşen Bir Soykırım Srebrenitsa ve Barış Yürüyüşü Marş Mira!..
Srebrenitsa soykırımının üzerinden 28 yıl geçti. Dünyanın tanık olduğu en büyük soykırımlarından biri olan Srebrenitsa Soykırımı'nın yıl dönümünde barış adına düzenlenen Marş Mira 2023 yürüyüşüne katılmak üzere soluğu Bosna Hersek' de aldım.
Srebrenitsa soykırımının üzerinden 28 yıl geçti. Dünyanın tanık olduğu en büyük soykırımlarından biri olan Srebrenitsa Soykırımı'nın yıl dönümünde barış adına düzenlenen Marş Mira 2023 yürüyüşüne katılmak üzere soluğu Bosna Hersek' de aldım.
Marş Mira tecrübelerim ve Marş Mira Türkiye ekip lideri Tahir Caner BEŞOK ile yaptığım söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.
Orada yaşadıklarımızı anlayabilmeniz için mutlaka bu deneyimi yaşamanız gerekiyor. Sizler de okuduktan sonra 2024 yürüyüşünde yer almayı düşünürseniz irtibat kurabilirsiniz, gerekli yönlendirmeleri seve seve yapar ve edindiğim deneyimle yardımcı olmaya çalışırım.
ÖLÜME İNAT BİR BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ! MARŞ MİRA…
Marş Mira1995 Srebrenitsa soykırımı kurbanlarının anısına Bosna-Hersek' de her yıl ikiyüzlü modern barbarlara; bu soykırıma göz yuman, kulak kapatan, dilsiz duran herkese karşı düzenlenen sessizliği ile çığlık atan bir barış yürüyüşüdür. Yürüyüş her yıl binlerce Boşnak ve yabancı katılımcıyı bir araya getiriyor. İlk yürüyüş 2005 yılında soykırımın onuncu yıldönümünü anmak için yapıldı. Yürüyüş üç gün sürüyor ve katılımcıların Srebrenitsa Soykırımı Anıt Mezarlığı'nın bulunduğu Potoçari köyüne ulaşmalarıyla son buluyor. Katılımcılar, bir önceki yıla ait kurbanlar için gerçekleşen toplu cenaze ve anma töreninden bir gün önce anıt mezarlığa gelerek yürüyüşü tamamlıyorlar. Her sene Srebrenitsa soykırımının kurbanlarına ulaşılarak yeni cesetler defnediliyor.
2005 yılından bu yana düzenlenen yürüyüş, Temmuz 1995'te Srebrenitsa' nın düşmesinden sonra hayatta kalan ve Bosna-Hersek Cumhuriyeti Ordusu tarafından kontrol edilen bölgeye ulaşmaya çalışan Boşnakların öldürülmesine işaret ediyor. Barış Yürüyüşü uluslararası bir program haline geldi ve dünyanın dört bir yanından çok sayıda insan bu yürüyüşe katılıyor. 2015 yılında gerçekleşen 20. yılında ise yaklaşık 10.000 kişinin katıldığı ifade ediliyor.
Yürüyüş; ölüm yolu Srebrenitsa' nın aksine barışı temsilen Nezuk köyünden başlıyor. Bu programa yürüyerek katılanların yanı sıra; bisiklet, motosiklet maratonu katılımcıları, dağcılık tırmanışı yapan profesyonel veya amatör dağcılardan da destek geliyor.
MARŞ MİRA 2023 DE YAŞADIKLARIM
Bu sene uzun zamandır katılmayı düşündüğüm Marş Mira için araştırmalar yaparken özellikle Türkiye'den katılmak isteyenlere büyük kolaylık sağlayan, rehberlik eden, yürüyüşte gelişebilecek bütün detaylara sahip Marş Mira Türkiye ekip lideri Caner Bey'le tanıştım.
Marş Mira yürüyüşüne katılmaya karar vermiştim ama nasıl olacak, neyle karşılaşacağım hiçbir fikrim yoktu. Bunun üzerine Caner Bey'le telefonda yaptığımız görüşmede 2014 yılından beri her sene katıldıkları gibi, Türkiye'den katılımcılara da yürüyüş süresi boyunca tamamen gönüllü olarak ciddi oranda kolaylıklar sağladıklarını öğrendim. (Bu kısmı Caner Bey'le yaptığımız aşağıda yer alan söyleşide detaylıca okuyabilirsiniz.)
Büyük ve buruk bir heyecanla 6 Temmuz da Bosna Hersek' de olacak şekilde programımı yaptım. Günün akşamında Caner Bey ve gönüllü destekçi ekibiyle tarihi Morica Han da buluşarak yürüyüş hakkında detaylı bilgi, öneri ve tavsiyeler alarak Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen katılımcı arkadaşlarla tanıştık.
Program 07 Temmuz sabahında Nezuk köyünde kamp alanına vardığımızda Marş Mira Türkiye katılımcılarının katkılarıyla alınan ve Türkiye'den kg paylaşımı yapılarak buraya taşınan hediyelerin paketler şeklinde hazırlanması ile başlayacaktı. O gece çadırda konaklama ve 08 Temmuz sabahı 05.30 da kahvaltı sonrası yürüyüşün ilk etabı için yola düşüleceği bilgisini aldıktan sonra, o akşam kısa süreli zamanımı buram buram Osmanlı kokan Başçarşı' da geçirdim. Başçarşı' da tarihin sayfaları arasında bir yolculuğa çıkmış gibi hissediyordum. Zaman kısıtlı olduğu için Bosna'yı gezme şansım yoktu ama kesinlikle Balkan gezisi yapmak adına tekrar gitmek için şimdiden plan yaptığımı ifade etmeliyim. Geç saate kadar Başçarşı' da yaptığım keyifli gezi sonrası Ilıca bölgesinde bir gece için yer ayırttığımız hotelimize geçtik ve sabahı heyecanla beklemeye başladık. Bu arada oda arkadaşımla da tanışma fırsatı yakalamıştım. Adaşım Aynur Özdemir Ankara'dan gelmişti. Sohbet ederken ne zaman uykuya daldığımızı hatırlamadan sabah alarm sesiyle hemen yola koyulmak için hazırlanmıştık.
