Haberler
Ateşkes sonrası Hizbullah'tan ilk açıklama: Ellerimiz tetikte kalacak

Tarihi antlaşma sonrası Hizbullah'tan ilk açıklama

İsrail Savunma Bakanı Katz: Ateşkes ihlal edilirse güçlü bir şekilde yanıt vermeye hazırız

Dünya rahat nefes aldı derken yeni bir tehdit daha

Türkiye'yi sarsan 'sahte dolar skandalı' büyüyor

Piyasaları altüst eden olayda detaylar ortaya çıktı

Bomba iddia: En düşük emekli aylığı için 3 rakam belirlendi

En düşük emekli aylığı için 3 rakam belirlendi

AKP Frene mi Bastı

AKP Frene mi Bastı
Haberler
Haberler
Twitter'da Paylaş Facebook'da Paylaş WhatsApp'da Paylaş

Geçen Yıl Türkiye-ab İlişkilerinin "Durgun" Geçmesine Yönelik Yapılan Tespitlerde, AK Parti'nin "Frene Bastığı" Yorumları Ön Plana Çıktı. Cnntürk'te Yayınlanan "Tarafsız Bölge" Programında Bu Konu Enine Boyuna Tartışıldı.

Geçen yıl Türkiye-AB ilişkilerinin "durgun" geçmesine yönelik yapılan tespitlerde, AK Parti'nin "frene bastığı" yorumları ön plana çıktı. CNNTÜRK'te yayınlanan "Tarafsız Bölge" programında bu konu enine boyuna tartışıldı.

AB konularında tespitlerine son derece güvendiğim Eurohorizons Yönetim Kurulu Başkanı Dr.Şebnem Karauçak, Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Dr.Cengiz Aktar, Hürriyet Gazetesi yazarı Ferai Tınç ve Radikal Gazetesi Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'in katıldığı programda, "frene basan" AKP'nin bu tutumuna yönelik gerekçeler sıralandı.

Bu gerekçeler arasında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin (AİHM) Leyla Şahin davasıyla ilgili kararı da dile getirildi. Yani hepimizin "türban davası" olarak bildiği karardan söz ediyorum. Hatırlayacaksınız, AİHM, türban yasağını "meşru" bulmuş ve türbanlı olduğu için okula alınmayan Leyla Şahin'i haksız görmüştü.

Mutlaka bu karar, AK Parti'nin belli bir tabanında "hayal kırıklığı" yarattı. Avrupa'yı "özgürlüğü elde etme" unsuru olarak gören AKP içindeki bazı kesimler, belki de türbanın serbest bırakılacağını düşünerek bu sürece sahip çıkmıştı. Ama unutmayalım ki, AİHM bir Avrupa Birliği kuruluşu değil, Türkiye'nin 1949'dan beri asil üyesi olduğu Avrupa Konseyi'ne bağlı bir kuruluştur ve de Türkiye 1987'den beri AİHM'de tüm bireylerinin hakkını aramasını resmi olarak kabullenmiştir. AİHM'nin Anayasası olarak kabul edilen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Türk yargısının vazgeçilmez bir parçasıdır. Türkiye AB üyesi olsa da olmasa da bu sözleşme, Türkiye'nin uyması gereken bir kanun metnidir. 

Peki AK Parti ve üyeleri, bu kadar saf mıdır da, Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi'ni birbirine karıştırmıştır? Türkiye'nin 1949'dan beri üyesi olduğu Avrupa Konseyi'nin prensiplerini zaten uygulaması gerektiğini göz ardı mı etmiştir? Türkiye AB üyesi olmasa da bu sözleşmeye uymak zorunda olduğu bilinmez mi? Bu tespite yönelik yorumunda Cengiz Aktar haklı olarak, "O zaman AKP, AB sürecini bir amaç değil, araç olarak kullanıyor" yorumunda bulundu.

Ama ben aynı şeyi düşünmüyorum. AKP, AB sürecine sadece "türban serbest bırakılır" düşüncesiyle sahip çıkmamış ve Türkiye'nin çağdaş dünyaya ayak uydurması için gerekli bir süreç olduğunun bilincinde hareket etmiştir. Ve de etmeye devam edecektir. Aksi taktirde, AKP'nin desteği büyük ölçüde kaybolacak ve de sadece "dinci" tabanıyla yetinmek zorunda kalacaktır. AK Parti üyeleri ve de yöneticileri bunun farkındadır ve de bu süreç bence bu yıl hız kazanacaktır.

Nefes almaya ihtiyaç vardı

"Frene basma" gerekçeleri arasında sayılan KKTC'ye yönelik adımlara karşılık bulmama ve de Sarkozy, Merkel gibi politikacıların hala "imtiyazlı ortaklıktan" söz etmelerine yönelik tespitlerin doğru olduğunu düşünüyorum.

Bu gelişmeler, Türk halkında bir "bıkkınlık" yarattı. AKP ise bu sürecin "yorgunluğunu" taşıyamadı. "Nefes alma" sürecine ihtiyaç doğdu. Bence bu gerekliydi. "Eyvah Türkler geliyor" duygusu yaşayan kimi Avrupa halkı için AB'nin, "Avrupalılar bizi istemiyor" diye düşünen Türkler için de hükümetin böyle bir sürece ihtiyacı vardı ve bu süreç 2007'de yaşandı.

Süreç halka iyi anlatılmalı

Bilindiği gibi "Müzakere süreci", şemsiyenin ters çevrilmesine benziyor. Art arda yapılması gereken reformlar, halkı ciddi olarak etkileyecek. Bu zaman zarfında Avrupalıları da hazırlamak gerekiyor. Hükümetlerin bunun için halka bu süreci iyi anlatmaları gerekiyor. İşte bu nedenle Eurohorizons'un hazırladığı "AB sürecinde hayatımızdaki 100 değişiklik" çalışması özümsenmeli. Yapılan ve yapılacak olan değişikliklerin tümünün Türk halkının yararına olduğu bilinmeli ve bu halka açık bir dille anlatılmalı. 

Neden biz bu köşede sürekli olarak müzakere sürecinin en önemli ayağının "iletişim" olduğunu söylüyoruz? Çünkü iletişim olmadan sürecin başarılı olması mümkün değil. Sivil toplum örgütlerinin bu sürece sahip çıkması, sahip çıkması için de hükümetin gelinen her aşamayı bu örgütlerle paylaşması gerekiyor. Bu sürecin yürümesi, siyasi irade ile mümkün ama, halkla paylaşılamayan süreci de siyasi iradenin yürütmesi mümkün değil. O zaman da "frene basma" ihtiyacı doğuyor.

Bu yılın ben, "reformlar yılı" olacağını düşünüyorum. Ama müzakerelerin en önemli ayağı olan "iletişim"in ihmal edilmemesi şartıyla…

Kaynak: Demirören Haber Ajansı / Dünya
title