Marş Mira Türkiye'nin diğer bir kolaylaştırıcı hizmeti ise birbirini tanımayan ve bu grupta buluşan katılımcılar için Caner Bey ve ekibinin 2 otobüs kiralamasıyla bütün eşyaların yürüyüş süresi boyunca bu otobüslerle konaklayacağımız kamp alanlarına bizden önce gidecek olmasıydı. Böylece günde yaklaşık 30 km yürüdüğümüz yol boyunca çadır ve kişisel eşyalarımızı taşımak zorunda kalmayacak; eşyasız, son derece konforlu, rahat bir yürüyüş gerçekleştirmiş olacaktık. Tüm harcamalar katılımcılar arasında eşit bölündüğü içinde gayet makul bir ücretle konforlu bir yürüyüş gerçekleştirecektik.
Toplanma alanına bütün arkadaşların gelmesiyle yola koyulduk. Yaklaşık 4,5 saat süren uzun bir araç yolculuğu sonrası yürüyüşün başlangıç noktası olan Nezuk köyüne vardık. Bizim kaldığımız kamp alanı köylülerden birinin bahçesi olduğu için ana kamp alanından daha konforlu ve rahattı. Bu konuda ekip, iyi bir tercih yaparak şartları her yıl daha da iyileştirdiklerini ifade ettiler. Sıcak su, çay, akşam imkânlar dâhilinde sıcak yemek ikramı, tuvalet kullanımı konusunda kolaylık gibi birçok imkâna sahiptik. Ana kamp alanlarıyla kıyasladığımızda 5 yıldızlı Hotel konforunda bir alanda olduğumuzu söyleyebilirim.
Çadır kurulumları, yerleşme ve kısa bir dinlenme sonrası hediye paketlerini hazırlamak için bir araya geldik. Heyecan, özveri, samimiyet ve keyifle hediye paketlerini oluşturduk. Caner Bey Türkiye'den bu hediyelerin beklendiği ve mutlaka almamız gerektiği konusunu defaatle dile getirmişti. Bizler hazırlarken heyecanla hazırlıyorduk ama bekleniyor kısmını tam olarak yollarda, köylerde bizleri bekleyen çocuklarla göz göze geldiğimizde gördük ve anladık; çünkü bu ekip 2014 yılından beri her geldiğinde imkânlar dâhilinde çocuklar için çok şirin, kız-erkek ayrı ayrı paketler oluşturuyor, köylerde onları karşılayan çocuklara takdim ediyormuş. Yürüyüş yolu boyunca gördük ki bunu sadece Türk ekip yapıyor ve bu nedenle çocuklar Türkleri daha bir özlemle, sevgiyle bekliyor, karşılıyor. Evet, gerçekten de buraya gelecekseniz yanınızda hediyeleriniz mutlaka olmalı.
Geceyi bu kamp alanında geçirdikten sonra sabah 05.30'da yürüyüş için uyanmış, çadırlarımızı toplamış, hazırlığımızı yapmış ve kamp alanına yakın bir tören alanına doğru yol almıştık. Alanda program organizatörleri, yetkililer, soykırımda yakınlarını kaybeden aileler söz alarak kısa konuşmalar gerçekleştirdi. Yürüyüş Bosna Marşı okunduktan sonra oluşturulan kortej ile başladı. Kortejin başında tecavüz sonucu doğan ve aileleri tarafından kabul görülmedikleri için kimlikleri gizli tutularak Çocuk Esirgeme Kurumlarında büyüyen gençler yer alıyordu. (Marş Mira yürüyüşünün hakkını vermek için kortejde bu gençlerin önüne geçmeyi saygısızlık olarak hatta bu gençlerin önüne geçenlerin,Marş Mira ruhuna uygun davranmadığı için yürüyüşünün sadece bir trekking yürüyüşünden ibaret olacağını ifade eden birçok Boşnak ile karşılaştık.) Onları takiben Srebrenitsa gazileri, aileleri, yakınları ve sonrasında dünyanın birçok ülkesinden gelen katılımcılarla oluşturduğumuz uzun bir kortejle yürüyüşe başladık. 1.gün yaklaşık 30 km yolu çok kısa molalar vererek akşam 18.00 gibi konaklayacağımız Liplje'ye ulaşarak tamamladık.
Bu kamp alanımızda ferah ve gayet rahattı. Yürümekten bitap düşmüş, hava sıcaklığının etkisiyle son derece yorulmuştuk. Kolay bir yürüyüş olduğunu asla söyleyemeyeceğim ama kesinlikle bulunulması gereken bir yürüyüş olduğunu söyleyebilirim. Onca yorgunluğa rağmen hepimizin yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Yolumuzu gözleyen kardeşlerimizin yanında yürüdüğümüz, kendi imkânlarımızla destek olduğumuz için tatlı bir yorgunluk ve huzur bir aradaydı. Ama öte taraftan buruktuk; çünkü yol boyunca birçok yabancı resmi kurum ve kuruluşun her sene mutlaka burada yer alarak ikramda bulunduğunu, sağlık hizmeti sunduğunu görüp, Türkiye'nin resmi kurum ve kuruluşlarının stantlarını burada görememek hüzünlendirmişti. Ki yol boyunca Türk olduğumuzu gören, sarılan kardeşlerimizde bizleri bir bütün olarak burada görmek istediklerini ifade etmişlerdi.
Bizleri göstermelik değil tam anlamıyla yanlarında hissetmek istiyorlardı. Molalarda uzatılan suyu, ikramı bir Amerikalı kuruluştan almaktansa bizden almayı tercih ettiklerini ifade etmişlerdi. Bizler de yürüyüş boyunca tüm molalarda aynı hisse kapılmıştık, "keşke bizim bayrağımızın dalgalandığı stantlarımızda, bizlerin kurum ve kuruluşlarımızda verseydik molalarımızı" diye hem düşündük hem de kendi aramızda dile getirdik.
Yorgun olduğumuz için hemen dinlenmeye çekilmiş, gerekli takviyelerimizi almış ve daha zor olacak parkur için hazırlanmaya başlamıştık. Sabah çok erken saatte uyanarak kurduğumuz çadırları toplayıp, kişisel eşyalarımızla beraber ekibin bizler için organize ettiği araçlara teslim edip, yine harika ekibin hazırladığı muhteşem kahvaltı sonrası yola koyulmuştuk.
Bugün parkur hem daha zor hem de daha uzundu ve hava çok daha sıcaktı. 1. gün yürüyüp 2. gün devam edemediği için araçla bir sonraki konaklama alanına geçen arkadaşlarımızda olmuştu.
2.gün güzergâh boyunca yol arkadaşım Aynur'un taşıdığı Türk bayrağını gören herkesin durdurup fotoğraf çekmeye, bayrağımızı dalgalandırmaya, sarılmaya ve sarıldıkça ağlamaya başlamasıyla çok duygusal anlar yaşamıştık. Yine yollarda gördüğümüz çocuklara hediyelerimizden takdim etmiş, yüzlerindeki kocaman gülümsemeye tanıklık etmiştik. Soykırımda ailelerinden kayıpları olan kardeşlerimizin birbirlerine sarılıp ağlamalarına şahit olmuş, hem bedenen hem zihnen hem de duygusal açıdan çok yorulduğumuz bir günü tamamlamak için büyük bir efor sarf etmiştik. Yol uzun, her açıdan yorucu ve hava çok sıcaktı. Öyle ki, bir ara bu yol hiç bitmeyecek gibi sandığımızda oldu ama günün sonunda o yol bitiyor ve bitiğinde yaşadığımız yorgunluktan eser kalmıyordu.
2. gün artık kimseye "bitmesine kaç km kaldı?" dememeyi de yavaş yavaş öğreniyorduk çünkü km hesabını doğru söyleyebilen tek bir Allah'ın kuluna rastlamadık. 3 km dediklerinde 6 km, 10 km dediklerinde 20 km yol yürüdüğümüzü defaatle deneyimledik ve anladık ki bu yolculukta demoralize olmamak için kimseye "kaç km kaldı?" diye sormamamız gerekiyormuş çünkü ilginç bir şekilde söylenen tüm km hesapları hiç tutmadığı gibi fazlasıyla hatta sanki daha uzun sürüyordu. Nihayet ikinci günün zorlu parkurunu tamamlayarak Mravinci bölgesinde bulunan kamp alanımıza ulaştık.
Kamp alanında arkadaşlarımızın sağlık şikâyetleri vardı. Hepsinde ayak ağrı ve yaralanmaları, bilek burkulmaları, parmaklarının su toplaması gibi çok ciddi olmayan hasarlar oluşurken; bende hiç bir sorun olmadığı halde bir anda baş dönmesi, mide bulantısı, derimde kızarıklık ve kaşıntı başladı. Sağlık şikâyetleri olanların sayıları artınca Caner Bey bir araçla sağlık çadırına gitmemiz için planlama yaptı. 15 kişi Kızılhaç sağlık çadırına gittiğimizde uzun kuyruklar olduğunu gördük. Gün içerisinde sahada karşılaşıp, beraber yol alıp sohbet ettiğimiz, Can Veren Eller Derneği'nin Kızılhaç ile sağlık desteği verdiğini biliyorduk.
Gönüllü Türk ekibini bularak, biz 15 kişinin sağlık sorunları ve kuyruğun uzun olduğunu ifade ederek yardımcı olmaları için ricada bulunduğumuzda, mesaileri bitip dinlenmeye çekildikleri halde hepimize bakıp tespit sonrası; Kızılhaç'a bağlı çalıştıklarını, Kızılhaç izin verirse kendileri için sorun olmayacağını ve dinlenme molalarında bize destek olabileceklerini ifade ettiler. Gruptan sorumlu sağlıkçı arkadaşımız Kızılhaç Koordinatörü ile görüşerek gerekli izni alınca biz 15 kişiyi ayrı sıraya alarak sadece biz Türk ekibe kendi ekip ve ekipmanlarıyla destek oldular, çok ilgili ve hızlı bir şekilde gerekli pansuman ve ilaç desteği yapıldı. 15 kişinin çoğunda ayaklar bandajlanırken benim güneş çarpmasından dolayı baş dönmesi ve bulantı yaşadığım, sıvı kaybettiğim, soda veya mineralli su içmem gerektiğini tavsiye ederek, hap ve iğne takviyesi yaptıktan sonra kolum ve elimdeki ikinci derece yanıklara krem sürdüler. Tedavilerimiz sonrası halimize bakıp gülüyorduk. Bu gönüllü, tüm samimiyeti ile bize yardımcı olan ekibe hayranlık ve şükranlarımızı sunarak kamp alanımıza geçtik.
Marş Mira Türkiye'nin organize ettiği bu kamp alanında birbirini tanımayan tüm arkadaşların birbirine hal hatır sorması, yardımcı olması, bir önceki senelerde katılmış insanların tecrübelerini paylaşması son derece kıymetli ve keyifliydi. Birbirini tanımayan 100 kişi kimin kim olduğuna bakmadan, yardımcı olmak için seferber oluyordu. Bu kardeşlik ve yardımlaşma örneğini görünce ne kadar da güzel bir millet olduğumuzu bir kez daha yaşayarak görmüş olduk. Gece iyi bir dinlenme gerekiyordu; çünkü yarın yürüyüşün en zor günü olduğu ifade ediliyordu.
Yürüyüşün son gününe sabahın erken saatlerinde uyanmıştık. Yine çadırlarımızı toplamış, yerleşik hayata geçen atalarımıza şükranlarımızı ifade etmiş ve eşyalarımızı araçlara teslim etmiştik. Birçok dağ, tepe, rampa tırmandık. Bazı noktalarda tırmanma ve iniş yapabilmek için kurulmuş ipli parkurlardan destek alarak geçmek zorunda kaldık. Öyle zor parkurlardan geçtik ki daha ne kadar tırmanacağımızı bilemeden yol alıyorduk. Ne o tırmanışlar ne de o inişler bir türlü bitmek bilmiyordu. Bir tırmanıyor, bir iniyor, tam bitti derken yine tırmanışa geçiyorduk. Hiç bitmeyecek sandığımız bir anda meşhur asfalta vardığımızı gördüğümüzde asfalta sarılma isteği oluştuğunu ifade etmek isterim.
Geldiğimiz bu nokta toplanma alanıydı. Tüm yürüyüşçüler gelip burada bekletiliyor, yine bir kortej oluşturuluyor ve okunan marş, saygı duruşu sonrası Potoçari Anıt Mezarlığı'na olan 10 km' lik yol kortej eşliğinde tamamlanıyordu.
Soykırımda yakınlarını kaybeden ailelerle beraber yürüyorduk. Sağımızda, solumuzda, önümüzde, arkamızda soykırımda 14, 15, 18 aile bireyini kaybetmiş, erkek kardeşlerini, henüz bebek evladını kaybetmiş anneler, ablalar, kardeşler vardı. Yanımızda yürüyen birçok kişinin o ölüm yolculuğuna henüz çok küçük yaşlardayken katılmış olduğunu bilmek acı vericiydi. Potoçari' ye yaklaştıkça duygularımız kabarıyordu, günlerdir bastırdığımı tüm duygular anıt mezarı görmemle hıçkırarak ağlama şeklinde ortaya çıkmıştı.
Ormandan geçerken ölenlerin burada neler yaşadığı düşüncesi, karşılaştığımız eski kıyafetlerin kaçanlara ait olduğunu öğrenmemiz, ağaçta sallanan çiçekli kadın elbisesi ise bardağı taşıran son nokta olmuştu. Müslüman bacımızın elbisesinin bir ormanda, bir ağaçta sallanıyor olmasının hepimizin ayıbı olduğu gerçeği bir tokat gibi inmişti yüzümüze. Bütün duyguları bastırmıştık. Yeteri kadar orada olamamanın, yardımcı olamamanın, koruyamamanın derin vicdan azabı altında bitirdiğimiz yolun sonunda artık tüm arşı yıkacak çığlıklarla içimden taşan ağlamak isteğini durduramıyordum. Normalde çok ağlayan biri olmamama rağmen ne yapsam nafile, ne hıçkırıklarım ne de gözyaşlarım dinmiyordu. Yanımda yürüyen, soykırımda yakınlarını kaybeden aileler bana sarılarak teselli ediyordu. Bu teselli karşısında daha çok ağlıyordum. Kortej anıtın önünden geçerken karmakarışık duygularla kalabalığa karıştık. Hatırladığım tek şey, ailelerin bana sarılıp "Burada sakın ağlama, onlar şehit yanımızda olduğun için minnettarız." sözleriydi. Program bitiminde anıt mezarda oturup, yeni kazılmış ve yarın defnedilecek 30 kişi için hazırlanmış kabirleri, Anıt mezarda aileleriyle hasret giderenleri bir köşeye oturarak uzun uzun izledik. Sadece ağlamak hem de bağıra bağıra sesli sesli ağlamak istiyordum. İçimden bütün yaşama isteğim uçup gitmiş; hemen orada kıyamet kopsun, tüm şartlar adil olsun, tüm acılar bitsin hissi oluşmuştu.
Anıtta uzun bir bekleyiş sonrası dinlenmek ve yarın son programa katılmak için kamp alanımıza geçtik. Duygusal olarak o kadar kötü durumdaydım ki o gece kimseyle konuşmak istemiyordum. Çadırımı kurup ihtiyaçlarımı giderdikten sonra çadırıma kapanmış bir daha çıkmamış ve sabahın ilk ışıklarına kadar sessiz sessiz akan gözyaşlarımı durduramamıştım. Canım, ruhum acıyordu. Canımın acısı karşısında çaresiz hissediyordum. Sanırım bu ve benzeri duyguları tüm katılımcılar ilk yürüyüşlerinde istem dışı yaşıyormuş. Her şeyin anlamsız olduğu düşüncesi ile uyumadan sabahı etmiştim.
Yine çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayarak araçlara teslim etmiş, kahvaltı sonrası anıt mezara doğru yol almıştık. Anıt mezara vardığımızda Bosna Hersek'in doğusundaki Srebrenitsa'da, 1995'teki soykırımda katledilen 30 kurbanın,28 yıl sonra bulunan kemikleri DNA tespitleri sonrası yeşil çuhaya sarılı tabutlarla defnedilecekleri Potoçari Anıt Mezarlığı'na getirildiğini gördük. Her tabutun başında acılı bir aile oturuyor ve gözyaşı döküyordu. Tek tek hepsine, başsağlığı dileyerek yanlarında sessizce oturduk, ellerini tuttuk, sarıldık. Bir annenin önüne bırakılan bir avuç kemiğe "oğlum" diye sarılmasını nasıl anlatabilirim ki size. Tam 28 yıl sonra bir avuç kemikten ibaret bir tabutta "oğlun yatıyor" deniyor ve o anne o gün oğlunu ilk kez kaybetmiş gibi hıçkıra hıçkıra tabuta sarılıp ağlıyor. Oğlunun saçlarını okşarcasına tabutu tüm merhamet ve özlemiyle okşuyordu. Uzunca bir süre ayrılamadık annemizin yanından.
Hatta bu anlarda her sene bu seremoniyle ailelere aynı acıları tekrar tekrar yaşatmanın ne kadar doğru olduğunu, anma programı sırasında acılı aileler için güneş ve sıcaktan korunacak bir ortamın olmayışını, anma programda birçok eksikliğin basit çözümlerle giderilebileceğini gözlemleyip ifade ettik. Bu kısımları Türkiye'de birçok yetkili kurum ve kuruluşla paylaşmak için ayrıca not aldım ama anma programı bir seremoni, siyasilerin anıta çiçek bırakması gibi bir törenden ziyade; ailelerin acılarını rahat, sakin ve sessiz yaşayacakları bir ortam da oluşturulabilirdi. Belki tabutlar sıralanınca daha iyi görüntü alınabiliyor ama bu süreçte uzun bekleyişler, acılı ailelerin zor şartlarda bekletilmesi vs. derken sorunlara sebep olabiliyor ki orada acılı bir anne için bir görevliyle ufak bir atışmamızda oldu. Gerçekten tasvip etmediğim çok fazla gözlemim oldu anma programı sırasında. Protokol gölge altında cenaze namazını kılıp programı gölgeli alanda izleyip tamamlarken, acılı aileler ve halkın güneş altında saatlerce bekleyip sorun yaşaması hiç adil değildi. Tabi bu benim şahsi görüşüm, kimsenin katılmasını beklemiyorum ama anma programındaki birçok prosedürü hiç doğru bulmadığımı ifade etmezsem gözlemlerimi tam anlamıyla aktarmamış olacağım.
Anma programı, defin işlemi, ailelerle sohbet, başsağlığı konuşmaları sonrası ayaküstü ülkemizi temsilen orada bulunan Sayın Efkan Ala ile konuştuk.
Ardından müzede sergilenen soykırımda katledilen insanlara ait eşyaların sergilendiği müzeyi acı içinde ziyaret ederek araçlarımızla Potoçari' den ilk buluşma noktamız olan Bosna Başçarşı' ya doğru yol aldık. Uzun ve düşünceli bir yolculuk sonrası Başçarşı' ya ulaştığımızda, sanki hep beraber ve hiç modern bir hayatta yaşamamış hep ormanlarda çadırlarda yaşamış gibi bir duyguyla grup arkadaşlarımızla; fotoğraf çekimleri, sarılmalar, veda konuşmaları yaparak ayrıldık. Şimdiden seneye tekrar gitmek için adımı listeye yazdırdım. Orada şahit olduklarımdan mesulüm ve sorun olarak gördüklerim için çözüm adına adımlar atmaya başladım. Kendi çapımda sunabileceğim tüm katkımla Marş Mira da imkânlar doğrultusunda yer alacağım inşallah.
MARŞ MİRA TÜRKİYE NELER YAPIYOR!..
Marş Mira Türkiye ekip lideri Tahir Caner BEŞOK ile yaptığım söyleşiyi ilgiyle okuyacağınızı düşünüyorum.
Orada yaşadıklarımızı anlayabilmeniz için mutlaka bu deneyimi yaşamanız gerekiyor. Sizler de okuduktan sonra 2024 yürüyüşünde yer almayı düşünürseniz irtibat kurabilirsiniz, gerekli yönlendirmeleri seve seve yapar ve edindiğim deneyimle yardımcı olmaya çalışırım.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Tahir Caner BEŞOK, 39 yaşındayım, doğma büyüme İstanbulluyum. Aslen baba tarafı Trabzon anne tarafı Gümüşhaneliyiz. Yaklaşık 10 yıldır Vodafone firmasında çalışıyorum, 15 yıllık iş tecrübem var. Çağrı sektörü üzerine çalışıyorum. Vodafone'da yazılım takımı lideri görevindeyim. Marş Mira dışında hiçbir şekilde Trekking gibi bir etkinliğim ve merakım yok. Marş Mira 2014 de başlayan ve bir misyon olarak üzerime kalan bir etkinlik oldu.
İlk kez neden ve nasıl Marş Miraş ya katıldınız?
İlk çalışmaya başladığımda KoçSistem firmasında çalışıyordum. Bir iş günü arkadaşım gelip "Bir belgesel izledim, çok etkileyiciydi, beraber izleyelim mi?" dedi. Biz de dört arkadaş o gün öğlen arasında belgeseli izleyip, inceledik. Vedat Atasoy'un İZ TV için hazırladığı belgeselden bahsediyorum. Orada hem Saray Bosna kuşatması hem Bosna Savaşı ve de Srebrenitsa'dan bahsediyordu. Marş Mira 2012 ye ait görseller ve onun hakkında bilgiler de vardı.
Biz, Marş Mira yürüyüşünü internet üzerinde araştırmaya başladık ama hiçbir detay bilgiye ulaşamadık, sadece günlerini biliyorduk. Dört arkadaş biletlerimizi alarak gitmeye karar verdik. Hiçbir bilgimiz yoktu, başımıza ne gelecek bilmiyorduk. "Herhalde yürüyüş boyunca eşyalarımızı da taşıyacağız" diye düşünüyorduk. "Öyle idare edeceğiz artık" diyorduk. Dört kişi gittik, Nezuk kampına geldiğimizde orada farklı insanlarla tanışmaya başladık.
Bize sancak bölgesinden bir Boşnak grup çok yardımcı oldu. Eşyalarımızı onların aracına verdik ve yürüyüşü öyle gerçekleştirdik. İlk yürüyüşümüz olması bizim açımızdan çok etkileyiciydi. 4 arkadaş yaptığımız o yürüyüşte en yoğun duyguları yaşamıştık. Benim için de en etkileyici olan yürüyüş o ilk seneydi. Ne yiyip içeceğimiz hakkında hiçbir bilgimiz yoktu, 4 gün boyunca ekmek ve konservelerle beslendik. Arada o Boşnak grubun bize verdiği sıcak çay, sıcak çorba çok iyi geliyordu, gerçekten onun hatırı çok başka oluyor. Onların sayesinde iyi dostluklar kurduk.
Şuan ekipte bulunan ve bize her türlü desteği sunan Mirza ile ilk kez o zaman tanıştık. 3. gün Potoçari' deyken namaza gitmek için eşyalarımızı bir yere koymaya ihtiyacımız vardı. Karşılaştığımız üç Türk kadın bize bir grup var, orada Mirza diye biri var; biz eşyalarımızı onlara bıraktık siz de bırakın demişlerdi, öyle tanışmıştık Mirza'yla. 3 gün boyunca aç kalacağımızı düşünmüştük hatta yanımıza çikolata vs almıştık, elimizde olan çikolataları çocuklara hediye etmiştik. O zaman anladık ve gördük ki yolumuzu gözleyen bizi karşılayan bir sürü çocuk var. Veremedikçe üzüldük. Dönüş yolunda Potoçari'den sonra yazılımcı olduğum ve web siteleriyle de ilgilendiğim için bunun bilinirliğini arttırma düşüncesiyle marsmiraturkiye.org u kurduk. Bosna'daki official olan marsmira.org un Türkiye versiyonunu marsmiratürkiye.org olarak yaptık.
Aslında organizasyona dönme gibi bir niyetimiz yoktu ama ertesi sene kendi arkadaşlarımıza bahsettiğimizde sadece birbirimizi tanıyan 18 kişi olduk. İlk senede Türkiye'de oluşturduğumuz web sitesinden 2 arkadaş aramıza katıldı. İkinci senemizde Mirza bize dışarıdan yardımcı oldu. 3. seneden sonra ise Mirza ve kuzenleri bizimle hareket etmeye başladı. Zaten bu sene siz de gördünüz imkânlar yavaş yavaş oluşmaya, gelişmeye başladı. Biz onlardan bir şey istemedik ama akşam yemeği, duşluklar, tuvalet konusunu her sene ekleye ekleye bize imkânlar sundular. Açıkçası Mirza ve kuzenlerinin desteği olmasaydı biz hiçbir şekilde böyle ilerletemezdik.
Yıllar içinde büyüdük, insanlara bilgi verme amaçlı hedefler de koyduk, 250–300 kişi olalım şeklinde. Pandemiden hemen önce 180 kişiye kadar ulaştık, pandemi olmasaydı belki daha da büyüyecektik. Pandemiden sonra 1-2 sene sayımız 50 kişiye düştü. Bu sene 100 kişi olduk. Seneye ne yapacağız kaç kişi olacağız bilmiyorum ama bir şekilde devam ettireceğiz; çünkü devamlılık çok önemli.
Bu süre zarfında birçok ekibe, dağcılık federasyonlarına, İHH' ya, Kızılay'a ve birçok kuruma bilgiler de verdik. O bakımdan da bilinirliliği arttırdığımızı düşünüyorum. Bundan sonraki motivasyonum sizin de gördüğünüz gibi;bunun devamlılığını sağlayıp özelikle oradaki çocuklarla olan bağı kesmemek. Her yıl bizi bekler oldular, çünkü sadece bizim ekip hediye dağıtıyor. Umarım farklı gruplar gelip bizden daha çok destek verir, bizim yaptığımızın 3-5 katını yaparlar.
Aslında yıllardır hala bunu bekliyorum. Bayrağı devredeceğimiz, devamlılığı olan bir ekip henüz maalesef göremedik. 1-2 defa gelen ekip sonrasında gelmeyi kesiyor. Bir ara Türkiye izcileri geldi, iki sene boyunca çok güzel katılım gösterdiler, lokmada dağıttılar sonra yok oldular. Büyük STK' ların devamlılığı yok. Her sene 100-150 kişi ile katılabilecek gücü olan STK' ların gelmeleri lazım. Bizim yaptıklarımızın daha büyüğünü yapabilecek güçleri var. Oradaki çocuk ve büyüklerin tamamına hediyeler dağıtabilirler.
Sıkıntıların en büyüğü, Türkiye' den gelen grupların devamlılığının olmaması. Geçen veya bir önceki sene Türkiye Dağcılık Federasyonu gelmişti. Başkanıyla beraber buradaydılar. Bilgi verdik, devamlılığın önemini anlattık, "Geleceğiz, her sene buradayız" dediler ama onlardan da devamlılığı sağlayan olmadı.
Türkiye'den gelen katılımcıların böyle bir sıkıntısı var. Gelen gruplara bu işi anlatıyoruz onlar da bir şekilde o anda söz verip bir daha gelmiyorlar bu da insanın şevkinin kırılmasına sebep oluyor, bıkkınlık oluşturuyor.
Aynı bıkkınlık Boşnaklarda da var. Mesela bizimle ilk senelerde gelen hastane sahibi biri vardı, 2-3 sene bizimle geldiler. En son sene yürüyüş koordinatörlerden Muizittin Bey geldi. Muizittin Bey battaniye vs. ihtiyacımız var dediğinde Hastane sahibi söz vermişti. Seneye geldiğimizde ortada hiçbir şey yoktu.
Sonra yine bir vakıf gelmişti bizimle, onları da çok ciddiye aldık. Mirza ve kuzenleri onlara Bosna'daki durumu anlatırken ağlamıştı. Onlar da yok oldu. En büyük sorun maalesef bu, anlatıyorsunuz ama devamı gelmiyor.
Bende de Boşnaklarda da "ya niye anlatıyoruz ki" durumu oluşuyor, yine bir şey çıkmayacak ve biz yoruluyoruz durumu oluşuyor. Yıllardır maalesef bende de bu bıkkınlık oluştu. Türkiye'den gelen grupların artık devamlı olarak 3-5-50 kişi neyse artık bir katılım göstermesi lazım.
Ben geldim geleli 10 senedir burada US AİD Kuruluşunu görüyorum. Her sene gelirler; muz, su, elma illa bir şey dağıtırlar ama her sene mutlaka atlamadan gelirler. Bizim Türkler "Amerika'nın burada ne işi var, niye buradalar, niye muz dağıttılar?" derler ama biz neredeyiz, niye yokuz? düşünen yok. Elin Amerikalısı her sene gelip burada o muzları o suyu dağıtırken bizden neden bir şey yok? O bakımdan çok eksiğimiz olduğunu düşünüyorum. Ayrıca Türk kuruluşlar olarak yapılacak çok şeyimiz de var.
Marş Mira konusunda Türkiye olarak eksiklerimiz, katkılarımız neler? Bu konuda gözlem ve deneyimlerinize dayanarak neler söylemek istersiniz?
Bu yürüyüşe aksatmadan katılım sağlamamız, her yıl bu gruplar içinde yer almamız gerekiyor. Mesela bu seneyi ele alalım, şimdi bildiğiniz gibi bu senenin yarısı neredeyse gruplar şeklinde aramızdaydı; seneye o insanların kendilerinin bir şeyler yapmaları, birilerini getirmeleri, on iken elli olmaları ve bu devamlılığı bir şekilde sağlamaları önem arz ediyor. Devam ettirmek zor bir şey değil bizi görüyorsunuz yani masraf neyse onu paylaşıyoruz, bir kazancımız olmadan gönüllü olarak organize edip başarıyoruz. Zamanımızı harcıyoruz, biz yapabiliyorsak o grupların da rahatlıkla bunları yapabiliyor olması gerekiyor yani o kadarda zor bir şey değil.
Aslında katkı vermemiz gereken çok nokta var. İki sene boyunca Türkiye'den gelen İzciler Türk ve Boşnak bayrakları ile yürüdüklerinde, lokma dağıttıklarını gördüğümde çok mutlu olmuştum ama ertesi sene ise çok ufak gruplar olarak katılıp stantlarını küçülttüler ondan sonraki sene zaten olmadılar, devamlılığı göremeyince üzülüyoruz.
Ama şunu da ifade etmeliyim son yıllarda Kızılay'ın eforu biraz arttı. En azından artık çadırlar kuruyorlar ve bu sene personel desteği de sağladılar. Üç dört sene öncesine kadar Kızılay da yoktu. Kızılay'ın eforunun daha da artması lazım, özellikle Kızılhaç ekibine çok destek olması gereken noktalar var.
Bu arada Kızılhaç ekibi hakkında da bilgi vereyim. Onlar da Bosna'nın Müslüman bölgelerinden -ki daha çok Tuzla Kızılhaçı gibi oralarda çalışan hemşire, veteriner, doktor v.s. özel izinle gelerek gönüllü olarak katılıyorlar. Onlar da 2014 yılında bizim gibi üç dört kişi başlayıp bu noktalara getirmişler. Kızılhaç çalışanlarının Marş Mira yürüyüşü sırasında taşıdıkları sırt çantalarında belirli bir ekipman bulunuyor. Onlarda kendi imkânlarıyla bu desteği sağlıyorlar, devletin sağladığı bir fayda yok. Tuzla' da ki Kızılhaç ekibinin koordinatörü ile görüştüğümde bir ihtiyaç listesi vermiş ve sizin desteğinizle sağlayabilirsek iyi olur demişlerdi. Çevremizdeki doktorlara, sağlıkçılara bildirmiştik ama sonuç alamamıştık. Kızılay'ın bu konuda Kızılhaç'ı destekleyerek doktor getirmesi yerinde olur. Mesela geçen sene İranlılar elli tane doktor gönderdiler.
Bu sene yoktular ama o elli doktorla çok ciddi misyonerlik çalışması da yaptılar. Marş Mira komitesi yanlarına adam da verdi, her yeri İran bayraklar ile donattılar. Aynısını biz niye yapamıyoruz? Türkiye Kızılay'ı doktorları, aynı şekilde o İranlıların yaptıklarını neden yapamıyor?
Son yıllarda gördüğüm kadarıyla İran Marş Mira aracılığıyla çok ciddi misyonerlik çalışmaları yürütüyor. Bu noktalarda meydanı boş bırakmamamız gerekiyor ama çok umursamıyoruz, çok ciddiye almıyoruz. Bosna'yı Türkiye olarak çok daha fazla takip etmemiz, destek olmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bu yürüyüş sırasında insanların bizden yani Türkiye'den beklentisi nedir?
Aslında çok büyük bir beklentisi yok. Yanlarında olmamız, onlara gerçekten mutluluk veriyor. Türk bayrağını gördüklerinde bayrak istiyorlar, Türk bayrağını seviyorlar. O yüzden onların yanında olmak, bayrak dağıtmak, yaşlıların hatırını sormak, çocuklara hediye vermek gibi basit destekler yeterli oluyor. Ama daha ileri seviyede yapılabilecek çok basit şeyler de var. Bizden beklentiler açısından oradaki organizasyona sahra çadırları için battaniye desteği, Kızılhaç ekibine ilaç desteği verebiliriz. Yol üzerinde yürüyen insanların US AİD kuruluşu yani Amerikalıların yaptığı gibi ihtiyaca yönelik dağıtımlar yapılabiliriz. Bunlar çok rahatlıkla yapılabilir, bu gibi şeyleri mutlaka yapmamız gerekiyor. Ciddiye alıp burada desteğimizi ortaya koymamız önemli.
Yani burada insanlar zamanında Srebrenitsa soykırımı esnasında ki siz de biliyorsunuz, görüntüsü dahi var; Sırp komutan "Türklerden öcümüzü almanın vakti geldi" deyip de binlerce insanı katlediyor. Bu insanların bu coğrafyada Türklüğü, İslam' ı benimsediği ve bu nedenle zulüm gördüğünü biliyoruz. O yüzden tek destekçileri de biziz diyebiliriz. Sırpların arkasında Ruslar, Hırvatların arkasında Almanlar var. Bosna'nın arkasında da Türkiye'nin olduğunu bizim her daim gösteriyor olmamız gerektiğini düşünüyorum. Kendilerini yalnız hissetmemeliler, Marş Mira yürüyüşü de bunun için gerçekten önemli rol oynayabilecek bir yer.
Son olarak neler söylemek istersiniz?
Biz bu soykırım unutulmasın diye elimizden geldiğince Marş Mira Türkiye'yi devam ettirmek istiyoruz. Önümüzdeki sene tabi ne yapacağımızı, kaç kişi olacağımızı tam olarak bilemiyoruz, Aralık ayında belli olacak. Ana amacımız orada olmak ve çocuklara daha da iyisiyle, sadece çocuklara da değil belki oradaki büyüklere, gençlere hediyeler takdim etmek.
Bunu yaparken önem verdiğim şeylerden biri de, belli bir zümreye aitmiş gibi değil de Türkiye mozaiği ile bu işi yürütmek. Bu kısım benim için çok önem verdiğim bir konu. O yüzden çocukların hediye paketine sadece Türk bayrağı koyarız. Başka bir sembol koymamaya özenle çalışırız.
Kendimizin reklamına bile hiçbir şekilde önem vermemeye çalışırım. Yani bu grubun bir reklamını vs yapmayı da çok umursamıyorum. 5-10-100 kişi olalım fark etmez, yeter ki orada olalım. Bu organizasyonda kimsenin bir geliri yok, hepimiz cebimizden ve izin günlerimizden harcıyoruz, gönüllü olarak bulunuyoruz.
Benim motivasyonlarımdan bir tanesi çok dillendirmek istemiyorum ama kendimi bir misyoner olarak da görüyorum açıkçası. Türkiye'den benimde bir Türk olarak faydam olsun istiyorum. Buradan elde ettiğim hayırlar da anneme, babama gitsin, bir hayır elde etmiş olayım düşüncesindeyim. Buradan hayır dışında hiçbirimizin; benim de arkadaşlarımın da bir beklentisi yok.
Zamanında o belgeseli izlediğimizde arkadaşlarla gerçekten o Sırp komutanın "işte şimdi Türkler' den öç alma vakti geldi. Sırbistan ve Srebrenitsa'nın arasındayız" gibi sözleri bizi hakikaten çok derinden vurmuştu. Yıllardır devam etmemizdeki en büyük motivasyonumuz da aslında o sözlerdir diyebilirim.
Yani o insanlar Türklüğü ve İslam'ı tercih ettiği için bu zulme uğradılar. Bu savaş anında ve öncesinde yeterince yanlarında olamadık. Şunu da bilmek lazım, Bosna İslam'ın Avrupa'da ki uç noktasıdır. Bosna'nın Bihaç bölgesi özellikle Avrupa da İslam'ı temsil eden en önemli-ki Osmanlının da gittiği en uç noktalardan biri. Yani bu toprakları bırakmamamız gerekiyor. Bugünlerde Sırpları görüyorsunuz, hiç değişmiş durumda değiller. Yarın öbür gün bir savaş çıkmayacağının bir garantisi yok. O yüzden bir Türk, bir Müslüman olarak bu topraklarda olmanın gerekli ve elzem olduğunu düşünüyorum.
Benim elimden gelen bu, umarım devlet veya farklı kurumlar tarafından çok daha fazlası yapılır. Umarım Kızılay, İHH, AFAD, Diyanet, Ahbap gelsin. Sağı solu fark etmez, farklı farklı gruplar gelsin ama gelsin, mutlaka burada olsun. Bizim yaptığımızın 100 katını yapsınlar. Umarım o günlerde gelir ama maalesef yıllardır şu güne kadar böyle kalıcı bir efor göremedim. Bu eforu görseydim; Türkiye'den de birçok insanı getirebilen, devamlılık sağlayabilen ve Marş Mira yürüyüşüne katılımın oturmuş olduğunu görseydim belki bende sayılı izinlerimi artık Paris'e, Milano'ya falan gitmeye harcardım. Ama hakikaten ortada henüz oturmuş, devamlılığı olan bir yapılanma göremiyorum. Biz de bırakırsak olmayacak. Bu sene birçok grup ve insan bizim sayemizde katılıp rahat bir kamp ve yürüyüş gerçekleştirdi. O yüzden umarım Türkiye tarafından bu eforlar artar biz de artık kendimizi rahat hissederiz.
Desteğiniz, emeğiniz ve katılımcılara sağladığınız kolaylıklar için çok teşekkür ederim. İyi ki geldim, katıldım, tanıştım. Yüreğinize sağlık. Elimden geldiğince yanınızda olmaya gayret göstereceğim inşallah.
Katılımınız ve bize güveniniz için ben teşekkür ederim. Umarım beraber daha da güzel çalışmalar gerçekleştiririz
Aynur KARABULUT
AKTİVİST / BAĞIMSIZ GAZETECİ